Kafkasya’nın dünü ve bugünü

A -
A +

NUMAN AYDOĞAN ÜNAL
turkdunyasi@hotmail.com
İhlas Vakfı Türk Dünyası Koordinatörü

Kafkasya, Anadolu ve Türkistan için Ruslara karşı âdeta bir set idi. Şeyh Şamil’in esir düşmesinden sonra Ruslar doğuya doğru ilerlemeye başladı. Daha önce bir türlü giremedikleri tarihî Türkmen şehri Göktepe’yi ele geçirerek otuz beş bin kişiyi öldürdüler. Bundan sonra bütün Türkistan’ı, son olarak da Afganistan’ı işgal ettiler…

Karadeniz’in doğusuyla Hazar Denizi’nin batısında yer alan Kafkasya’nın, Türk-İslam tarihinde sosyal ve kültürel yönden çok mühim bir yeri vardır. Ayrıca, Asya ve Avrupa arasında stratejik bir öneme sahiptir. Kafkasya’da Avar, Adige, Çerkez, Çeçen, İnguş, Kabartay, Kumuk, Karaçay, Lak, Lezgi, Nogay ve Ahıska Türkleri gibi pek çok etnik grup ve diller bulunmakta. Ancak bu grupların hepsinin aralarındaki birlik ve beraberliği, Müslüman olmaları temin etmektedir.
İslam’ın ikinci halifesi Hazreti Ömer zamanında, 643 yılında İran fethedilerek Sasani Devleti ortadan kaldırıldı. Böylece, İslam ordularına Kafkasya yolu açıldı. Yine Hazreti Ömer’in zamanında, Suraka bin Ömer komutasındaki 5 bin kişilik bir İslam ordusu, Hazar Denizi kıyılarını fethederek Kafkas dağlarına ulaştı. Suraka bin Ömer’in vefatından sonra ordu komutanlığına tayin edilen Abdurrahman bin Rebîa yeniden kuzeye doğru ilerleyerek Derbent’i fethetti.
İslamiyet’in Kafkasya’da silinmez bir şekilde yerleşmesinde, Osmanlı devlet adamı Soğucak Valisi Ferah Ali Paşa’nın çok büyük rolü oldu. Ferah Ali Paşa, Kuzey Kafkasya’nın manevî fatihidir. Bölgenin en büyük şehri Anapa’yı kurdu. Pek çok Osmanlı askerini, Kafkasyalı kızlarla evlendirdi. İstanbul’dan hocalar getirterek yerli kabilelerin İslamiyet ile şereflenmelerini ve Osmanlı Devleti’ne bağlılıklarının artmasını sağladı. Ferah Ali Paşa’nın gayretleriyle İslamiyet Kafkasya’da hızla yayıldı.

RUSLAR HUZURLARINI KAÇIRDI
Kafkasyalı kabileler serbest, hür, bolluk, bereket ve huzur içinde yaşıyorlardı.  19.asrın başlarından itibaren ise Rusların Kafkasya’yı işgal hareketleri başladı. Bunun üzerine Müslüman Kafkas halkı, din gayreti ve vatan sevgisiyle Ruslara karşı koyarak kahramanlık destanları yazdılar. Bu mücadelede tasavvuf ruhunun ve azminin büyük tesiri vardı. Özellikle Mevlana Halid-i Bağdadî hazretlerine bağlı Nakşî-Halidî yolunun büyük rolü oldu.
İmam-ı Mansur Ruslarla mücadelede büyük başarı elde etti.  Onun vefatından sonra da mahallî imamlar tarafından mücadeleye devam edildi.  Gazi Muhammed’in 1832 ve onun yerine geçen Hamza Bey’in de 1834’te Ruslar tarafından şehit edilmeleri üzerine, Dağıstan mücahidleri Şeyh Şamil’i reis seçtiler. Şeyh Şamil, hem devlet başkanı hem tasavvuf şeyhi olarak 25 yıl gibi uzun bir müddet, 270 bin kişilik tam teçhizatlı Rus ordularına karşı mücadele vererek büyük zaferler kazandı. Üstün Rus kuvvetleri karşısında direnme gücü kalmayan Şeyh Şamil, 6 Eylül 1859 günü imzaladığı bir antlaşma ile iki oğluyla birlikte Ruslara teslim olmak mecburiyetinde kaldı.

