Osmanlıcaya "öcü" muamelesi yaptılar

A -
A +

Şu son günlerde gündemi meşgul eden Osmanlıca tartışmaları birçok hayra vesîle oldu. Hiç olmazsa, Osmanlıcanın aslında Türkçe olduğunu, öğrenmenin çok da zor olmadığını milyonlarca kişi bu sayede anladı. Cahilliğiyle övünme noktasına gelen genç neslimize bir nebzecik de olsa Osmanlıcanın "öcü" olmadığını göstermiş olduk.
İçinde bulunduğumuz içler acısı hâli en iyi özetleyen, bazı İmam-Hatip Lisesi mezunlarının bile Osmanlıcayı Arapça sanmasıdır bence. Yâhut her gördüğü Arapça veya Osmanlıca metni Kur'an-ı kerîmden bir parça zanneden hemen hemen herkes.
Dedenin dedesi allâme olsa, eğer baban cahilse sen de cahil kalırsın. Müslüman-Türk nesline tatbîk edilen usûl de aynen bu şekilde olmuş. Sadece 1930-50 arası Kur'an-ı kerîm öğrenmenin kısıtlanması bile milyonları cahil bırakmaya yetmiş. Şöyle düşünün, eğer ezan 1950'de aslına çevrilmeseydi ve hâlâ "Tanrı uludur" diye okunsaydı; şimdiki nesle ezanın aslının Arapça olduğunu biraz zor anlatırdık.
Nasıl ki bir mağaraya girince 10-15 metreden sonra yavaş yavaş ışık azalmaya başlar ve insan cesaretini kaybedip "bundan sonrası tehlikeli" diye geri döner. İşte her konuda aynen bu hâlet-i ruhîye içindeyiz. Dedemizin dedesine kadar gidebiliyorsak aliyyülâlâ. Yeni nesillerde hayattaki dedesinin bile ismini doğru telâffuz edemeyen yüz binler var.
Karanlıktan korkarak geri gidememe, hattâ geri dönüp bakamama hâli en başta dilde var aslında. Değişim o kadar hızlı olmuş ki, bırakın 1900'lerin başındaki Türkçe'yi, 1970'lerin gazete kupürlerini bile okuyamaz anlayamaz hâle gelmişiz.
Umûmî kâidedir, insan bilmediğinden korkar, göremediğini karanlık zanneder.
Sümme hâşâ karanlık olan ecdâdımız değil, karanlık bırakılan son iki asırdır. Elbette ki asîl ve temiz ecdâdımız her yönüyle ama her yönüyle temiz ve pâktır, aydınlıktır, nurdur.
Yani şimdiki neslin karanlık zannettiği, olsa olsa ışık görmemiş gözün ani ışık kaynağı karşısında kapanmasıdır. Gözlerini kapatan ne görebilir, ne kadar görebilir?
Gözleri kapalı bir nesili cahil bırakmak ve beynini istediği gibi inşâ etmek de kolay olmuş tabii. Eskiye ait ne varsa karanlıkta bırakılmış, "aman hâ sakın dokunma" denilerek öcü muamelesi yapılmış. Ecdâdının dilini öğrenmekten, anlamaktan ve hatta tanımaktan bile korkan milyonlar yığılmış.
Öyle olmuş ki; eğer resmî müfredâta veya dizilere, romanlara bakarsanız; 1850'den sonrasını değil öncesini bile karanlık zannedersiniz.
Esasen Osmanlıcayı hedefe koyup, öcü gibi gösterilmek istenen sadece Osmanlı değil, Selçuklu, Gazneli vesaire bütün Türk-İslâm devletleridir, Türk-İslâm kültürüdür. Hattâ yalnızca İslâm'dır. Çünkü bugün göğsümüzü gere gere Türk'üm diyebiliyorsak bu İslâm'ın sayesindedir...
Bosna'daki Müslümanların "Elhamdülillah Müslümanım" yerine "Elhamdülillah Türk'üm" dediklerini duymuştum. Türklük Müslümanlıkla o derece bütünleşmiş ki dost da düşman da "Türk" denince "Müslüman" anlar olmuş.
Srebrenitsa katliamından kurtulan bir yaşlı kadın şöyle anlatıyordu:
"Bize en çok Türkiye'nin sahip çıkması lâzım, çünkü Sırplar bizi 'Türkleri öldürüyoruz' diyerek katlettiler."
1000 sene önceki Haçlı Seferlerinde de düşman Türk'tü 20 sene önceki Haçlı seferlerinde de. Yani Müslüman Türk.
Osmanlıca'yı yaygın halde öğretebilsek, bir Müslüman-Türk dünyanın her yerinde para vermeden karnını doyurabilecek kadar diğer Müslümanlarla anlaşabilir. İslâm coğrafyasına hâkim olan Arapça, Farsça ve Türkçe'yi zengin bir harmanla birleştiren Osmanlıca, modern Türkiye için de, 21. asır nesli için de büyük bir nimettir, öcü değil. Bari bunu anlasak, anlatabilsek...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.