Tarihimizin sessiz şahitleri

A -
A +

İnsanlar, doğarlar, yaşarlar ve ölürler.

Doğan bir insan için yaşamak nasıl haksa, ölüm de insan için haktır ve insanların hangi inançta ve halde olursa olsun kaçamayacakları bir gerçektir.

Toplumlar, yaşadıkları hayatın bir parçası olarak bu gerçeği kabullenmiş, kendi inançları ve kültürleri doğrultusunda ölüm ve sonrası için farklı âdetler, gelenekler, merasimler yapagelmişlerdir.

Ölülerini yakanlar, suya bırakanlar, büyük anıt mezarlarda, odalarda, lahitlerde ya da mumya şeklinde saklayanlar olmuş... Çeşitli şekil ve yapıdaki bu tür anıt mezarlar tarihî birer vesika olarak günümüze kadar gelmiştir.

Dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğunu oluşturan İlahi dinlerde ise insanların naaşları temizlendikten sonra tabutla veya tabutsuz olarak toprağa gömülmüş, yerleri belli olması için yazılı mezar taşları ile işaretler konmuş, kabirleri zaman zaman ziyaret edilerek insana hürmet devam etmiştir.

İnsan, değerli bir mahlûktur. Bütün dinlerin olgunlaşmış, tamamlanmış hali olan dinimiz İslam'a göre eşrefi mahlûkattır. Dirisi gibi ölüsü de hürmet edilmeyi, dua okunmayı, ziyaret edilmeyi hak ediyor. Çünkü, insan bedeni aslı olan toprağa geri dönse de ruhen medfun bulunduğu toprağa bağlı durmaktadır. Bu sebeple ecdadımızın asırlar öncesinden günümüze gelen mezarları itina ile korunmuş, geçmişte iz bırakan değerli şahsiyetlerin türbeleri ziyarete açık olmuş, tarihimizin sessiz şahitleri olarak günümüze kadar gelmiştir.

           **

Batılı devletler bu gerçeği çok iyi bildikleri için, İslam ülkelerindeki mezarlıkları çeşitli yollarla yok edip izleri silmeye çalışmışlardır. Bu yok ediş fark edilmesin diye de İslam dini içinden farklı bozuk mezhepler türeterek (Vehhabilik, Selefilik gibi), imha hareketini Müslümanlar içinde türeyen bu fırkalara ihale etmişlerdir.

Özellikle son iki asırda yoğun faaliyet gösteren Vehhabiler, Arabistan topraklarında ziyaret edilecek kabir bırakmamışlar, ecdadımızın kabirlerini yerle bir etmişlerdir.

Kabirler, bir beldenin geçmişinin yattığı, manevi değeri olan tarihî izler taşıyan alanlardır. Geçmişlerine sahip çıkan milletler, atiye emin adımlarla ilerler. Geçmişine sahip çıkmayan milletlerin geleceği olmaz. Osmanlı, ecdadına sahip çıktığı için Osmanlı oldu. Osmanlı aynı zamanda bir türbeler medeniyetidir. Değer verdiği insanlara, vefatlarından sonra da aynı ilginin devamını sağlamış, toprak altında kalan öpülecek ellere gösterdiği hürmetle, büyük manevi desteklere mazhar olmuştur.
  
        **

Süleyman Şah...
Osman Bey'in dedesi... Yüce Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) müjdesine mazhar olan bir milletin, bir ordunun atası... Asırlar boyunca bu kutlu insanın türbesi dimdik ayakta kalmış. Daim korunmuş. Bizim için ayrı bir önem ifade ediyor. Ateş çemberi içindeki Ortadoğu'da, bir yandan DEAŞ, bir yandan 21. yüzyılın zalimi Esed tarafından türbelerin, kabirlerin, bombalanarak yok edildiği bir ortamda; Türk askerinin "Şah Fırat" operasyonu adlı cesurca bir hamle ile ecdadımızın kabrini, düşman ayakların basmasından korumak için aldığı tedbir, takdire şayandır.

Kabir aynı yerinde kalsa da ordumuzun bunu korumaya gücü yeterdi. Ancak, çok önemli bir husus var. Kutsalımız olan türbe etrafında dönen çetrefilli oyunlarla, üzerimize kardeş kanı bulaştırılmak isteniyordu. Batının bu kirli oyunu bir kez daha bozulmuş oldu. At sırtından inmeyen göçebe bir milletin torunlarıyız. Yeri geldiğinde çadırımızı da taşırız, kabrimizi de... Ancak yurt edindiğimiz topraklar ve altında yatanlar bizim kadim değerlerimiz olur. Yaşadığımız yerde insan olarak yaşar, insanlık tarihinde altın sayfalar yaza yaza insan olarak ölürüz.
Dünya son birkaç senede kimin insan, kimin canavar olduğunu çok iyi gördü. İnsanlık tarihinde canavarların yeri asla olmayacak. Canavarlara yandaşlık yapanların da...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.