“HOKUS-POKUS!” Bilim ve teknoloji bizi büyülüyor mu?

A -
A +
Mehmet Hasan Bulut
mehmethasanbulut@gmail.com
 
İllüzyonistler mümkün olan bir şeyi imkânsız gibi göstererek insanları aldatırlar. Onları izleyen insanlar da aldatıldıklarını bilirler ve eğlenirler. Fakat imkânsız bir şey mümkünmüş gibi gösterildiğinde insanlar aldanırlar ama aldatıldıklarını anlamazlar. Bu usulde sadece hileyi yapan sihirbaz eğlenir!
 
İnsanda üç idrak kuvveti vardır: His organları, akıl ve kalp. Elektriğin ampulde bulunması gibi yürekte bulunan kalp, en üstün kuvvettir. Hissin vazifesi, akla; aklın vazifesi de kalbe varana kadardır. His organlarının anlayamadığını, akıl; aklın anlayamadığını kalp anlar. Hakikati içinde barındıran İslamiyet, Allah’ın elçisinden gelen nakle dayanır ve akılüstü (suprarationel) bir dindir. Hasta olmayan kalbe ve selim olan akla uygundur; fakat kalbi yanlışa bağlı olanlar ve sıradan akıllar, anlayamadığı şeyi akıldışı (irrationel) zannederler.
Ateist Rahip Paolo Sarpi ve ekibi ile birlikte Venedik’te doğarak Avrupa’ya, oradan da dünyaya yayılan diğer anlayışa göre ise hakikate giden yol kalpten değil pozitivist-ampirik bir şekilde hislerden geçer. Hakikatin sadece göz, kulak gibi idrak kapıları vasıtası ile tecrübe ederek anlaşılabileceğini kabul eden bu anlayış, günümüzde hemen hemen her sahaya hâkimdir. Fakat içinde büyük bir tehlike barındırmaktadır: İmajlara ve seslere dayalı hisler aldatılabildiğine göre, önünüze sunulan hakikat, bir illüzyondan ibaret olabilir.
Hollywood’da çalışan Harvard’lı illüzyonist David Kwong, illüzyonun aslında seyircinin zihninde meydana geldiğini söylemektedir. Yani sihir; inanılan şey ile bilinen şey arasında tahakkuk etmektedir. Bize söylenenlere inanırız ve inandığımızı teyit eden şeyleri görürüz. Sihrin temel prensibi budur.
Bizler tembel varlıklarız ve alışkanlıklarımız kuvvetlidir. Beynimiz bir şeyi idrak ederken kısa yolları tercih ettiği ve kaostan hoşlanmadığı için belli kalıplar kullanır. Bilmediği şeyleri, bildikleriyle kıyaslayarak boşlukları doldurur. Sihirbazlar işte bu kalıplardan ve sebep-netice münasebetlerinden istifade ederler. Mesela; bozuk paralar birbirine çarptığında metalik bir ses çıkartır; bu sebep-neticeyi hepimiz biliriz. Böylece, aslında elinde bir tane bozuk para olan bir illüzyonist, elini sallarken para sesi çıkartırsa, avucunda birden fazla para olduğunu düşünürüz. Ve elini açıp avucundaki tek parayı gösterdiğinde diğer parayı nasıl yok ettiğine hayret ederiz.
 
Kalıplar İhdas Etmek
 
Sihirbaz ve sihir tarihçisi Peter Lamont, “Neyin imkânsız olduğunu anlamadan önce, neyin mümkün olduğunun kaidelerini öğrenmemiz lazım. Bu mümkün değil diye bir şeye şaşırmadan evvel, kesin kaideler koyan bir dünya görüşü meydana getirmeliyiz. O zamana kadar, her şeyin mümkün olduğu, fakat hiçbir şeyin sıra dışı olmadığı bir dünyada yaşarız” der. Nitekim bebekler sihirbazlık gösterilerine şaşırmaz ve reaksiyon göstermezler. Fakat insanları küçük yaşlarda mekteplere alıp onları bazı şeylere inandırır ve sonra onlara medya vasıtasıyla bazı görüntüler sunarsanız, insanların zihinleri öğretilenlere göre aradaki boşlukları kapatacaktır.
Mesela Willy Ley’in yazdığı bilim-kurgu hikâyelerinin, ölümüyle (1969) kurgu-bilime dönüşmesi gibi Hollywood, Mars’ta geçen feza filmleri çekse, sonra Hollywood ile iş birliği yapan NASA, Mars’a gittik diye medyaya filmdekine benzer görüntüler servis etse herkes buna inanacaktır. Yani önce kalıpları meydana getirirseniz, gerisini beyin halledecektir. Öyle ki fezada araba sürdüğünüzü ve hatta Dünya’yı Marslıların işgal ettiğini iddia etseniz bile insanlar buna inanacaktır. 1969’daki Apollo 11 aya seyahat macerasından bir sene evvel vizyona giren “2001: Bir Uzay Destanı” filminin senaristlerinden İngiliz yazar Arthur C. Clarke’ın dediği gibi: “Yeterince ileri herhangi bir teknoloji, sihirden tefrik edilemez.”
 
