Büyük patron ‘Edison'

A -
A +

Tarihte bu gün... "21 Ekim 1879. Thomas Edison ampulü buldu." Edison'unkini bilmem ama böyle ipuçlarında beynimde bir ampul yanar. Derhal kitaplar açılır, siteler taranır ve çala klavye hazırlanan yazı atılır sayfaya... Hatırlarsanız. İlk mektep yıllarında üç beylik soru vardır, bunlar notlarımızı daima yukarı taşırlar. Yurdumuzu kim kurtardı? İstanbul'u kim aldı? Ampulü kim yaptı? Son soruya sadece Edison yazmak yeter de artar. Adının Thomas olduğundan, yakın çevresinde "Al" diye anıldığından haberimiz yoktur tabii, hem 1847 yılında Ohio'da doğduğundan da... Sağımızda solumuzda efsaneler... Efendim o gece Edison'un annesinin apandisi patlamış, acilen ameliyata almışlar. Hekim "ben bu karanlıkta nasıl çalışayım" deyince hemen eve koşup ampulü yapmış, getirip takmış, bir şavk, bir şavk... Ortalık gün gibi aydınlanmış da filan. - Peki kabloları kim döşemiş örtmenim, hazırda santral, trafo var mıymış? Böyle fittırfıcık sualler hep benden çıkar. Muallimanım kaşlarını çatar, "çıkarın mendilleri, tırnak muayenesi" der işi gargaraya boğar. Bu ampul işi önemlidir abiler. Hani sistemin istediğini nasıl kahramanlaştırdığını görmemiz açısından. Yapan değil satan kazanır Bir kere elektrik Edison'dan önce de vardır ve bu enerjinin, ışık verebileceği fikri bir çok fizikçinin zihnini tırmalar. Bunlardan bir tanesi Osmanlı hudutlarında yetişmiş, Sancaklı Nicola Tesla'dır ki projelerini hayata geçirebilmek için genç yaşında Amerika'ya koşar. Defterindekileri ve zihnindekileri "ilim adamı" zannettiği Edison'a açar. Onun patent pazarlayan bir "tacir" olduğunu nedeeen sonra anlar ama ba'de harab-el Basra... Edison bu arada dinamo imalatçısı Willam Wallace'in bir elektrik lambası hazırladığını duyar, bir şeyler aparabilir miyim deyip akranına koşar. Evet cihaz basittir, akım verilen grafit plakalar göz kamaştıran bir ışık yayar, ancak levhalar bir süre sonra tükenip bitmekte, yok olmaktadırlar. Fikir güzel ama eksiktir, eğer bu grafitin yanmasına mani olunsa... Şöyle oksijenle temasını kesecek bir yol bulunsa... Mesela cam fanus içine alınsa di mi ama... Bakın Edison'un ders alınacak yönleri de vardır. Bir defa profesyoneldir, kaz gelecek yerden tavuğu esirgemez, masraftan kaçınmaz. Küsürat işlerle (mesela ampulün cam işçiliği ile) uğraşmaz, zihnini berrak tutar. Daha o yıllardan Ar - Ge denilen şeyin farkına varır, sırf bu iş için 40-50 teknisyen alır, başlarına elektrik mühendisi William Joseph Hammer'ı koyar. Peki masraf? Onun da yolunu bulur, derhal "Electric Light" adlı bir kampanya açar, attığı heyecanlı nutuklarla iş adamlarının desteğini sağlar. Yapboz tahtası gibi Uzatmayalım yaparlar bozarlar, bozarlar yaparlar, havası alınmış tüp içinde Hindistan cevizi kabuğundan sakal teline kadar değişik maddeleri, akkorlaştırmaya çalışırlar. Uğraşır didinir ama muvaffak olamazlar. Aradan 13 ay geçer, asistanları mızıldamaya başlar. Bezginlerden biri ağzından "vaz mı geçsek acaba" cümlesini kaçırınca Edison sorar "Niçin?" - Efendim 2 bin deney yaptık, elimize bir şey geçmedi daha. - O deneylerle çok şey öğrendik ama... - Ne gibi? - Bir ampulün nasıl yanmayacağının 2 bin şeklini biliyoruz en azından! Neticede 128 yıl evvel, böylesi bir ekim gecesi kopan düğmesinden sarkan bir iplik parçası gözüne çarpar. Şunu kömürleştirip (karbon flaman) yerleştirsenize der, uygulanır "tamam!" Durun ben bir ampul yapıp geleyim... O kadar kolay mı ya! Fizikçiler ampul üzerinde 50 koca yıldır kafa yormaktadırlar. İş teoriyi çoktaaan aşmış, pratikte de bir merhaleye varmıştırlar. Nitekim İngiliz fizikçi Sir J.W. Swan (bakın altını çiziyorum) "Edison'dan bir yıl evvel resmen ampulü yapar ve yakar. Düz akım eğri politika Ama işin bir de "imalat, pazarlama, tahsilat" ciheti vardır, bu yüzden Edison ile patent kavgasına girmez, aksine güç birleştirmeyi teklif eder