600 YIL ÖNCEKİ TÜRKÇE…

A -
A +

Çocuk iken hep merak ederdim; eskiden ama çok eskiden Türkçe nasıl konuşuluyordu? Osmanlı padişahları da mı bizim gibi konuşuyordu Türkçe’yi? Dilin ahengi nasıldı? Geçmişte bir yolculuğa çıksak iletişim kurabilir miydik?.. Osmanlıca dediğimiz dil, aslında, üç ana dilin oluşumundan ibaret tek bir dildir. Yazılışı Arabî, okunuşu Türkçe diyebiliriz kısaca…

Osmanlıca, bir medeniyet dilidir. Emperyal bir dil hiç olmamıştır. Şayet öyle olsaydı, şu an Osmanlı’nın fethettiği topraklarda hâlâ Osmanlıca (Türkçe) konuşuluyor olurdu. O yüzden Osmanlı Devleti de hiçbir zaman emperyalist bir devlet olmamıştır. Böyle bir gaye de gütmemiştir.

Meselemize gelecek olursak, beni bu kadar heyecanlandıran ve bu yazıyı yazmama sebep olan bir doktora çalışmasından bahsetmek istiyorum sizlere. Yazının devamında da görüleceği üzere, 15. asra ait aşağıdaki metin, Fatih Sultan Mehmed Han’ın babası Sultan II. Murad Han’ın emriyle Şirvanlı Mahmud’a tercüme ettirilmiştir. Ünlü Arap Tarihçisi İbni Kesir’den çevrilen bu eserin asıl adı “Tarih-i İbn-i Kesir”dir.

Dr. Mehdi Ergüzel’in 600 yıl öncesinin Türkçesine hem de o zamanın tercüme gücünü ifade etmesi bakımından örnek gösterdiği aşağıda alıntıladığım bölüm, “Dede Korkut şiiriyetinde ve destan güzelliğinde” yakıştırmasını hak ediyor. Yıllar sonra ve tekrar tekrar o ahengin kulaklarımda yankılanmasına ve özgün bir ses bilgisine (fonetiğine) haiz bu kısmı siz de sesli bir şekilde okumaya gayret ediniz. En azından “iletişim” ve “dil” dediğimiz olgulara bir kez daha hayran kalmak adına…

“...Rivâyet olundu ki: Arab-ı arba ortasında eyle bahadur kimse idi ki ömrinde atduğı ok yire düşmezdi. Her nireye ki kasd itse elbetde ururdı. Bir gice ay aydınında avlayu çıkdı. Bir nice geyiklere tuş olup, kavs-ı kuzah gibi yayın eline alup tirkeşinden bir ok çıkardı, gez kirişde koyup çekdi. Gez kulaga irişüp demren evce girdi. Ol geyiklere atup, içinde ok birine tokınup Dımuşki İgne ter atlasdan geçer gibi bir yanından çıkup, bir taşa tokınup ol taşdan odlar saçıldı. Kes’ay, taşdan ol vechile od saçılduğın görüp, geyiklerden birine tokınmadı sanup ‘Bunca yıl Arap ortasında ok atarın yire düşdüğün görmedim’ diyü galata varup ol gazabıla gendü elin kesdi. Vakta ki sabah olup güneş kaf kullasından baş kaldurdı, nazar idüp ol geyiklerin birin düşmiş ve atdugı ok yanunda yatur görüp elin kesdügine peşiman oldı...”

Kabul ediyorum. Okurken çok teklediniz, duraksadınız ve belki de garip tebessümlere gark oldunuz. Ama kabul edin; çok eğlendiniz… Eğlenmek, öğrenmenin yarısıdır bu işlerde. Ve bu yazının, geçmişimizden korkmadan ve ürkmeden, geleceğimizi görmek adına güzel bir misal olduğu düşüncesindeyim. Umarım ecdadımızın o sesinin bir yankısı olabilmişimdir. Geçmişimizden ve dilimizden korkmayalım. Zira dilimiz, millî şuurumuzdur. Şuursuz bir millet ise yok olmaya mahkûmdur...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.