İyi Bir Senaryo
 
İnsanlar, süper güçleri olan siyah pelerinli kahramanları; garajda kurulan, sıfırdan büyüyen şirket hikâyelerini, Ay'a gidecek ve nükleer bomba atacak gücü olan devletleri sever. İllüzyonda en tesirli hikâye ise dövüş filmlerinde ya da yakın tarihimizde olduğu gibi ortaya önce bir problem koymak, kahramanın bunu çözmek istedikçe meselenin büyümesi fakat ümitlerin sona ermek üzere olduğu son anda kahramanımızın bu meseleyi çözmesidir. Yine de senaryoyu yazarken dikkat edilmesi icap eden mühim bir husus vardır: “İllüzyon umumiyetle hakikati büker; fakat anlattığı hikâye asla apaçık bir yalana da dayanmamalıdır.”
Müzik ve söz gibi sesler ve imajlar, göz ve kulak gibi his kapılarından geçerek, insanda cazibe, öfke ve sevinç meydana getirir. Eğer seyreden kitleye uygun doğru imaj ve sesler kullanılırsa, kitlenin zihni ve ruhu kontrol altına alınabilir. Mesela; komünist bir memlekette zorla kolhozlarda çalıştırılıp, çocukları ideolojik bir mektebe götürülse isyan edecek olan bir kadın, kapitalist cemiyette kulağına gelen “güçlü kadın” ve “kendi ayakları üzerinde dur!” gibi sihirli kelimeler sayesinde kendisi isteyerek çalışmakta, çocuğunu da kendi elleriyle kreşe teslim etmektedir.
 
Hür İrade
 
Kendi verdiğimiz kararlarda ya da bir şeyi kendimiz keşfettiğimizde daha çok sahiplik ve heyecan hissederiz. Sihirbazlar da, bu yüzden, demokrasilerde ve istiklal savaşlarında olduğu gibi seyirciyi hikâyeye, senaryoya dâhil etmeyi sever. Seyirciye iskambil kartları içinden bir kart seçmesini söyleyen sihirbaz, seyircinin düşüncelerini kendisinin daha evvel seçtiği karta sevk eder ya da çeşitli taktiklerle kendisinin daha evvel ayarladığı kartı seçtirir. Fakat bu illüzyon için seyircinin, bunun kendi kararı olduğuna, kendisinin serbest seçme hakkı olduğuna kesinlikle inanması gerekmektedir.
Etrafımız, dikkatimizi çekmeye çalışan çok sayıda münebbih (uyarıcı) ile doludur. Beynimizin bu kadar münebbihi işlemesi imkânsızdır. Dikkatimiz sahnedeki spot ışıklar gibidir; dikkatimizi tevcih ettiğimiz nokta ve çerçeve dışındaki yerlere, yani illüzyonistin gizli hareketleri yaptığı noktalara karşı kör ve sağır oluruz. Rubin’in Vazosundaki gibi; yüzleri görürsek vazoyu göremeyiz; vazoyu görürsek, yüzleri. Üstelik “Ne kadar yakından bakarsan, o kadar az görürsün.”
Binaenaleyh; illüzyonlarda seyircinin dikkatinin, gördükleri çerçevenin idaresi, manipülasyonu, çok mühimdir. Seyircinin dikkati, illüzyonistin kullandığı mekanizmalardan ya da hile usulünden, illüzyonun meydana getireceği, hisleri harekete geçirecek o neticeye çekilmelidir. Bir skandalı gizlemek isteyen politikacılar da gündemi değiştirirken bu taktiklerden istifade eder. Resmî tarihçiler de çerçeveyi ayarlayarak, diğer asıl mühim kısımların gözükmemesini sağlarlar. Televizyonun çerçevesi, yani kameraların görüş zaviyesi belli olduğu için TV karşısında bu işler çok daha kolaydır.
 
Acil Çıkışlar
 
İllüzyonistler, mümkün olan bir şeyi imkânsız gibi göstererek insanları aldatırlar. Onları izleyen insanlar da aldatıldıklarını bilirler ve eğlenirler. Fakat imkânsız bir şey mümkünmüş gibi gösterildiğinde insanlar aldanırlar ama aldatıldıklarını anlamazlar. Bu usulde sadece hileyi yapan sihirbaz eğlenir.
Seyyid Abdülhakim Arvasi, “Bir hakikati başka bir hakikatte göstermektir” diye tarif eder sihri. Kur'ân-ı kerimde mealen buyurulduğuna göre Şeytan, Allahü tealaya, “And olsun ki yeryüzünde fenalıkları onlara güzel göstereceğim" diyerek, insanları âdeta sihirbaz hileleri ile aldatacağına ve hakikatten saptıracağına yemin etmiştir. Belki de dünyada Şeytan’ın izinden giden bâtınî kuvvetler vardır. Kendileri Eflatuncu oldukları hâlde, insanlara öğrettikleri Aristocu pozitivist-ampirik anlayış sayesinde dünya çapında bir illüzyonla insanları kandırıyorlardır.
Hâl böyleyken hisler vasıtasıyla hakikate ulaşmak, “akıl” kârı mıdır? Kur'ân-ı kerimde mealen “Size bir fâsık bir haber getirdiğinde onu tahkik edin” buyurulduğu hâlde her gördüğüne ve duyduğuna inanmak, her görmediğini de inkâr etmek, akıllı bir adamın yapacağı bir iş midir? Eğer “değil” diyorsanız; Mekteplerde yerleştirilen Inception’dan küresel ısınma, evrim vs. “bilimsel” teorilerine, El-Kaide ve DEAŞ gibi terör teşkilatlarından zaferlerle dolu resmî tarihlere, bizim faydamız için tanzim edilen alışveriş kampanyalarından kimsenin bir şey anlamadığı ama “duayenlerin” övdüğü modern sanatlara kısacası 'Yeni Dünya’daki tüm sahalarda inançlarımızı ve gördüklerimizi tekrar sorgulamanın ve aralarındaki boşluklara dikkat etmenin zamanı gelmiş demektir…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.