OSMANLIDAN YARDIM İSTEDİLER
İmam Şamil, zalim, işgalci emperyalist Rus kuvvetlerine karşı büyük bir mücadele veriyordu. Ancak düşman kuvvetlerinin korkunç bir sayı ve silah üstünlüğü, onu mecburen İslam ülkelerini harekete geçirmek için diplomatik teşebbüslerde bulunmaya zorlamış, ama hiçbir netice alınamamıştı. Bu meyanda  Şeyh Şamil’in mürşidi ve kayınpederi olan büyük İslam âlimi Şeyh  Cemaleddin Gazi Kumukî hazretleri de Osmanlı Şeyhülislamının dikkatlerini Kafkasya üzerine çekmek üzere 1848’de aşağıdaki mektubu göndermişti.
“Bismillahirrahmanirrahim...
Ey kıymetli kardeşim!
Sizin ve padişahın yüce divanının âlimlerinin sessiz kalışına şaşıyorum. İçinde bulunduğumuz feci durumu bildiğiniz halde niçin Sultan’ı,  yakınlarını, mühim kişilerini ve liderlerini ikna etmiyorsunuz? Susmaya hakkınız var mı? Kıyamet günü Allahü teâlâ sizi suale çekerse ne cevap vereceksiniz? Sizin hakkınızda kötü düşündüğümü gizlemeyeceğim. En büyük imam yüce halife sizi dinlediğinde ve siz de ona savaşa girmeyi tavsiye etmediğinize göre, başka türlü bir şey yapmanız gerekmez mi?
Ey ilmi ile âmil olan âlimler, ey kâmil müminler!
Sahip olduğunuz bütün imkânlarla İslam’ın düşmanlarına karşı savaşmak zorundasınız.  Osmanlı “Bâb-ı âlî”sinden, burada savaşan kimselere yardım ve destek sağlamasını istemelisiniz. Hem askerî yardım yapılmasını hem de devlet adamlarıyla görüşerek Rus Çarının bize karşı yaptığı harekâta son vermesini sağlamalısınız. Sadece bu hakir size müracaat ediyorsa da bu mesaj buradaki bütün âlimlerin bir şikâyetidir. Talebimizi kabul ederseniz, Allah sizi mükâfatlandırsın ve cennetine koysun. Kabul etmezseniz Allah bize yeter. O, kendisine güvenilen kimselerin en iyisidir. Yüce Allah’ın dışında güç ve kuvvet yoktur. O, merhametlilerin en merhametlisidir.”
Şeyh Cemaleddin Kumukî hazretleri, Şeyh Şamil’in teslim olmasından sonra Türkiye’ye geldi.
1869’da İstanbul’da vefat etti. Kabri Karacaahmet mezarlığındadır.
O zaman Osmanlı tahtında bulunan Sultan Abdülaziz Han, memleketin idaresini Âlî ve Fuâd Paşaların ve bunların yetiştirdiği masonların ellerine bırakmak mecburiyetinde kalmıştı. Bunlar da İngilizlerin siyasetine göre hareket ediyorlardı. Şeyh Şamil, yirmi beş sene Ruslarla kahramanca cihat yaparak, ordularını perişan ederken, seyirci kaldılar, yardımda bulunmadılar.  Şeyh Şamil’in esir düşmesine sebep oldular.
Kafkasya; Anadolu ve Türkistan için Ruslara karşı adeta bir set, baraj idi. Şeyh Şamil’in esir düşmesinden sonra Ruslar doğuya doğru ilerlemeye başladı. Daha önce bir türlü giremedikleri tarihî Türkmen şehri Göktepe’yi ele geçirerek otuz beş bin kişiyi öldürdüler. Bundan sonra bütün Türkistan’ı, son olarak da Afganistan’ı işgal ettiler.
Diğer taraftan 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 savaşında da İstanbul’da Yeşilköy’e, doğuda ise Erzurum’a dayandılar. 1914 Birinci Cihan Savaşında ise Trabzon, Erzincan, Muş ve Van’a kadar Doğu Anadolu’yu işgal ettiler. On binlerce insan öldü, yüz binlercesi muhacir oldu.

