Demokrasi mi, demokrasicilik oyunu mu?!

A -
A +
Demokrasi, halkın yönetimi demek ama; bizde, halka rağmen bir sistem kurulmuş ve adına demokrasi denmiş. Bunun da sebebi; demokrasiyi getiren zihniyetin, halkına güvenmemesi ve halkın yanında yer almaları gerekirken, karşısında bulunmaları keyfiyetidir.

Bundan dolayıdır ki, ta işin bidayetinden beri, ülkemiz; seçilmiş-atanmış kavgalarına sahne olmuş; oluşturulan ‘vesayet rejimi’ gereği de, her daim atanmışların dediği olmuştur. Vesayet erbabı; kurdukları bu ‘güdük’ sistemi işletebilmek için; kâh darbe yapmış, kâh anayasa çıkarmış ve hepsinden önemlisi; partilerüstü (!) hükümetler kurarak; sözde, şapkadan tavşan çıkarmış; gerçekte ise, demokrasiyi katletmişlerdir.

Normal demokrasilerde hakimler, mensubu oldukları milletler adına karar verirler ve verdikleri bu kararlarla konuşurlar. Bizde ise, sanıklara; ‘sizi buraya tıkan güç böyle istiyor!’ denilerek kararlar verilip; mahut günlerinde, kutlamalarına katılan seçilmiş zevata ‘parmak sallayarak!’ konuşurlar.

Vesayet erbabı, oluşturduğu ‘güdük’ meclislerle ve sözde, partilerüstü hükümetlerle; devlet yönetimini atanmışlara bırakıp; seçilmişleri belediye hizmetleri ile sınırlı kılmak için kanunlar çıkartmış ve anayasalar yaptırmıştır.

Millet, sözde, kendi adına yapılan bu rezillikleri, otuz iki dişini gömmüş; derin bir hayal kırıklığı içinde, ibretle ve dikkatle izliyor ve hemen her seçimde, önüne konan sandığın hakkını vermeye çalışıyordu.

Mahut zevat, başını kuma gömerek görülmeyeceğini zannetti ama kurdukları tuzaklar ayaklarına dolaşarak; kendilerini ‘demokrasi bataklığı’na sürükledi. Her adım attıkça (410 elin kaosa kaldırılması, görev süresi biten cumhurbaşkanlığı makamına ‘vesayet zihniyetinden değil diye’ meclis başkanının vekalet ettirilmemesi, 367 oy garabeti ile cumhurbaşkanını meclise seçtirmemesi vb.) biraz daha bataklığa saplanıp; nihayet, boğulma noktasına geldiler!

Neticede, korktukları başlarına geldi ve cumhurbaşkanını, doğrudan millet seçer oldu. Cumhurbaşkanlığı makamını, sürekli atanmışlarla doldurmak tuzağı da bozulunca; cumhurbaşkanına tanınan olağanüstü yetkiler (devleti yönetme), bu kez seçilmişlerin eline geçti!

82 anayasası ile sözde Kenan Evren’e verilen olağanüstü yetkilere, bir de; cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi eklenince, parlamenter sistem diye dayattıkları rejim büsbütün tıkandı!

Bugünkü uyuma bakıp, asla aldanmayın! Bugün, âdeta seçilmiş partili bir cumhurbaşkanı var ve onun partisi, tek başına iktidarda. Bu yüzden sistem, çalışır gibi gözüküyor. Yukarıdaki hâllerden yalnızca birinin olmaması hâlinde; yandı gülüm keten helva!

Bu hâlin; çok az benzeyen bir kısmını (zira, o cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçilmiş değildi), 2002-2007 yılları arasında; AK Parti’nin tek parti iktidarında ve AK Parti’ye zıt görüşü olan Necdet Sezer’in cumhurbaşkanlığı esnasında yaşadık.

Cumhurbaşkanlığı makamı, âdeta ‘veto’ makinesi gibi çalıştı; aylarca uğraşılarak çıkarılan kanunlar ya veto edildi veya anayasa mahkemesine götürülerek iptal ettirildi. Bakanların ve hükümetin istediği hiçbir bürokratik atamaya imkân tanınmadı. Eli-kolu bağlı bir hükümet, hükümetçilik oynadı.

Bundan böyle; Türkiye’de siyasallaşmamış bir kişi cumhurbaşkanı adayı olamaz; olsa da seçilemez. Artık o makam, temsili olmaktan çıkmış ve ister istemez millete karşı sorumlu bir makama dönüşmüştür.

Bunun da adı, Başkanlık sistemidir; suyu istediğiniz kadar yanlış mecralarda akıtın; o, günü geldiğinde yatağını bulur!

Öyle anlaşılıyor ki, bu zevat, sahiplendikleri Süleyman Demirel’i bile dinlememiş. Demirel, "Ben su mühendisiyim; su sıkıştırılmaya gelmez!" derdi.

Anlayana!..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.