Ahmet… Bir oksimoron...

A -
A +
Yıl 1987. Hürriyet gazetesinde muhabirim. 
Öğrenciliğimde yıllarca sosyalizm idealleriyle gazetecilik yapıp açlığa talim ettiğimden pek hevesli değildim Hürriyet gazetesinde çalışmaya.
Hürriyet’te işe başlamamın çıkış noktası çok farklıydı.
Haber Müdürü rahmetli Hasan Yılmaer’den randevu almış ve ondan
saplantılı biçimde yapmak istediğim “Doğduğu yerden döküldüğü yere kadar botla Kızılırmak gezisi” projesi için sponsorluk istemiştim. Dizi yazı ve fotoğraflar karşılığında bize bot ve çadır alacak, biraz da harçlık vereceklerdi. Tabii bu benim fikrimdi. Ancak dünyanın en tonton insanlarından Hasan Bey öyle sevimliydi ki CV’mde iş hukuku uzmanı olduğumu ve bu konuda kitaplar yazdığımı görünce “Sen önce bir başla, ben seni sonra Kızılırmak’a gönderirim” diye bastırdı.
Başladım…
Ama o “Sonra Kızılırmak” vaadini hiç yerine getirmedi. Lakin tuhaf biçimde içimdeki gazetecilik şeytanı yeniden harekete geçmiş ve ben hayli ısınmıştım muhabirliğe…
Yaklaşık bir ay sonraydı sanırım. Dâhili hattan gelen telefondaki sesle tanıdım Ahmet’i. “Ben iki kat yukarıdayım, gelsene” dedi. Gazetede kısa kısa parçalar hâlinde “Bir günün hikâyesi”ni yazıyordu. Yaptığım haberler ilgisini çekmişti.
Öyle başladı tanışıklığımız.
Bana “Gittiğin işlerin haberlerinde yer vermediğin ilginç olaylar ya da diyalogları paslar mısın?” dedi.
Neredeyse her gün ona uğrayıp çeşitli anekdotlar aktarıyordum. Öyle eğlenceli ve tatlı bir adamdı ki kısa zamanda kaynaştık. Sonraları bize ekonomi servisinde kulis yazan Neşe Düzel de katıldı. Ya da daha önce katılmıştı, artık bilemiyorum…
Hürriyet maceram bitmeden Ahmet, Asil Nadir’in satın aldığı Güneş gazetesine geçti. Ben kaldım ama solculuğum ve sendikal faaliyetlerim nedeniyle Hürriyet’ten çıkarılınca Ahmet’i aradım. Yarım saat sonra “Hemen buraya gel” dedi.
Güneş’te işe başladım. O “Bir günün hikâyesi”ni farklı bir isimle devam ettiriyordu ve ben yine ona sık sık uğruyordum.
Sonra ilk özel televizyon olan İnterstar’a geçtim. Bir baktım Ahmet’le Neşe de orada. Kırmızı Koltuk diye bir program yaptılar epey süre. Tabu hâlindeki değinilmemiş konularla Türkiye’yi salladılar
Bir buçuk yılın sonunda kanalın ortakları Ahmet Özal ile Cem Uzan anlaşamadı. Ahmet Özal, babası Turgut Özal’ın da isteğiyle Kanal 6’yı açtı. Ahmet ve Neşe de oraya geçti. 
İnterstar’da kadrolar değişiyordu, kalamayacağımı anladım ve yine Ahmet’i aradım. Ahmet beni oraya da aldırdı.
Evet, Kanal 6 onunla birlikte son durağımdı ama hayatımdaki yeri çok önemliydi. Çünkü Ahmet bana göre çok duygusal, insanları farklı biçimde seven, egosu hayli yüksek olsa da doğru bildiğini yapan bir adamdı. 
2007’ye dek sık olmasa bile birkaç kez çeşitli vesilelerle bir araya geldik.
Taraf gazetesini kurduğunda da ziyaretine gittim. Epey sohbet ettik. Şakacılığı, takılmaları, sevecenliği hep aynıydı.
Dediğim gibi, tabuları yıkma konusunda ustaydı. Dili öyle sivriydi ki yıllardır ülkede hâkimiyet süren Kemalist askerî vesayeti çılgına çeviriyordu. Sürekli darbeyle tehdit eden ve arkasına da siyasi parti olarak CHP’yi alan darbeci gelenek topyekûn ona saldırırken, Ahmet cesurca yazılar yazıp haberler yaptırarak ve attığı kışkırtıcı başlıklarla gündem olmayı başarmıştı.
