Mış gibi yapmak

A -
A +
Kabul ediyorum, siyaseten doğruculuğun güvenli kolları dururken tavır almak zor iş. Hele ki asgari rasyonel zeminin yok olduğu bir ortamda, siyasete sahip çıkmak gibi bir mantığı "zorlamak" akıl karı değil.
Baksanıza;
Sandık görünce istavroz çıkartanlar sokak eylemlerinde "Söz yetki karar iktidar halka" diye slogan atıyor.
"Kent politikalarını halka da danışın" talebi karşısında "o halde buyurun referanduma" diyen siyasetçiye "çoğunluğun diktatörlüğünü dayatıyorsunuz" cevabı veriliyor.
İnsanların mahremlerinde yaşayan röntgenci, "delilerinizi niçin yargıda değil sosyal medyada sergiliyorsunuz" diye soranlara "suçluyu mu koruyorsunuz" diyor.
"Haki üniformalının darbe girişimlerine hep beraber karşı çıktık. Şimdi sırf abdestli diye apoletsiz olanınınkine niye ses çıkartmayalım" derken, "İslamifobik" yaftasını yemeyi göze almak gerekiyor.
Dolaysıyla, ilkesel duruşun gerekliliklerini, kolektif deliliğin algısına kurban edip tavrı "sulandırmak," ketumlaşmak çözüm değil.  
Bırakın;
Solculuğu halk partililiğe eşitleyen CHP-ML'liler, siyasete, sandığa sahip çıkmayı Ak Parti yandaşlığı olarak isimlendirsinler.
Tahayyülleri, seküler ya da dini "cemaat" liderlerinin düşleriyle sınırı olan "bağımsızlar", evrensel demokrasi standartlarını sahiplenip sivil siyaseti öncülemenizi "bağımlılık" olarak nitelendirsinler.
CHP basın danışmanı gazeteciler, muhalefet partilerini protokolden, seçim otobüsleri üzerinden  "takip eden" köşe yazarları, tarafsızlık ahkâmı kessin.
Çaresi;
Zamanın "ne darbe ne şeriat" söyleminin batağına yeniden girip açıkça darbenin susturucusu olarak işlev gören yolsuzluk iddialarını vesayet tehlikesiyle eşitlemek değil.
Aman Ak Partili demesinler hassasiyetiyle, söylemelerinizi izahatlara boğmanız da... Zira bu savunma hali de, muhafazakâr politika üretmeyi kategorik olarak suç sayan pozitivist baskının değirmenine su taşımaktan başka bir işe yaramıyor.

Keşke daha önce cüret edebilseydik
               
Keşke, "Ne derler" kaygısına kapılacağımıza, "ne demiştim"in vicdan hesabını düşünüp, o an "ne diyeceğimizin" hesabını yapabilseydik.
27 Mayıs'a giden akıl tutulmasında, "Demokrat Partili" denmesini göze alıp cuntanın manipülasyonları karşısında parlamentoyu savunabilseydik.
12 Mart'ta ve 12 Eylül'de Başbakanın Demirel olmasına bakmadan, fasitlerin Adalet Partisi'ne verdiği muhtırayı solculuk adına sahiplenmeden sokakta yırtabilseydik.
1991'de DEP milletvekilleri Meclis kapsından enselerinden tutularak çıkartıldığında, bu ülkenin birliği, irademiz için Meclis'in çevresini el ele tutuşup sarabilseydik.
28 Şubat'ta Erbakan aşağılanırken, Akşener kazığa oturtulmakla tehdit edilirken, şerhlerle işin kolayına kaçmadan yalnızca "darbeye hayır" deme basireti gösterebilseydik.
Tıpkı siyasetini yerden yere vurduğumuz Baykal'a bel altı darbesi yapıldığında "Alçaklık vakti" manşeti atma cesareti gösterenler gibi.
Tıpkı bugün mahalle baskısına direnip,  yine vesayet tehdidi altında olan siyasetin saflarını sıklaştıranlar gibi.
Hem zaten, düşündüğünü söylemekten, öteki'den sayılacağı kaygısıyla çekinen ne kadar kendisidir ki?
               
                 




                 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.