Emperyalist hamlelere hançer: Türkiye’nin meşru savaşı

A -
A +

Dr. TELMAN NUSRETOĞLU
Türk İslam Araştırmaları Merkezi Başkanı

Şanlı Mehmetçik; Osmanlı yurdu, İslam diyarı olan Fırat havzasında kümelenen hainler ordusunu, Afrin harekâtıyla tarihin çöplüğüne gömmek için harekete geçmiş, hamdolsun. Tarihî günlere şahitlik ediyoruz. SSCB’nin inkırazından sonra teşekkül eden yeni dünya jeopolitiğinde, Balkanlardan Orta Asya’ya uzanan stratejik kuşakta, potansiyel tarihî, kültürel, demografik kardeşlik havzasında Ankara liderliğinde yeni bir Türk-İslam gücünün oluşumunu gören küresel emperyalizm, bu kutlu doğuşu engellemek için Orta Doğu’ya, Avrasya’ya yeni sınırlar çizmeye, böl yönet politikalarını daha da derinleştirerek Türkiye sınırları boyunca yeni bir proje devlet kurmaya karar verdi. Malum süreç, 1992’de başlayan Birinci Körfez Savaşı’nın ardından ABD’nin Irak’ın kuzeyinde uçuşa yasak bölge oluşturmasıyla başladı. 36. Paralel olarak adlanan bu emperyal hamleyle Irak, defakto parçalanıyor ve aşamalı olarak Akdeniz’e uzanan sözde Kürt devletinin sınırları çiziliyordu. Türkiye’nin kardeş coğrafyalarla bütünleşerek gücüne güç katmasını sağlayacak merkezî konumunu, tarihî misyonunu sürdürmeye çalıştığı her aşamada, her açılımda küresel emperyalizm de içeride ve dışarıda karşı projeler üretmeye devam etmiştir.
En son Türkiye’nin, coğrafyanın gerçeklikleriyle iktisadi, siyasi büyüme hedefi ve stratejisi arasında reel bir çerçeveye oturtmaya çalıştığı, komşularıyla sıfır sorun, bölgesel huzur ve iş birliği projesine, Suriye de dâhil, geliştirilen ilişkilere karşı yıkıcı Arap baharı projesinin ortaya atıldığına şahit olduk. Çatışma ve kaosun yaşanmadığı, muazzam kardeş pazarlarının Türkiye’nin yüzüne açıldığı her gün, Türk İslam dünyasının kültürel, fikrî entegrasyonunun da derinleşmesine neden oluyordu. ABD’de çoğu Yahudi kökenli kişilerin başkanlık ettiği Kürt Enstitülerinin ve ABD derin devletinin hazırladığı raporlar çerçevesinde tedricîlik metoduyla Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin Araplar üzerinde uyguladığı faaliyetlere benzer bir faaliyet, bölge Kürtleri üzerinden gerçekleştirilmeye çalışıldı. İki bin yıllık birikimi olan Türk devlet geleneğini arkasına alan Erdoğan’ın destansı mücadelesi sayesinde, Gezi olaylarından 15 Temmuz’a uzanan süreçteki sinsi hamlelerle İslam dünyasının kalesini içten ele geçirme teşebbüsleri başarısızlığa uğradı.
Fırat Kalkanı’yla küresel emperyalizmin operasyonu bitti. Karargâhı Anadolu olan ümmet coğrafyalarının müstemleke zulmünden kurtarılmasına yönelik Türkiye operasyonları başladı. Katar, Sevakin, Somali üsleri, Barzani ve arkasındaki güçlere verilen büyük ders...
Afrin operasyonu, otuz yıldır terör koridoru projesine yatırım yapan ABD emperyalizminin Orta Doğu’dan başlayacak çöküş sürecini de hızlandıracaktır. Kaos cephesinin planları, Türkiye’nin cansiparane mücadelesi ve bütün ümmet coğrafyalarını, mazlum dünya halklarını uyandırmasıyla tersine dönmüş, milletlerin hafızası uyanmış; giderek aleni hâl alan oyunlar, maşa örgütler, rejimler açığa çıkmış, ifşa olmuştur. Türkiye’nin artık bilumum İslam dünyasının maşerî  vicdanını, onurlu mücadelesini temsil ettiğini bütün Orta Doğu görüyor. Bu yüzden Arap’ıyla, Kürt’üyle, Türkmen’iyle bölgenin devşirilmemiş yapıları bu savaşta Türkiye’nin zaferi için rol almaya, katkı sunmaya can atıyor. Bu uçsuz bucaksız coğrafyadan Türkiye için duaların yükseldiğini görüyoruz. Türkiye aynı zamanda, İslam âleminin müstakbeldeki adıdır.  
