Eğer o tedarik zincirini halkın boynuna dolayanları pişman etmezseniz…

A -
A +
“Beşiği sallanmamış ve mezarı kazılmamış bir Âdemoğlu var mıdır bu dünyada?”
Şu anda 90 yaşında ve hayatta olan en bilge Çerkes Yazarı Meşbaşe İshak’ın(*) bir sözü bu.
Bu sözün şüphesiz ki tüm toplumlarda farklı biçimlerde karşılığı var.
Siyasette de kullanılır.
Misal Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ta en başından itibaren “Biz bu yola kefenimizle çıktık” dedi sık sık.
Kastetttiği belliydi:
“Sizin tehditlerinizden, alçaklıklarınızdan ve darbelerinizden korkmuyorum!”
Çünkü biliyor ve tahmin ediyordu geçmiş tecrübelerden olacakları; askerî muhtıraları, yargı darbelerini, kumpasları ve hatta 15 Temmuz FETÖ’cü darbeyi…
Nitekim hepsini gördü, gördük.
Başlıktaki mevzuya gelelim.
Şimdi 31 Mart 2019 yerel seçimlerinden önce denedikleri diğer yönteme, yani “patates-soğan kumpası”na yatay geçiş yaptılar.
Ama nihai hedef aynı:
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan.
Onu devirmek.
Önce gıda ve adalette sorun çıkarmak, sonra o sorunları kaşıyıp kanırtmak, ardından speküle edip o malum senaryoyu uygulamaya sokmak.
SENARYOYU TEKRAR HATIRLAYALIM:
1- Başlangıçta uluslararası bankalar kuru fırlatır, maliyetler yükselir.
2- İçerideki oligarşik yapı ile sermaye grupları ham madde ve perakende kanallarında fiyatları artırır.
3- Muhalefet+muhalefet medyası+sosyal medya kanalları işletilerek, bu fiyatların yüksekliği üzerinden propaganda ve algı operasyonları yürütülür.
4-Yaygınlaşan memnuniyetsizlik tepkiye dönüştürülerek provokatif eylemlerle kaos çıkarılır ve erken seçim zorlanır.
5-Fırsat ve zemin bulunursa da yeniden bir militer müdahalenin yolları aranır.
Dünyanın her yerinde bu yöntem işe yarar. Neticede ortalama yurttaş cebine ve geçimine bakar, hayat standardı düşen kimse yönetimden memnun olmaz. Üstüne üstlük organize bir kışkırtmaya maruz kalırsa kontrol edilemez bir kaos başlar.
Palyatif ve işe yarayacağı meçhul önlemlerle ve suçun tamamını marketlere atarak bir sonuca varılamaz.
Evet, o kadar da masum değiller ama iktidarın bu tür ana akım market zincirlerine “alternatif” olsun diye desteklediği “muhafazakâr” isimlerin ve oluşumların sahibi olduğu marketler ne yapıyor dersiniz? Bakıyoruz ötekilerle âdeta yarışmaktalar.
Neden? Hiç düşündük mü? Sahiplerinin değişen siyasi angajmanları olmasın?
Oysa asıl sorun adına “tedarik zinciri” denen ve vatandaşın boynuna dolanan zincirde.
Ziraat Odaları Başkanı bağırıyor “Üreticiden 1’e alıp 5’e satıyorlar” diye.
Ta geçen yerel seçim öncesindeki tecrübeden ders çıkarılıp tedbir alınmalıydı ama geç kalınmış değil.
 
ÜÇ ÖNEMLİ VE ACİL ÇÖZÜM ÖNERİSİ
 
1-Çok güzel girişim olan ve üreticiden tüketiciye makul fiyatlarla gıda ulaştıran Tarım Kredi Kooperatifi Marketlerinin daha geçenlerde ancak 50’ncisi açılabildi. Oysa yüzlercesi Türkiye’yi donatmalıydı kısa sürede. Sayı hızla artırılmalı. 20 günde iki muazzam pandemi hastanesi yapan Türkiye Cumhuriyeti için bunlar devede kulak işler. Yeter ki karar verilsin.
2-Malum, geçen yerel seçimlerde istenilen sonuç alınınca 10 liralık patates üç gün sonra 1,5 liraya inmişti. Çünkü bu spekülasyonu tedarik zinciriyle birlikte İstanbul’daki İKİ GIDA HALİ’nde, piyasayı kontrol eden birkaç aracı üzerinden yaptılar. Eğer 16-17 milyonluk şehrin tüm yaş meyve-sebzesi 2 adet HAL’e gelirse bundan kaçamazsınız.
ÇÖZÜM, her ilçede rekabete açık haller oluşturmak ve üreticinin doğrudan buralara erişimini sağlamaktır.
3- Stokçuların anasından emdiği sütü burnundan getirmelisiniz. Cezalar çok ağır olmalı. Tıpkı Avrupa’daki gibi.
Sakalımız yok, dinleyen de yok. Koronavirüs salgınından daha olağanüstü bir dönem geçirdi mi bu ülke? 15 Temmuz darbe girişiminden öncesi ve sonrasından da kritik bir dönemdeyiz. İnsanlar bağırlarına taş basıp bekliyor sabırla. Ama bu sabrı daha ne kadar zorlayabilirsiniz?
Şayet piyasa mekanizmalarını düzgün çalıştırmazsanız, bu tür oligarşik kümelenmelerden her an OPERASYON yeme riskiniz var. Kendi halkına F-16’larla saldıracak kadar gözü dönmüş bir örgütle ve onun ardındaki karanlık odaklarla karşı karşıya olduğumuzu unutmamalıyız.
Ne yapacaksanız yapın, ama bir an önce yapın. Bu dönemden daha olağanüstü bir dönem yaşanmadı bu ülkede ve dünyada?
Tedarik zincirini halkın; üreticinin ve tüketicinin boynuna dolayanları pişman etmediğiniz sürece bilin ki gün gelir o zincir iktidarın boynuna dolanır.
Gıda yoksa iktidar da yok demektir.
Not: Bu yazıdaki ekonomik yorumlarda Blogger Ahmet Arıkan’ın http://analiztarih.blogspot.com/ sitesindeki makalesinden faydalandım.
.....
(*)Rusya Federasyonu’na bağlı Adigey Cumhuriyeti vatandaşı olan Meşbaşe İshak ilk kitabı 1953'te yayımlandı. Günümüze kadar 80'den fazla kitap yazan Meşbaşe İshak'ın Adigece (Çerkes dili) ve Rusça tüm eserlerinin toplam baskısı 3 milyonu aşmakta. İki romanı; Bitmeyen Umutlar (1999), Taş Değirmeni (2000), Çerkes Sürgünü'nü anlatan son romanı Sürülenler (2015) Türkçe olarak Türkiye’de de yayınlandı.
 