Sanıyordum ki kendi kıt imkânlarıyla bu gazeteyi çıkarıyorlar. Yanına gittiğimde beni “Bak gazetenin sahibi Başar” diye tanıştırdığı tuhaf adamın üzerinde durmayışımın sebebi de buydu zaten. O vakit anlamlandıramadığım bir “tarzı” vardı. İlk izlenimim şuydu:
Bu adam kendi gibi değil. Aslını saklayıp çok farklı biriymişçesine davranıyordu. Elinde golf sopası ve golf şapkasıyla, Amerikalıların giydiği türden kareli pantolonuyla dolaşması ise çok eğreti duruyordu üzerinde…
O profilin “Cemaatçi”dediğimiz insan prototipi olduğunu çok sonra anlayacaktım.
Neyse.
Sonrası malum hikâye…
Ben Ahmet Altan’ın, hakkında dünyada çıkmış en övücü yazıları, müthiş bir edebî üslupla kaleme aldığı Tayyip Erdoğan’ı devirmeye karar vereceğini, açık açık Fetullahçıları destekleyeceğini aklıma bile getirmemiştim.
Büyük bir ümitle bekledim. 
Neden biliyor musunuz?
Güzel hizmetler yaptığını belirterek “Cemaat”i savunduğu bir yazısında  “Eğer Cemaat hükûmeti devirmeye kalkarsa ben hükûmetin yanında yer alırım” dediği için.
Olmadı. 
Niye bilmiyorum. 2012’de başladı ona “diktatör” demeye. 
Eşim “Bence oğlu nedeniyle FETÖ ona şantaj yaptı” diyor. Bunu söyleyen “Ahmet rehin alındı” diye düşünen pek çok kişi daha var.
Yine de bir açık kapı bırakırım ama benim tanıdığım Ahmet öyle şantajlara pabuç bırakmaz.
Ahmet yaptığı şeye ve arkasında durduğu cemaate, inanıyordu.
Asıl acı olan buydu.
Ahmet’e inanmadığı hiçbir şeyi yaptıramazsınız. Dediğim gibi, ölümüne gider. Öyle ki bir dönem herkesi iyi niyetli bir hizmet kuruluşu olduğuna ikna eden bir katil sürüsünü savunduğunu, masum birer insan gibi gülümseyip arkadan iş çeviren vicdansızlara omuz verdiğini ayırt edemeyecek denli inanır.
Cezaevinde aynı odayı paylaştığı adama yazdığı güzellemeyi okuyunca ve o adamın sadece ByLock kullanıcısı bir FETÖ’cü değil aynı zamanda Fetullah denen iblisin yeğeni Selman Gülen olduğunu öğrenince bir kere daha hayal kırıklığına uğradım.
Kâğıttan flüt yapıp çalmış, ziyaretçisi yokmuş, oğlu gibiymiş...
Ahmet 15 Temmuz gecesi oğlum dediği adamların katlettiği gencecik çocuklar için ne düşünüyor merak bile etmiyorum artık. 
Hepsi 16 yaşındaydı oysa. Babasıyla birlikte kurşuna dizilen Abdullah Tayyip Olçok, tanklarla ezilen Engin Tilbaç, helikopterden açılan ateşle katledilen Özgür Mustafa Karasakal, Halil İbrahim Yıldırım, Mahir Ayabak, Mutlu Can Kılıç, Rüstem Resul Perçin, Uhud Kadir Işık…
Hâlâ devleti ele geçirmeye çalışan ABD piyonu bir terör şebekesini böyle savunuyor olmasını anlayabilmiş değilim Ahmet’in.
Sonra beyin datalarımdan, söylediğinde öylesine edilmiş laflar diye üzerinde durmadığım cümleleri birer birer hatırıma geliyor.
Şimdi yeniden tutuklandı ve muhtemelen de “Oğlu Selman Gülen”in yanına döndü.
Saçma bir şekilde hayal ediyorum işte.
Acaba “Selman, sen ve amcan, nasıl bunları yaptınız, nasıl 252 cana kıydınız, onca çocuğu katlettiniz be oğlum?” diye sorar mı?
Ahmet…
Şakacı, eğlenceli, cesur, iyi kalpli ama yüzlerce insanı öldürten, ülkemize kasteden kötülük sembolü bir katilin en yakın dostu ve destekçisi. 
Ve o iblisin hedefinde kim varsa hepsinin düşmanı. 
Oksimoron gibi gelecek size ama gerçek bu.
Roman yazarı olsa da aslında romanı yazılacak adam Ahmet…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.