Pazar yazıları -26-

A -
A +

Evliyanın büyüklerinden Muhammed Parisa Hazretleri (kuddise sirruh), (Allahü tealanın ahlakı ile ahlaklanınız) sözünün manasını açıklarken şöyle buyurur: "Kişi nefsine hakim olur (nefsinin kontrolünden çıkıp, onu kendi kontrolüne alır). Hak sözü kabul edip, kendi ayıplarını görüp, başkalarının kemal hâlini görür ve terk edilmiş sünnetlerin ihyasına çalışmak ve bid’atleri (dinin aslında olmayıp, ibadet diye sonradan ortaya çıkan âdetler) menederse; Hakk tealanın Melik (her şeye hakim), semi’ (işitmek), basir (görmek), muhyi (diriltmek), mümit (öldürmek) sıfatları ile sıfatlanmış olur. Cahiller hayal ederler ki, veli, ölmüş cesedi canlandırır ve kaybolmuş eşyanın keşfi ve bunların emsali şeyleri bilirler. Bunlar bozuk düşüncelerdir." Mektubat-ı Rabbani, 1. cilt 107. mektup.


Malum; insanın düşmanları, şeytan, kötü arkadaş ve kendi nefsidir. En büyük kahramanlık, kişinin nefsine galebe çalıp onu kendi kontrolüne almasıdır. Dinde, bu denli bir başarıyı elde etmeye; evliyalığa giriş tabir ediliyor. Bu mukaddes yolun daha başlangıcında (ilk basamağında) bulunanlarda hasıl olan hâl, (ikrah-i menahi ve keşf-i kubur) yani, yasaklara karşı nefret hissi ve kabirde bulunanların hâllerinin algılanmasıdır. Her bir haramın çirkin kokusunu duyar ve ondan ictinap eder (sakınır).

Nefsine tutulmuş kalp, önce hastalanır; hastalığı gittikçe artar ve neticede ölür. Nefsinin emrindeki insan, işte bu ölü kalbiyle yaşamaya devam eder.

Kahramanlık, bu ölü kalbi diriltmek; yani onu Allahü tealanın ve Peygamber-i zişanın aleyhisselam sevgisiyle meşbu kılmaktır (doldurmaktır).

Bu kahramanlar imanın hakikatine ermişlerdir. Malum, imanın sureti ve hakikati olduğu gibi; Cennet’in de bir sureti ve bir de hakikati vardır. Sureta imana sahip olanlar, Cennet’in suretine; hakiki iman sahipleri ise, Cennet’in hakikatine kavuşacaklardır. İşte, imanın bu denli hakikatini elde edebilmek nefisle mücadeleye (kişinin kendisi ile olan savaşı) bağlıdır.

Muhammed Ma’sum Faruki Hazretleri, Mektubat’ının 6. Cilt 16. Mektubunda şöyle buyurur: "İmanın sureti, dıştaki ma’butların ki, putlar ve diğer kâfirlerin taptığı şeylerin nefyine (yok edilmesine) bağlıdır. Hakiki iman ise, içteki ma’butların yok edilmesine bağlıdır ki, nefsin hevası (nefsin arzularına) ve Allahü tealadan başka şeylere tutulmaktan ibarettir."

Nefs-i emmareden (sahip olduğu tüm kötülüklerden) kurtuluş ancak ve ancak Sevgililer Sevgilisine aleyhisselam uymakla mümkündür. Bütün saadetlere, yalnızca O’na aleyhisselam uymakla kavuşulur.

Uymanın şartları; inanmak, tanımak ve sevmektir. Seviyorum demek, elbette ki lafla olmaz; itaatle olur. Kim ne kadar itaat ediyorsa, o kadar seviyor demektir.

Allahü teala, kendisine kavuşturan bütün yolların ve dahi, Cennet’in sekiz kapısının anahtarlarını, Habibim (Sevgilim) dediği Muhammed aleyhisselama vermiştir.

O, aleyhisselam Resullerin, Nebilerin, evliyaların; Allahü tealaya huruç ve nüzul (çıkış ve iniş) yollarının kavşak noktasıdır.

Zira O aleyhisselam, hamur mayası itibariyle sevgi çamurundan yoğrulmuş; cevami’ü-l kelim olarak (eşya ve hadiselerin bütün bilgisine sahip ve onları veciz bir şekilde ifade eden) Cenab-ı Hakk’ın eminidir. Dolayısıyla O aleyhisselam, bütün esrara (sırlara) sahiptir. Zira Allahü teala sırrını eminine verir..

Üstad Necip Fazıl, "ALAH’IN SEVGİLİSİ" dizelerini, ne dipsiz bir mana ile taçlandırdığına bakınız!   

"Düşünüyorum: O’ndan evvel zaman var mıydı?
Hakikatler, boşluğa bakan aynalar mıydı?"
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.