Başka bir arzunuz var mı?

A -
A +

Herkes herkesle eşit olmayı..

Rahat yaşamayı arzu ediyor.
Peki buna karşılık ne vadediyor?
Neyin karşılığında refah içinde yaşamayı istiyor?
Çalışmasının karşılığında.
Çalışmanın karşılığı ne?
....
Bir tarafta bir oda bir sofaya sığınmış yarı aç yarı çıplak onbinlerce aile.. Öbür tarafta lüks ve sefahate dalmış insanların görüntüsü.
Türkiye nüfusunun büyük ekseriyetine göre bu işin çaresi çok kolay.
Yediği önünde yemediği ardında insanlardan alıp muhtaçlara dağıtacaksın.
Türkiye bu işi 942'de denedi. O zamanki idare varlık vergisi adı altında zenginden alıp fakir fukaraya dağıtmak adına bu milletin ondan sonraki 50 yılına ipotek koydu.
İşyerleri battı, yabancı sermaye çekti gitti.
Biz dolaylı yoldan el koyduğumuz bir iki köşk ve fakir fukaramızla baş başa kaldık.
Zenginden alıp fakire vermek adına yapılan her icraatın sonu yine fakire dokunur.
Ve kazanan aradaki üç-beş çapulcu olur.
...
Türkiye bu işi (zenginden alıp fakire verme sevdası) örtülü vaziyette zaten yapıyor.
Dört beş şehir dışında on lira vergi topladığı yere 30 lira kaynak aktarıyor.
O yirmi liralar kimin cebinden çıkıyor?
Üniversite, hastane, okul  kaynak transferinin değişik isimleri
Misal devlet hastanesini ayakta tutanlarla istifade edenler farklı insanlar.
Soyanlar daha farklı insanlar.
Devlet filan şehre 300 milyon gönderiyor, bu para yerine ulaşıncaya kadar 30 milyon liraya düşüyor.
Evet oraya giden 300 milyon kimden kesiliyor?
Türkiye kaç kişinin sırtında gidiyor.
Türkiye’nin çalışabilir nüfusu 57 milyon, deniyor.
"Ben çalışmak istiyorum" diyen insan sayısı 30 milyon.
İstihdam 27 milyon.
27 milyon çalışan insanın ne kadarı millî hasıla kazanına koyduğundan azını alıyor?
Çoğu bir çay bardağı koyup bir su bardağı içiyor.
Kimi hiç koymadan içiyor.
Onların açığını kim kapatıyor.
Çalışmasının karşılığı ne, sorusuna gelince  piyasada korumadan kollamadan herkesi serbest bıraktığın zaman piyasanın takdir ettiği mi?
Takdir edilen rakam refah şartları içinde yaşamasına yetiyor mu?
Yoksa başkasının sırtından mı geçiniyoruz?
Biz kimin sırtında yol alıyoruz?
....
(Eskiden şöyle dua edilirmiş: Yâ Rabbî! Memleketimizi kahtü galadan muhâfaza eyle. Kaht yokluk, gala da pahalılık. Bir şeyin yokluğu, pahalılığından daha kötüdür, denirmiş.. Şimdi böyle düâlar unutuldu, sâdece şikâyetler kaldı.)

               MI ACABA?

Canip Yıldırım'ın "Anılar"ından 1930'lara ilişkin bir bölüm:
"Türkçe konuşamayanlara para cezası verildiği yıllar... Öyle bir hız verdiler ki bu işe, artık köylü şehre gelmemeye başladı, üretim durdu. Diyarbakır'ın kenarında yakın köyler var... fakir köyler. Bunlar geçimlerini sağlamak için yoğurdu ayran yapar, bu ayranı getirirlerdi eşek sırtında, sokaklarda bağırırlardı, 'Hayde dev hayde dev' (hadi ayrana gel, hadi ayrana gel) diye... Belediyenin zabıtaları bunları alır götürürlerdi, haydi bakalım para cezası. Onun için kimse gelmemeye başladı..."
Yıldırım, o zaman şehir hayatının, çağdaşlaşmanın ve eğitimin "Türkleşme"ye yol açtığını, pek çok arkadaşının Türkleştiğini anlatır. Ama arkadaşlarından Musa Anter, Adana Lisesi'nde Kürt diye aşağılanınca, Kürt milliyetçisi olmuştur!
Yıldırım şöyle diyor:
"Bunların hepsi Türkleşti ama Musa Anter'i Türkleştiremediler. Eğer akıllı bir siyaset uygulasalardı, çok baskı yapmasaydılar Kürt meselesi ölebilirdi..."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.