Eğitim adına alınan tedbirler niçin işe yaramıyor?

A -
A +

DOÇ. DR. MUSTAFA ŞEKER
sekeroglu2003@gmail.com
Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi

Anne-babalar bugün eğitim kurumlarını, “gitsinler de başımızı dinlendirelim” dedikleri “çocuklarının iş saatinde tutulması gereken yerler” olarak görüyorlar. Her odada çocuklarımızı eğiten o görüntülü kutular varken ebeveynler durumu çok da dert etmiyorlar.

İnsanoğlu, eşref-i mahlûkat olarak dünyaya gelişiyle birlikte omuzuna yüklenen ağırlıkla hedefine varmayı arzular. Yeme, içme ve temel ihtiyaçlarını yerine getirme dışında varoluş maksadına uygun ana vizyonunu hayata geçirmek için hedefine ulaşmayı temel misyon edinmiştir. “Akıllı”, “erdemli”, “düşünceli”, “hassas”, “adil”, “hoşgörülü” gibi kavramların muhatabı olan insanoğlu kendine biçilen vazifenin sınırları içerisinde dolaşmayı bazen kendine zül addedip, aslında o sınırlar içerisinde bulunma mecburiyetinin kendisi için bir merhamet olduğunu çoğu zaman idrak etmek istemez. Çünkü kabına sığmayan ve içinde saklı duran nefsin enerji kaynağı hatalar ve gafletlerdir. Zira sahibine bunları yaptırmak için her şeyiyle seferber olmak onun varoluş maksadıdır. Bu sebepledir ki dimdik duran “elif”, rükû hâlinde duran “dâl”, secdede bulunan “mim” harflerinin işaret ettiği insana “Âdem” denmiştir. Dümdüz dünyaya gelenin upuzun yatacağı kabir hayatıyla sonlanan ömürler için bu âlem, uzun gibi görünen kısacık bir tüneldir. O uzun gibi gelen ama aslında kısacık olan dünya hayatına küsüp sırt dönmek midir herkesten beklenen! Tabii ki hayır ama nefsine sırt dönüp yüzünü dünyaya çevirmiş insan için en güçlü düşman arkasını döndüğü değil midir? Zira büyük âlimlerin, dünyada en güçlü varlığın yeryüzünde toprak, insanda ise sırt olduğunu söylemeleri kesinlikle tesadüf değildir. Bu sebeple iki yönümüzle de temel vizyonumuzdan şaşmadan misyonumuzu gerçekleştirmeyi amaçlamak zorunda olduğumuzu unutmamamız mecburidir.  Onun içindir ki âdemi hem Yaradan’ı katında hem de yaşadığı toplum nezdinde kıymetli kılan vasıfların akıl (ilim), iman ve edep  olduğu tasavvuf âlimleri tarafından sürekli vurgulanmıştır.

YA ÖĞRENEN YA DA ÖĞRETEN OL!
Tarih boyunca baktığımızda en büyük ve kritik buluşlara imza atan İslam âlimleri olmuş, kurdukları medeniyetlerle de dinli-dinsiz herkesin sığınağı hâline gelmişlerdir. İnsanlığın hayatını kolaylaştıran sayısız buluşlarıyla insanlık tarihine isimlerini altın harflerle yazdıran bu ilim adamları yaptıklarının maddi karşılığını beklemedikleri gibi hiçbir zaman böyle bir talepleri de olmamıştır. Öyle ki her buluş bir ihtiyacın tezahürüdür. Hiçbir buluş canı sıkılan bir ilim adamının fantezilerinin ürünü değildir. Hepsi bir ihtiyaçtan dolayı ortaya çıkmıştır. Zaten öne çıkan buluşlar insan hayatını, çağın şartlarına göre kolaylaştıran bir mahiyete sahiptir. Astronomide büyük buluşlar yapan ilim adamları ibadetlerin şartlarına uygun yapılması için ay, güneş ve dünya merkezli buluşlar yapmışlardır. Tıp alanında insan sıhhati için elzem olan durumlar belirleyici olurken, savaş malzemelerine ihtiyaç duyan insanların imdadına madenlerin yapısını bilen ilim adamları yetişmiş, seyyahları ise kaybolmaktan, pusulayı bulan ve geliştiren coğrafyacılar kurtarmıştır. Bu konu üzerine çalışan Batılı bir ilim adamı da “Her buluş bir ihtiyaç sonucu ortaya çıktığı için Müslümanlar ihtiyaç olduğuna inansalardı belki Boeing üretmezlerdi ama basit uçuş düzenekleri geliştirerek insanlığın ihtiyacına sunabilirlerdi” demekten kendini alamamıştır. Zira ilk uçuş denemesi “Wright Kardeşler”den bin yıl önce Müslüman bilim adamı Ebu Firnas tarafından gerçekleştirilmemiş miydi? Burada da görüldüğü gibi gücün ve muvaffakiyetin şartlarından biri olan ilim aşkı ve onları zirvelere taşıyacak âlimler, onun Çin’de bile olsa alınmasını emreden İslamiyet sayesinde zirvelere uçacak kartallara heyecan ve heves pompalamıştır.

