Pazar yazıları -45-

A -
A +
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “İki korku bir arada bulunmaz: Dünya korkusu ve ahiret korkusu.” Mü’minler, ahiret korkusu içindedirler; dünyayı, geçilmek üzere bir köprü bilip, onun tamiri ile ömür tüketmez ve onun zayi olmasıyla üzülmezler.
İmam-ı Rabbani hazretleri (kuddise sirruh); “İnsanın yaratılmasından maksat, kulluk vazifelerini yapmaktır. Ve Cenab-ı Hakk sübhanehu ve tealayı devamlı istemektir. Bu mana, bedenen ve kalben seyyid-il evvelin ve ahirin Muhammed aleyhisselama tam tabi olmayı gerçekleştirmedikçe müyesser değildir” buyuruyor. (Mektubat, 1. cilt, 110. Mektup)
Bundan dolayıdır ki, tüm tarikat yolcuları; (İlahi ente maksudi ve ridake matlubi=Ya İlahi! Kastım Sen’sin ve muradım, Sen’in rızandır) kelimesini dillerine pelesenk etmiş ve manasını kalplerine ve hatta vücutlarının her zerresine yaymaya çalışmışlardır. Allahü tealanın rızasına kavuşmanın yolu da; sevgili Peygamberimize (aleyhisselam) tabi olmaktan geçmektedir. Çünkü; cennete giden bütün kapılar kapatılmış, yalnızca Muhammed aleyhisselamın kalbinden giden yol açık bırakılmıştır. Diğer bütün Peygamberler (aleyhimüsselam) bile, Muhammed aleyhisselamı tasdik edip, O’nun nurlu kalp yolunu seçip cennete girebilirler!
İmam-ı Rabbani hazretlerinin evlad-ı mükerremleri olan İmam-ı Muhammad Ma’sum hazretleri (kaddesallahü esrarahüma), Resulullah’a (aleyhisselam) tabi olmayı şöyle açıklıyor: “Resulullaha (sallallahü aleyhi ve sellem) âdet ve ibadette az ve çok benzemeyi büyük saadet ve bereket ve yüksek derecelere kavuşmak bileler. Sevgiliye benzeyenler sevgili ve uyanlar dahi beğenilmiştirler.” (5. cilt, 71. Mektup)
Ayrıca; “Resulullaha (sallallahü aleyhi ve sellem) tabi olmadıkça, kurtuluşa ermenin mümkün olmadığını ve; O’na (aleyhisselam) olan muhabbetin, her şeyden ve kendi nefsinden ziyade olmayınca, imanın tamam olmayacağını” vurguluyor. (5. cilt, 110. Mektup ve 4. cilt, 128. Mektup)
Mübarek Hocamız H. Hilmi Işık efendi (kuddise sirruh), Resulullaha (sallallahü aleyhi ve sellem) tabi olmanın yedi derecesini şöyle açıklamaktadır:
Birincisi, ahkam-ı islamiyyeye inanarak, bunları öğrenmek ve yapmaktır. Bütün Müslümanların ve âlimlerin ve zahidlerin ve abidlerin (rahmetullahi aleyhim ecmain) tabi olması, bu derecededir. Bunların nefisleri iman etmemiştir. Allahü teala, merhamet ederek, yalnız kalbin imanını kabul etmektedir.
İkincisi, emirleri yapmakla beraber, Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün sözlerini ve âdetlerini yapmak ve kalbi kötü huylardan temizlemektir. Tasavvuf yolunda yürüyenler bu derecededir.
Üçüncüsü, Resulullah’ta (sallallahü aleyhi ve sellem) bulunan hallere, zevklere ve kalbe doğan şeylere de tabi olmaktır. Bu derece, tasavvufun (Vilayet-i hassa) dediği makamda ele geçer. Burada, nefis de iman ve itaat eder ve bütün ibadetler, hakiki ve kusursuz olur.
Dördüncüsü, ibadetler gibi bütün hayırlı işler hakiki ve kusursuz olmaktır. Bu derece, (Ulemâ-i rasihin) denilen büyüklere mahsustur. Bu rasih ilimli âlimler, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerin derin manalarını ve işaretlerini anlar. Bütün Peygamberlerin Eshabı (radıyallahü teala anhüm ecmain), böyle idi. Hepsinin nefisleri iman etmiş, mutmainne olmuştur. Böyle tabi olmak, ya tasavvuf ve vilayet yolundan ilerleyenlere veya bütün sünnetlere yapışarak bütün bid’atlerden kaçanlara nasip olur. Bugün, dünyayı bid’at kaplamış, sünnetler kaybolmuştur. Bugün, sünnetleri bulup yapışmak ve bid’at deryasından kurtulmak, imkân haricinde kalmıştır. Bid’atler, âdet hâlini almıştır. Halbuki, âdetler ne kadar yerleşmiş ve yayılmış olsalar ve ne kadar güzel görünseler de, din ve ahkam-ı islamiyye olamaz. Küfre sebep olan ve haram olan şeyler, âdet hâlini alsalar, helal ve caiz olmazlar. (Demek ki, bu dereceye kavuşmak için, tasavvuf yolundan ilerlenir. Bu yola, tarikat denir. İlk asırlarda, sünnetlerin hepsine uymak kolay idi. Tasavvufa lüzum yoktu.)
Beşincisi, Resulullaha (sallallahü aleyhi ve sellem) mahsus kemalata, yüksekliklere tabi olmaktır. Bu kemalat, ilim ve ibadet ile ele geçemez. Ancak, Allahü tealadan, lütuf ve ihsan ile gelir. Bu derecede olanlar, büyük Peygamberler (salevatullahi aleyhim ecmain) ve bu ümmetin pek az büyükleridir.
Altıncısı, Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) mahbubiyyet ve ma’şukiyyet kemalatına tabi olmaktır ki, Allahü tealanın çok sevdiklerine mahsustur ve lütuf ile ele geçmez, muhabbet lazımdır.
Yedinci derece, insan vücudunun her zerresinin tabi olmasıdır. Tabi metbu’a o kadar benzer ki, tabi olmaklık aradan kalkar. Bunlar da, sanki Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gibi, aynı kaynaktan, her şeyi alır.”
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.