Uydurmanın her türlüsüne karşıyım

A -
A +
20. yüzyıl için bilgi çağı, teknoloji çağı, büyük savaşlar çağı gibi birçok tanımlama yapabilirsiniz. Bana sorsalar bunlara bir de “uydurma çağı”nı eklerdim.
Bilimde uydurma var, tarih sahasında var, en çok da dinde var. Yok yere hastalık türetilip, bir de buna uygun diye ilaçlar pazarlandığı hepimizin mâlûmu. Hattâ virüs üretip gerçek hastalık yayarak, sonra da devâ pazarlandığı bilinmeyen şey değil.
 
Ne demişler, “Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder.”
“Canımız mı kıymetli dinimiz mi?” diye sorsak büyük kısmımız “Elbette dinimiz” deriz. Canımızı zaten er geç vereceğiz, önemli olan nasıl öldüğümüz değil mi?
 
İşte o yüzden, yarım hoca hepsinden de büyük tehlike. Ve 20. yüzyıl (ve 16 sene de fazlasıyla) son 100-150 yıl yarım hocaların tarihte hiç olmadığı kadar etkili olduğu ve yıkım yaptığı zaman dilimidir.
Yarım hoca olsa bile “ehven-i şer” deriz, yani “kötünün az kötü olanı."
Bir de hiç hoca filan olmayıp da din konusunda ahkâm kesenleri var. Hattâ “din adamı kılığında din düşmanı” olanları.
 
Yarım hoca mıdır, din adamı kılığında din düşmanı mıdır, sahte şeyh midir, dolandırıcı mıdır, artık her neyse fark etmez. Başımızda artık Osmanlı gibi bir İslâm Devleti yok, denetleyen, hesap soran da yok, isteyen istediğini uyduruyor.
 
Meselâ bir opera ve bale sanatçısı din kitabı yazsa (ki bu şaka değil) “Sen kimsin ki böyle bir işe kalkışıyorsun?” diye hesap soracak bir kurum yok.
Bugün herhangi birisi, camiye, namaza, ezana, oruca, kurbana, zekâta… yani dine ait herhangi bir emre kendi kafasından birşey eklese veya çıkarsa, (ki buna bid’at denir) “Sen ne yapıyorsun arkadaş?” diye hesap soracak bir kurum yok.
Şüphelenip “Nerden çıktı bu?” diyecek, “Dinde değişiklik olmaz” diyecek Müslümanlar da pek az.
 
Bu yüzden olsa gerek 100 sene önce dinimizde yeri olmayan ama şimdi dinin vazgeçilmez bir unsuru gibi sunulan birçok bid’atin nasıl başladığının kaydı kuydu da yok.
 
Meselâ ben hep merak ederim, yüzyıllardır hoparlörsüz namaz kılınan tarihî camilerin minarelerine ilk hoparlörü kim çaktı, duvarlara kabloları kim çekti?
Bunlar yapılırken, “Yahu yüzyıllardır bu camide Müslümanlar namazlarını imamın gerçek sesiyle kılıyordu ve gayet güzel de işitiliyordu, şimdi ne gerek var buna?” diye soran hiç biri çıkmadı mı?
“Minareden ezan okuyan müezzinlere ne oldu, müezzinler minareye neden çıkmıyor?” diye soran biri olmadı mı acaba o yıllarda?
 
Başka bir misâl, benim çocukluğumda Sünnet ile Farz arasında 3 İhlâs okunurdu, şimdi kalktı. Nasıl girdi oraya, nasıl çıktı bilen yok. Kim uyduruyor bunları, neye dayanarak, ne mantıkla, ne zaman başladı bilen yok.
 
Dinde reform demek, “Bu dinin şurası eksik kalmış, ben tamamlıyorum” demektir sümme hâşâ. Ve ben size bunun gibi daha birçok “dinde reform” sayabilirim.
Ne zaman ve kimin tarafından başlatıldığı bilinmeyen.
 