BAŞKA ÇARELERİ KALMADI
Kafkasya’dan ilk göç, çarlık zamanında oldu. Şeyh Şamil’in 1859’da esir olmasından sonra Ruslar, bütün Kafkasya’yı kontrol altına aldılar. Köyler yağmalanıp yok edildi. Hayvan sürüleri ve yiyecekler ellerinden alındı. Evleri, tarlaları harap edilen halk, açlık ve susuzluktan perişan oldu. Bu yüzden, vatan topraklarını terk etmekten başka çareleri kalmadı. Zaten Ruslar da halkın göçmesi için her gün baskı ve zulümleri artırıyordu. Kafkasyalılar, Karadeniz’in kuzey sahillerine adeta koyun sürüsü gibi sürüldü. Sahildeki bütün şehirler, köyler ve limanlar muhacirlerle doldu. Açlık ve hastalıklardan her gün yüzlerce insan ölüyordu.
Halk bir an evvel Osmanlı sahillerine ulaşmak için can atıyordu.  Tekne sahipleri para hırsıyla teknelerine haddinden fazla insan alıyorlardı. 50-60 kişilik bir tekneye 300 kişi sıkıştırılıyordu. Türkiye sahillerine ulaşmak 5-6 gün alıyordu. Fırtına, açlık ve susuzluktan onlarca insan, özellikle kadın ve çocuklar teknelerde ölüyordu. Ölüler denize atılıyordu.  Deniz adeta bir ceset tarlası gibiydi. Bu yüzden, bir zamanlar Çerkezler,  atalarının balıklara yem olmasından dolayı Karadeniz’in balıklarını yemezlerdi!
Büyük zorluklarla, ölüm-kalım mücadelesi vererek Türkiye sahillerine ulaşan göçmenler hakkında, Samsunda görevli sağlık müfettişi Dr. Barozzi’nin 20 Mayıs 1864 tarihindeki raporunda şunlar kaydediliyordu: ‘’Talihsiz göçmenlerin içinde bulundukları durumu tarif etmeye kelimeler yeterli değil. Kapı eşiklerinde, dükkân önlerinde, yolların, meydanların orta yerlerinde, bahçelerde, ağaç diplerinde, her yer hasta, ölmek üzere ve ölmüş insanlarla dolu.  30 - 40 kişi alabilecek bir depo binası, önceki güne kadar hepsi hasta veya ölmek üzere olan 207 kişiyi barındırıyordu.  Oradan, çürümekte olan birçok ceset çıkarttım. Bu olay göçmenlerin durumu hakkında bir nebze fikir verebilir.’’
Kafkasya’dan Osmanlı Devletine ulaşabilen yüz binlerce muhacir, Rumeli ve Anadolu’nun hemen bütün vilayetlerine yerleştirildiler. Ayrıca, bir kısım göçmen de Halep, Şam, Arabistan, Kıbrıs, Ürdün ve Cezayir’e gönderildi.

ÇİLE BİTMİYOR...
Osmanlı Devletine gelen muhacirler,  daha sonra 1877-1878 Savaşı (Doksan Üç Harbi), Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşının getirdiği sıkıntıları da çektiler. Yunanların Anadolu’yu işgal faciasını yaşadılar. Mesela,  Yalova’nın Reşadiye (Güney) köyü halkının tamamı, Dağıstanlı göçmenlerdendir. Bu bölgeleri işgal eden Yunanlar, diğer bütün köylerle beraber Reşadiye’yi de yakıp-yıkıp harabeye çevirdiler.  Ayrıca, Türkiye’de 1930-1950 yılları arasında da Kuran-ı kerimin ve ezanın yasaklandığı, camilerin kapatıldığı, din adamlarının hapis edildiği devri gördüler. Kafkasyalılar kendi  kendilerine: ‘’Biz, bu kadar eziyet çekerek buralara niçin gelmiştik!?...’’ diye sorarlardı.
Kafkasya’dan gelen ve Osmanlı topraklarında umumiyetle köylere yerleştirilen göçmenler, daha sonra şehirlere, yurtdışına giderek, kendilerini yeni bir sosyal hayatın içinde buldular. Şimdilerde ise gençler Kafkasya’yı sadece folklor, halk dansları, şarkılar ve türkülerle anıyorlar. Nitekim günümüzün meşhur şarkıcılarından Hadise de binbir zorlukla Kafkasya’dan gelerek Sivas’ın bir köyüne yerleşen ve daha sonra Avrupa’ya işçi olarak giden, göçmen bir ailenin Belçika’da doğan kızlarından biridir.

İKİNCİ BÜYÜK SÜRGÜN
İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların mağlup olmasından sonra 23 Şubat 1944’te Sovyet Rusya aldığı bir kararla yüz binlerce Kırım, Kafkas ve Ahıska Türklerini hayvan vagonlarına doldurarak Sibirya ve Orta Asya’nın en ücra yerlerine sürgün ettiler. Sürgün edilenlerin çoğu yollarda ve gittikleri yerlerde açlık, susuzluk ve hastalıklardan öldüler.

... VE BUGÜN
Sovyetlerin dağılmasından sonra bütün Rusya ve Kafkasya’daki Müslümanlar rahat, huzurlu, güzel günlere kavuştular. Şimdi,  Dağıstan, Çeçenistan, Karaçay başta olmak üzere bütün Kafkasya’da yeniden mescitler, büyük camiler ve Kuran-ı kerim mektepleri açılıyor. Müslüman halk hacca ve umre dâhil istediği her yere serbestçe seyahat edebiliyor.  Türkiye’deki Kafkasyalılar da ata yurtlarına giderek bir asırdan beri görmedikleri akrabalarını, yakınlarını buluyor ve yeniden akrabalıklar kuruluyor…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.