Deyimler sözlüğü

A -
A +

Malum günümüzde İngilizce şart. Bir dili iyi öğrenmek ve kullanmak için ise deyimleri bilmek... Bakalım bugün bize medeniyet dersi vermeye kalkan Batı dünyasının incisi İngilizler, Orta Çağda dillerine hangi deyimi nasıl katmış;
İnsanların çoğu, Haziranda evleniyordu. Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziranda henüz çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de mevcut olan hafif pis kokuyu bastırmak için gelinler, ellerinde 'bir buket çiçek' taşıyordu. Banyo, sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdandı. Evin erkeği temiz suyla ilk yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu. Su o kadar kirli hâle geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizcedeki 'Banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın' anlamına gelen "Don't throw The Baby out with The bath water" deyimi buradan gelmektedir...
Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler, fareler böcekler çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizce'deki (kedi-köpek yağıyor) "It's raining cats and dogs" deyimi buradan gelmektedir. Yukarıdan böcek ve benzeri şeylerin yataklara düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan 'İngiliz usulü yataklar' da bu ihtiyaçtan imal edilmeye başlanmış...
Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. "Dirt poor" (Toprak kadar fakir) tabiri buradan çıkmıştır. Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Islandığında kayganlaşmasını önlemek için yere saman (thresh) seriliyordu. Kış boyunca serilmeye devam edilen saman zamanla kapı açılınca dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı 'Thresh hold' (saman tutan; Türkçe'si eşik) oldu.
Yemek pişirme ateş üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu. "Peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in The pot nine days old" (Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük) tekerlemesinin menşei budur.
Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek yiyeceklerin kurşunu çözerek yemeğe karışmasıyla gıda zehirlenmeleri, ölümler yaşanmaktaydı. Domates buna sık sebep olduğundan yaklaşık 400 yıl boyunca kendisinin zehirli olduğu düşünülmüştü! Parası olmayanlar ise, bayat ekmekten yapılan tabaklara mahkûmdu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun süre  kullanılabiliyordu. Tabii yıkanmadıklarından zamanla içlerinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. "Tabak ağzı" (Trench mouth) ismi verilen hastalık, bu kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında oluşan hastalıkla ortaya çıkmıştı...
Ninem diyor ki; Otu çek köküne bak.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.