Ama ilginç bir uydurma var ki, ne zaman ve kim tarafından başlatıldığı biliniyor. Çünkü uyduranlar “biz uydurduk” diye bas bas bağırıyor. Vaktinizi daha fazla almayalım da direkt kopyala yapıştır yapalım. Kutlu Doğum Haftası’nın sıfırdan nasıl uydurulduğunun hikâyesini Mümtaz’er Türköne Zaman Gazetesi’nde yayınlanan 19 Nisan 2012 tarihli yazısında anlatıyor:
 
1989 yılında, doktora tezimi yazmakla meşgul olduğum zamanlardı.
 
Türkiye Diyanet Vakfı'nda Yayın Kurulu üyesi olarak görev yapmaya başlamıştım. Kurul başkanımız Profesör Süleyman Hayri Bolay'dı. Süleyman Hayri Bolay Hocamın üzerimde hakkı çoktur. Allah sağlıklı-uzun ömürler versin. İkinci isim ise üç yıl önce aramızdan ayrılan Ayvaz Gökdemir'di. Ayvaz Bey, benim Lüleburgaz Lisesi'nden Edebiyat hocamdı. Türk milliyetçiliği yoluna, onun güçlü telkinleri ile adım attığım için hayatımda etkisi fazladır. Kurul, milliyetçi düşünce geleneğinden gelen toplam altı ilim ve fikir adamından meydana geliyordu.
 
"Kutlu Doğum Haftası", işe başlar başlamaz bu kurulun aldığı bir kararla ortaya çıktı. Teklif Süleyman Hayri Bey'den gelmiş, "Kutlu Doğum" ismini de rahmetli Ayvaz Bey bulmuştu. Kararlaştırdığımız projenin temel esprisi, Peygamberimizin doğumunu, camilerin dışına taşan, modern hayatın içine giren etkinliklerle kutlamaktı. Konferanslar, sergiler, yarışmalar, tasavvuf musikisi konserleri ilk akla gelenlerdi. Bir havai fişek gösterisi bile düşünmüş, çok pahalıya mal olduğunu öğrenince vazgeçmiştik. Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti bu projeyi hemen kabul etti. O zaman genel müdür rahmetli Kemal Güran'dı. İntikali kuvvetli, dürüst, yeniliğe açık ve öngörü sahibi alim ve fazıl bir insandı.
 
İlerleyen yıllarda, Mevlid Kandili kış aylarına tesadüf edince, Kutlu Doğum'u sabitlemeye karar verdik. Miladî takvime göre nisan ayında bu hafta, Diyanet'in önayak olmasıyla "Kutlu Doğum Haftası" olarak ilan edildi. Başlarda epeyce itiraz geldi. Bidat olarak görüldü. Ama, sanıyorum toplumdan aldığı canlı karşılıklarla yerleşti ve genel kabul gördü...
 
Ne diyor efendim, “Kurulun aldığı karar” diyor, “kararlaştırdık” diyor, “proje” diyor, “isim bulduk” diyor, “sabitledik” diyor ve en acısı da şu ki “YERLEŞTİ” diyor. Ama arada bir şey daha diyor, “Başlarda epeyce itiraz geldi” diyor. O itiraz eden Müslümanlardan Allah razı olsun. Demek ki itirazlar güçlü olsaymış “yerleşemezmiş”. Ama yerleşti maalesef.
 
Hiçbir işe yaramasak bile tarihe bir kayıt da biz düşmüş oluruz. Ben de buradan itiraz ediyorum, dinde her türlü uydurmaya, hocasız hocalara itiraz ediyorum. “Kur’an der ki” diye lafa başlayıp kendi görüşünü bize din diye yutturmaya çalışanlara itiraz ediyorum.
Uydurukçuluğun her türlüsüne.
 
Ve bu yıkım yolundaki atılmış en büyük adıma, milletin eline Kur’an-ı Kerîm meâli verip, “Herkes kendi anladığına göre Kur’an’dan mânâ çıkarsın, dinini ona göre yaşasın” diyerek, herkesin kendi kafasına göre bir din uydurmasının yolunu tamamen açanlara itiraz ediyorum. Dinde reformun her türlüsüne.
Reform gerektirseydi dinimiz mükemmel olmazdı, hattâ din olmazdı. Herkes Kur’ân-ı Kerîm’i anlayabilseydi hâşâ sevgili Peygamberimize lüzum kalmazdı.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.