EDEBLE GELEN LÜTUFLA ÇIKAR!
Âdem de kendi içinde çeşit çeşittir. Kimisi ekmek gibi her daim aranırken kimileri ihtiyaç hâlinde başvurulan bir deva aracıdır. Bazıları ise görüldüğünde karşılaşmamak için yol değiştirilen kimsedir. Bu sebeple insan da ekmek, ilaç ve zehir biçiminde gibi tasnif edilmiştir. İnsan bu şekilde tasnif edilirken, her zaman ekmek gibi makbul olan model şahsiyetlerden günümüze kim kalmıştır?
Geçmişte yaşamış fakat bugün gönüllerde taht kuran model şahsiyetler; film, dizi ve mecmualarda alay konusu edilerek kötülenen, dalga geçilen ve horlanan kimseler olarak hafızalara kazınmaya çalışılmıştır. Edebi, hayâyı, tevazuu, hoşgörüyü ve sevgiyi model şahsiyetlerden yaşayarak öğrenmesi gereken nesillerin vicdanında meydana gelen kara delikler, onların karakterinde derin yarıklar oluşturmuştur. Eline, beline, diline hâkim olan, duracağı yeri bilen, aranan kimse olarak hayata değer katan edep timsali şahsiyetler, her davranışıyla farklılığını her daim göstererek hep saygı ve hürmetle yâd edilegelmişlerdir. Büyük oranda ilk defa aileden aldıkları terbiye ve ahlak ilkeleriyle de saygıya her zaman layık olmuşlardır.  Onun içindir ki “akıl, iman ve edeb” muvaffakiyetin birbirinden ayrılmayan üç kavramıdır.
Peki, bu kavramlardan niçin bu kadar bahsettik? Çünkü muvaffakiyetin şartları olan bu kavramlar büyük medeniyetlerin başarı şifreleriyken insanlar için de ayrı bir ehemmiyete sahiptir.

EĞİTİMDE BUGÜN GELDİĞİMİZ KORKUNÇ NOKTA
Bugün çocuklarımızı ısrarla sokmaya çalıştığımız okul adlı o dört duvar, maalesef memleketin ahlakına ve vicdanına olması gerektiği gibi seslenememiştir. Okullar ne yazık ki bugün, esas misyonunun dışına taşmış, sadece bir şeylerin kafalara pompalandığı kurumlar olarak görülmeye başlanmıştır.
Ülkemiz için eğitimin içinde bulunduğu durumu farklı şekillerde özetleyebiliriz. Buna göre eğitim;
¥ Geçmişten bugüne bu topraklara ait olmayan kültürel değerleri sorgusuz sualsiz taklit ederek onlara biat eden kimseler yetişmesine engel olamayan,
¥ Pozitivizm, rasyonalizm ve materyalizmin kutsanmış kurallarını hayat prensibi hâline getirerek kendi kültürünün model insanlarının dünyada ilk defa ortaya koyduğu ilkeleri yok sayan,
¥ Bir yandan vatan, millet nutukları çekerken diğer tarafta kendinden olmayana özenen, özenti meraklısı nesillerin yetişmesine mani olamayan,
¥ Kahramanla haini ayırt edemeyen, değerlerine ve kültürüne saldıranlara birkaç ilmî kelam bile edemeyen analiz, sentez ve değerlendirme yeteneği dumura uğramış nesiller yetiştiren,
¥ Önce teknolojiyi parmağında oynatan daha sonra da onun esiri olan nesiller yetişmesine mani olamayan,
¥ Bütün soruları eksiksiz çözebilmesine rağmen açlıktan, sefaletten ve savaştan dolayı ölen çocuklara bir refleks geliştiremeyen,
¥ Hak, adalet, yardımlaşma, dayanışma, sevgi, saygı kavramlarını kitaplarda sürekli işlemesine rağmen kul hakkı ve Allah korkusunu kalplere tam manasıyla yerleştiremeyen,
¥ Dedesinden kalma mektubu bile okuyamamasına rağmen “geçmişten geleceğe köprü kurma”  hayalleri kuran,
¥ Yetkili/yetkisiz herkesin şikâyetçi olup hiç kimsenin çare üretemediği kangrenleşmiş bir yapıya dönüşen,
¥ Motoru (felsefesi) işe yaramaz olmasına rağmen sürekli kaportasını yenileme merakı ısrarla sürdürülen bir davranış geliştirme sürecidir.