ve kurulan şirketten hissesini alır, parasına bakar. Kolay değil beher ampul 2.5 dolara satılır ki, büyük yekun tutar. Santralleri, şebekeyi, sayaçları da sayarsanız karşınıza koca bir sektör çıkar. Aydınlatmada asıl mesele ampul yapmaktan ziyade elektriği dağıtmaktır. Edison'un hararetle savunduğu DC (düz akım) ancak bacak kalınlığında kablolarla iletilebilir ve birkaç kilometre sonra bitip tükenir. Üstelik hatlar tava gibi ısınır, dokunanı cız yapar. Halbuki Nicola Tesla'nın ürettiği AC (alternatif akım) incecik kablolarla ve çok daha uzaklara iletilebilir, ısınmaz, gücü azalmaz. Motorlarda da kullanılır, düz akımı aratmaz. Büyük dahi (!) bu ilmi hakikati kabul etmek, yerine karşı çıkar. Tesla'ya karşı manasız bir savaş açar. Niye? Zira General Electric firmasını beyhude yatırımlara zorlamıştır, bu saatten sonra tükürdüğünü yalayamaz. İnat ettikçe zarar katlanır, boylarını aşar. Halbuki Tesla'ya itibar eden Westinghouse şirketi türbinleri Niagara şelalesine bağlar, nehir aktıkça kasa dolar, darphane gibi para basarlar. Niagara'nın şakırtısı Edison'un yaygarasını bastırınca strateji değiştirir, Alternatif akımı "çok tehlikeli" diye yaftalamaya kalkar. Halbuki AC fevkalade güvenlidir, yalıtımı kolaydır, hem kablolar ısınmaz ki sağı solu yaka... Sırf Tesla'yı karalayabilmek için işi gücü bırakır, AC ile çalışan elektrikli sandalyeler yapar. Millet güler geçer o da sinekten yağ çıkarmaya bakar. Ne yapar yapar, projeyi Adalet Bakanlığına çakar. İp, giyotin, balta... Hepsi bir anda... Halbuki elektrikli sandalye ile ölüm uzar da uzar, mahkum kendi etinin dumanını koklayınca çıldırır, gözleri yuvalarından fırlar. Gerekirse biz yaparız Anlatılır... Bir gün İspanya'da protestocu öğrenciler nümayişteler... Diktatör Franko camdan bakıp sorar. "Kim bunlar?" - Komünistler efendim! - Ne istiyorlar? - Devrim yapacaklarmış. - Olmaz öyle şey, gerekirse devrimi de biz yaparız. Edison'a göre de acemi gençler bu sahada at oynatamazlar. Bir şey bulunacaksa o bulur, meraklı olan paşa paşa gelir emri altında çalışır o kadar. Kimse ööle ayrı baş tutamaz, marka olamaz. Birisi ortaya bir şey koymaya görsün, aslında fikri hakların kendinde olduğunu ispat için dava üstüne dava açar. En cerbezeli avukatlarla anlaşır, yargıya tesir edecek heyeti baskı altında tutar. Ahir ömründe, dolarlarının keyfini sürecek yerde mahkeme koridorlarında sürünür durur. Ne kendi eder rahat, ne aleme verir huzur. >> Satır aralarından... * Edison "Deha %1 ilhamdır" der, "% 99 ter... Çalışmanın yerini hiçbir şey alamaz!" * Yanılmak mı? Hayır sadece işe yaramayan yollar buldum. Emekler zayi olmaz. * Ah, pes edenler o anda başarıya ne kadar yakın olduklarının farkına varsalar. * En büyük hata vazgeçmektir. Başarı yanı başınızdadır oysa... * Ben iyi bir süngerim başkalarının kullanmadığı fikirleri alır, bıraktıkları yerden başlarım. * Günde en az beş fikir üretin, bu yılda birkaç bin fikir eder. Sadece biri işinize yarasa yeter de artar. * Nerede, kimin yanında, hangi saatte daha verimli olduğunuzu tespit edin. Zamanınız sermayenizdir zira... * Hep aynı yolları kullanma, aynı kitapları okuma, aynı kişilerle konuşma! Tabii yeni yeni bir şeyler öğrenmek istiyorsan. * Uzmanı olduğunuz konularda da öğrenmeye devam edin. Bildiklerinizin bilmediklerinizin milyonda biri kadar olduğunu göreceksiniz. >> Nev'i şahsına münhasır Edison kiliseden papazlardan hiiç hoşlanmaz. Onca Hıristiyan'ın içinde ortaya çıkıp "bütün İnciller insan eliyle yazıldı" demekten sakınmaz. Kendisine mucid diye methedenlere "hayır tek mucid Allah" diye fısıldar, "biz sadece kaşifiz o kadar!" Düşünmeden konuşanlara çok kızar, "halbuki bir gün" der, "kara kara düşünmeye mahkum olacaklar!" Söz uçar yazı kalır vecizesinden haberdarcasına not tutar. Yaklaşık 3400 defteri vardır, düşünün müsveddeleri 5 milyon sayfayı aşar. Meraklıdır, çocukluğunda