Âdeta iki bin yıllık hesaplaşma hırsıyla hareket edenler; Malazgirt’i, 1453’ü unutamazlar. Neden asırlardır sistematik olarak Türkiye küresel emperyalizm tarafından hedefe oturtuluyor sorusu, akıl ve vicdan sahibi her bir Müslüman’ı düşündürmeli. Türklüğün, İslam ümmetinin, hak ve adalet arayan insanlığın şuur ve hafızasında asırlardır Türkiye’nin karargâh olduğu algısı var. Bu sebeptendir ki tarih boyu, farklı coğrafyalarda müstemleke altında yaşasalar da dünyada milyonlarca Müslüman’ın kalbi hep Türkiye’yle atmış, zor zamanlarda dua ve yardım sedaları Türkiye için yükselmeye devam etmiştir.
 Balkan savaşı sırasında Türkistan, Azerbaycan, Kazan ve Hindistan’da on binlerce insan gözyaşıyla, yoğun duygu seliyle Osmanlının zaferi için muazzam bir yardım seferberliği başlatmıştır. ‘Gardaş’ Azerbaycan Türkleri, çeşitli cephelerde çarpışan kardeşlerine yardım etmek için Osmanlının Bakü konsolosluğu önünde mahşerî bir kalabalık oluşturunca korkuya kapılan Çarlık rejimi Osmanlının Bakü konsolosluğunu kapatmamış mıydı? Azerbaycanlı hayırsever iş adamı Zeynelabidin Tağıyev, aydınlarla birlikte teşkil ettiği Müslüman Hayriye Cemiyeti üzerinden tarihî İsmailiye binasında Mehmetçik için yardım kampanyası düzenlemekle yetinmemiş, İstanbul’a temsilci göndererek Mehmetçiğin üniformalarını kendi tekstil fabrikasında hazırlatma arzusunda olduğunu bildirmişti. Çırpınırdı Karadeniz’in yazarı Ahmet Cevat’ın Balkan savaşı sırasında Osmanlıya yardıma koşan Kafkas Gönüllü Birliğinin askeri olduğunu, 1937’de Pantürkist, Panislamist suçlamalarıyla kurşuna dizilirken hiç eğip bükmeden “doğrudur, oraya kardeşlerime yardıma gitmiştim” dediğini birçoğumuz bilmeyiz.
Bakü’de 1911’de kurulan çiçeği burnunda Müsavat Partisi, Rusya Müslümanlarına yönelik çağrısında şöyle yazıyordu: “Dindaşlar! Biliniz ve agâh olunuz ki, yegâne ümidimiz ve çare-i necatımız Türkiye’nin istiklal ve terakkisindedir... Trablus, Bosna-Hersek, şimdi de Balkan meselesini çıkarıp her taraftan toplar, tüfekler bombalar, hançer ve nizelerini (mızrak) alarak âlem-i İslam’ın kalbine sapladılar. Onu parçalamak ve tamamiyle payimal etmek istiyorlar...”
Sadece Azerbaycan Türklerine değil, bütün Türkistan ve Rusya Müslümanlarına aynı duygular hâkim değil miydi? Türklerin Pasifik’ten Akdeniz’e insanlığın iki bin yıllık tarihini temsil ettiğini, yüzyıllar boyu Çin, Rusya, Hazar ve Karadeniz havzası, Orta Doğu’da tüm din ve kültürleri, bayrağı altında barış içinde yaşattığını, Cengiz Han, Selçuklu, Mısır Memlukleri, Timur, Babürler, Osmanlı olmadan dünya tarihi yazmanın mümkün olmadığını göz önünde tuttuğumuzda her şey daha net anlaşılmıyor mu? Günümüz dünyasında Türkler kadar soydaş, akraba, dindaş topluluklarıyla var olan, üstelik tarihin adaletini, ihtişamını temsil eden başka bir millet yoktur.
Türkiye yerleştiği coğrafya ve tarihî birikimi itibarıyla dünyanın en az üçte birini kendi mihveri etrafında toplayabilecek, inkıtaa uğrayan medeniyet yürüyüşünü kaldığı yerden sürdürecek potansiyele sahip olduğu için hedeftedir azizlerim.
Türkiye, Fırat Kalkanı’yla başlayıp Afrin’le devam eden karşı atağı, yürüttüğü meşru savaşı ve küresel emperyalizm karşısındaki dik duruşuyla dönemin iki süper gücü olan Sasani ve Bizans’ı az sayılı ordusuyla mağlup eden “sahabe ruhu”nu diriltmiştir. Zafer, inananların ve adalete sımsıkı sarılanlarındır...

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.