Hapishaneler insanlarla doludur. Gasp, hile, cinayet, her türlü haksızlık hobi hâline gelmiş, adalet anlayışı, haklının hakkını arayamaz bir mekanizmaya dönüşmüştür. Okullarda edep, ahlak, saygı, tevazu, sevgi, adalet, hoşgörü ve kul hakkı anlayışı maalesef yeterince öğretilememektedir. Anne-babalar bugün eğitim kurumlarını, “Gitsinler de başımızı dinlendirelim” dedikleri “kendisi işteyken çocuklarının göz hapsinde tutulması gereken yerler” olarak görür hâle gelmişlerdir.
Her odada çocuklarımızı belli kalıplara sokmak için mevzide bekleyen o görüntülü kutular (TV, bilgisayar, cep telefonu vb. ) varken ebeveynler durumu bugün çok da dert etmiyorlar maalesef… Modern teknolojik cihazlar ödev hazırlama bahanesi üreten çocuklarımıza bir kazandırıp on götürüyor da hiç kimsenin ruhu duymuyor maalesef!
İnsanlar inanç noktasında her geçen gün daha geriye gidiyor. Bu konuda alındığı söylenen tedbirler işe yaramıyor. Çünkü yapılanlar onarmaya değil bozulmaya hizmet ediyor. Buna rağmen hâlâ muvaffak olmuş geçmiş insanların hayat prensiplerine ve onların uygulama esaslarına sırt dönüyoruz da hızla meydana gelen bozulmaya karşı öze dönüş hiç kimsenin hatırına gelmiyor. Bir kişi de çıkıp “Yeter artık! Düzeltme adı altında aldığınız tedbirler bozulmayı ve yıkımı daha da hızlandırıyor. Demek ki yaklaşım tarzınız ve uyguladığınız metotlar yanlış!” diyemiyor.
Nesiller, saygı ve hürmet kavramlarına yabancı kalmaktalar... Ebeveynler, “Ben çocuğuma güveniyorum “ diyerek onları fütursuzca salıveriyor da insanoğlunun nisyan ile malul olduğunu, hata yapabileceğini hatta bazı hataların da dünyasına, ahiretine mal olacağını hesap edemiyor; çocuklarına sağlam ve yeterli bir rehberlik anlayışı sergileyemiyorlar. Durum böyle olunca da ailenin eğitemediği evlatları her türlü tehlikenin cirit attığı sokak şekillendiriyor.
Eğitimciler sınav kazandırma yarışına kilitlenirken, okulun veremediği değerleri film, dizi, sosyal medya hiç zahmetsiz ve hissettirmeden aşılayabilmekte, sonuçta neye benzediği bilinmeyen nesiller türemektedir (Çünkü akışkanlık bileşik kaplar teorisinde olduğu gibi üstten aşağıya doğru olmaktadır. Tabiat boşluk kabul etmez. Boş bırakılan yer, iyi veya kötü başka şeyler tarafından mutlaka doldurulur). Bütün bunlara rağmen, elektrik faturası hafif kabarık geldiğinde ortalığı ayağa kaldıran ebeveynler ve esas dertlenmesi gereken eğitim paydaşları, “Benim çocuğum/talebem sınavlardan ful çekiyor ama anne-babaya/öğretmene saygı nedir bilmiyor. Burada bir problem yok mu”  diye bir tek kelam edemiyor.
İşin özeti kısaca şudur; İnsan sadece etten ve kemikten teşekkül bir varlık değildir. Onun ruhunu doyurmadan alınacak tedbirler tarih boyunca hep ters tepmiştir. İnsanın doğasına ters olan yaklaşımlar telafisi mümkün olmayan büyük zararların yaşanmasına sebep olabilir. Şu an eğitim yükünü tamamen okulların omzuna atmış olmanın acı çaresizliğini yaşıyoruz. Bu topraklarda ait olamayan zararlı fikirler ve yanlış inançlar/ideolojiler birkaç neslin heba olmasında sebep olurken toplumun kanaat önderleri hâlâ sessizliğini koruyarak sanki ortada duran cenazenin kaldırılmasını bekler gibi çaresizce durumu sadece uzaktan izlemektedirler. Özellikle bu topraklara ait olmayan anlayışların ve değer yargılarının farklı yöntem ve tekniklerle ambalajlanarak sunulması çocuklarımıza fayda yerine zarar vermiş, vermeye de devam etmektedir.
Unutmayalım ki değerleri ve kültürel kimliği ile oynanmış milletler ölümü bekleyen hasta gibi çaresizliğin acı girdabında kaybolup gitmeye mahkûmdurlar…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.