kuluçkaya yatan kazı haftalarca izler, yumurtalar tek tek patlayasıya başından ayrılmaz. İnatçıdır da, ufakken kuş yemi yedirerek dadısını uçuracağına sanır. Kadıncağızın ağzına habire mısır tıkar. Kolay kolay yıkılmaz. Bir gece çıkan yangında laboratuvarı kül olur. Ertesi sabah "oh hatalarımız yandı gitti, şimdi yeniden başlayabiliriz" der ve üç hafta sonra ilk gramofonu ortaya koyar. >> Ana gibi yar... Edison annesini asla unutamaz. Öğretmeni "bu şapşalla uğraşamam" deyip kapıyı gösterdiğinde kadıncağız "oğlum sizden daha akıllı" diye haykırmış ve yavrusunu büyük bir inançla bağrına basmıştır. Ünlü kaşif "işte anneliğin ne demek olduğunu o zaman anladım" der, "inanın bütün muvaffakiyetimi ona borçluyum, bana böylesine güvenen insanı mahçup edemezdim ya!. > Kabına sığmayan çocuk Thomas Alva Edison, dar gelirli bir ailenin yedi çocuğundan biridir. Haliyle hususi bir eğitim alamaz. Doğrusunu isterseniz umumi bir eğitim de alamaz. "Kediler niye kuyruklu, yıldızlar niye parlar" gibi sorular yağdırınca öğretmeni bunalır, "bu alıkla uğraşamam" der, çıkışını yazar. İyi ki de öyle yapar, Thomas'ın da standart insanlar gibi yontulup rafa sıralanmasına mani olur bir bakıma... Her anne gibi onunki de pes etmez, oğluna okuma yazma öğretir, sonra kütüphanenin yolunu gösterir. Thomas'ın ilgisi daha ziyade fen kitaplarına kayar, hele Faraday'ın eserlerini içercesine okur öğrendiklerini, denemeye çabalar. Evin kilerini laboratuvara çevirir, Volta kapları, düzenekler, kablolar... Hayat o yıllarda da zordur, Edison henüz 12 yaşında trenlerde gazete, meyve, şeker satar. Lâkin siz onu İzmit istasyonunda su, simit, pişmaniye diye çığıran tıfıllarla karıştırmayın, trenin kantinini bekler o kadar. Kitaplara ayıracak bol zamanı olur, hatta yük vagonunda "Demiryolu Postası" adlı bir gazete basar. İşi tıkırındadır ancak bir gün alevlenen fosfor parçaları (ah bu deney merakı) yüzünden yangın çıkmasın mı? Onu eşek sudan gelesiye pataklar, kulağının zarını patlatırlar. İşte işsiz kaldığı günlerde raylar, üzerinde oynayan bir çocuğu kurtarır. Çocuğun babası hatırlı bir demiryolcudur, dile benden ne dilersen deyince mors alfabesini öğrenmeyi arzular. Adam Edison'a mors alfabesini öğretmekle kalmaz "telgraf operatörü" olarak alır yanına. Keşifçi geldi hanııım Edison'un ilk keşfi elektrikli oy kaydedicidir (1868) pratik bir cihazdır ama pazarlayamaz, o işten beş para kazanamaz. Borcu harcı artınca New York'a kaçar. Burada borsacıların telgraflarını onarır, Western Union Telegraph Company onu yakından takip eder. Geliştirmekte oldukları telgraflı kayıt cihazı üzerinde birlikte çalışma teklifi yapar. Edison bir arkadaşı ile "Universal Stock Printer" adlı mühendislik bürosu kurar. Hayli patent satar, ciddi bir servet kazanırlar. Bu parayla New Jersey Menlo Park'ta bir araştırma laboratuvarı açar. Evet, Edison ortaya yeni bir şeyler koymaktan ziyade üzerinde çalışılan projelere kafa yorar. Mesela 1876'da Graham Bell'in "konuşan telgraf"ı üzerinde çalışmaya başlar, cihaza karbondan bir iletici ekleyerek telefona doğru kapı aralar. Sonra dikkatini dalgaların dinamiği üzerine teksif eder, sesleri kaydedip tekrarlayabilen fonografla (bir nevi müzik kutusu) büyük alâka toplar. Alet "Mary'nin küçük kuzusu"nu okuyunca adı "Menlo Park'ın Büyücüsü"ne çıkar. Aslında Edison'un en önemli keşfi "Menlo Park'tır. Burada yüzlerce isimsiz kaşif çalıştırır ama imzayı kendi adına atar. Hayatı boyunca 1,097 patent satar ki bunlar arasında elektrikli yazı makinesi (Motograf) gibi hayret uyandıranlar da vardır, kömürlü tost makinesi gibi sıradan olanları da... Ona atfedilen ampul, film kamerası, jeneratör, X-ray, akü, pikap, mumlu kağıt ve telgraf "daha önce" bulunmuşlardır. Ancak Edison adı öyle büyümüştür ki gerçek kaşiflerin esamisi okunmaz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.