BND aparatı DW’nin “Saray ve Ölüm” metaforları
 
Emin olun, kimileri bu satırları okuduğunda yok artık, “Amma evham yapmışsınız” diyecek.
Siz yine de bu gözle değerlendirin. Ülkemizde son 15 yıl içinde neler yaşadığımızı, ne kumpaslar, ne algı operasyonları yediğimizi hatırımızda tutarak.
Alman dış istihbarat teşkilatı BND’nin resmî yayın organı DW, Türkçe versiyonunda önceki gün Rusya’daki Baykal Gölü'nün kenarında tek başına yaşayan, 20 yıldır emekli olduğu hâlde çalışan Ljubov Morechodova adlı kadınla röportaj yapmış. Yaşadığı yerde âdeta bilgeleşmiş kadın “Ben boş duramam” diyor ve devam ediyor:
“İnsanlar hiçbir zaman mutlu değil. Her şeyi kötü buluyorlar. Kiminin çok fazla paraya ihtiyacı var, kiminin de saraya. Üç tahta ve üstüne bir örtü, insan daha fazlasına ihtiyaç duymuyor. Öyle ya da böyle öleceğiz. İster sarayda, ister başka bir yerde.”
Ne güzel söylemiş değil mi? Özellikle de daha çok para ve daha çok kazanma hırsıyla hayatını tüketen insanlar için. Üstünkörü baktığında DW adlı bu istihbarat aparatı “Süper bir gazetecilik” yapmış diyorsun.
Kazın ayağı öyle değil işte.
Bu konuşmada geçen “SARAY” anahtar kelime. Putin’i devirmeye yönelik başlatılan Navalny tezgâhının yanı sıra Erdoğan’ı sürekli SARAY kelimesiyle yan yana anmak da aslında hep gündemlerinde. Bu röportaj, algı operasyonlarının bir parçası olarak yalnızca küçük bir çalışma. 
Emekli rus kadını şöyle diyor:
“Öyle ya da böyle öleceğiz. İster sarayda, ister başka yerde...”
Tayyip Erdoğan, başkanlık sistemi için işlevsel olacağına inandığı için inşa ettirdiği, muhalefetin ise ısrarla “Saray” diye sıfatlandırdığı Külliye’yi, Allah gecinden versin emr-i Hak vuku bulduğunda, öteki âleme götürecek değil.
“Biz bu yola kefenimizle çıktık” diyerek her türlü darbeye direnen, gerektiğinde canını ortaya koyan Erdoğan, verilmek istenen mesajdaki gibi korkar mı?
Ama işte DW gibi provokatör yayın organları her türlü algının zeminini böyle ucuz numaralarla akıllarınca hazırlamaya çalışırken, Melih Altınok’un deyimiyle gücü sinsiliğinde olan Habertürk ekranlarına konuk olan bir eski CHP milletvekili de “Erdoğan dünyanın en zengin adamlarından biri” algısıyla hazırlanan kumpas zeminine bir odun daha atıyor.
Niyetleri belli.
Alevi vatandaşların evlerine çarpı işareti koyan ve bunun yaygarasını sosyal medyada eş güdümlü olarak yapmaya başlayan provokatör alçakların da, Kâbe’yi ayaklarının altına alan Boğaziçili LGBTİ’li faşistlerin de...
Boğaziçi’ndeki provokasyonun üzerinden daha kaç gün geçti? CHP’nin eski MLKP’li il başkanının okulun dibinde eski yoldaşlarıyla bitiverdiğini balık hafızalı değilsek unutmadık.
Bunlardan daha çok olacak, emin olun. Tüm bunların üzerine “Gıda spekülasyonuyla ilgili” yukarıdaki yazımı koyun ve bir karar verin.
Bana da bildirin kararınızı.
 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.