Taş devrine dönelim!

A -
A +
Tac Mahal, Kutup Minar, Süleymaniye, Ayasofya...  Bütün efsane eserler taştan yapılmıştır, turistlerin görmek için geldiği bir beton yoktur daha
Hakiki balın içine bir şey atarsanız ya yukarı verir ya aşağı indirir, asla içine almaz. Cami de bal gibidir, suni malzemeleri bünyesinden atar
Avrupalı seyyahların hatıralarını okursanız ezan-ı Muhammediden büyük bir sitayişle bahsettiklerini görürsünüz, o muhteşem sedanın tesirinde kaldıklarını saklamıyorlar.
Peki şimdiki turistler niye etkilenmiyor? Yine aynı söz, aynı ses,  aynı makam.
Demek ki araya elektronik devreler girdi mi işin ruhaniyeti kaçıyor. Bir ecnebi şu metalik sesten niye etkilensin ki? Aksine Müslümanlar bile ileri geri konuşuyor (tevbe estağfirullah) günaha giriyor.
Yıllar var ki minareler hoparlör direğine döndü, ezanı şerifler cami içinden okunuyor. Kimsenin şerefeye çıktığı yok, merdivenler çalı çırpıdan, kuş ölüsünden geçilmiyor. Örümcek ağları balta girmemiş orman gibi, yüzünüze, gözünüze dolanıyor. Kopuk tesisatlar, ucu açık kablolar, sallanan duylar. Ne kapı kalmış ne pervaz, mahya halatları ortada duruyor.
Sadece ezan-ı Muhammedi değil hutbeler de dinlenmiyor, her direğin üstünde bir hoparlör, sesler çarpışıp yankılanıyor, uğultu bitiyor, çınlama başlıyor, başınıza ağrılar giriyor.
Geçen bir Anadolu şehrinde yatsı namazı kıldım, hoca efendinin sesi mükemmel, tecvit tertil yerinde sanırsın Abdülbasıt geçmiş mihraba. Ama sistemden bir cayırtı koptu ki nasıl anlatıla.
Çıkarken dayanamadım, "Bizi sesinizden niye mahrum ettiniz hocam" dedim, "Zaten yarım safız şurada."
"Haklısın" dedi. Dedi de, bilmiyorum artık, yakasını mikrofondan kurtarabildi mi acaba?
Şimdi bir cami düşünün apartmanlar arasında. Eğer müezzin "dur şunları bi hoplatayım" derse kesin başarır.  Sabahın seherinde bütün yaşlılara la havle çektirtir, bütün tıfılları zırlatır.
Bazen iç ses açık unutuluyor, imam birinci rekatta ne okudu, ikinci rekatta ne okudu, aşşa mahalle bile biliyor. 

NUMUNE OLACAĞIZ
İstanbul Klasik Sanatlar Merkezi (İKSM) Başkanı Ahmet Zeki Yavaş, camilerimizin estetiğini dert edinmiş bir sanatkâr. Bizim gibi sadece eleştirmiyor, doğrusunun nasıl olacağını da gösteriyor. Önümüzdeki günlerde Ümraniye, Yeşilköy, İzmir ve Rize'de yapacakları camilerle numune olmaya hazırlanıyor. 
Ahmet Zeki Yavaş, Hattat Hamid'in icazetli talebesi ve yıllardır "altın oran" üzerinde kafa yoruyor.  Bazen görüyoruz caminin kubbesi yumurta kadar, minaresi bulutlara değiyor. Bu durum bırakın sanatla uğraşan birini, sıradan insana bile tuhaf geliyor.
Ahmet Bey, "Bakın çok iddialıyım" diyor ve ekliyor:
"Beş tane cami maketi hazırlayalım içlerinden biri altın orana sahip olsun. Millete soralım, yüzde 100'ü onu seçecektir. Sadece mimarlar değil, tasarım ve üretim yapanlar da bu hususta bilgi sahibi olmalılar. Mesela altın orana (1,618) dikkat eden mobilyacı kesin öne çıkar. 
Cenabı Hakk'ın yarattıklarına bakın, hep o oranı göreceksiniz. Gözlerimiz ona alışmış, onu arıyor. Vazgeçilmez bir şifre. İşte 'asker' Sinan'ı, 'Mimar' Sinan yapan sır da burada!"

OSMANLI ÇOK BAŞKA
Biliyorsunuz hat sanatı Anadolu'da şekillendi, İstanbul'da taçlandı. Mimarlık da ona benziyor. Osmanlı işini ciddiye alıyor Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Memluk'tan süzülen birikimi harmanlıyor. Bizans'tan da bir şeyler alıp üslup geliştiriyor, üç kıtaya kubbeler serpiyor. 
Bakın ecdat bir kere eser yapacağı yeri iyi seçiyor. Açık söyleyeyim eğer Süleymaniye o tepede olmasaydı Süleymaniye olamazdı asla.
Sultanahmet Camii'nin yeri öyle değil ama. Evet Ayasofya'dan "daha" büyük, "daha" yüksek, daha "zarif", "daha" aydınlık daha, daha...  İyi de daha kaygısı ile sanat olmaz, demek o sıralar böyle cümlelere ihtiyaç duydular.
Fatih Camisi'ni de gösteren yeridir, Vatan Caddesi'nin bulunduğu koridorda bu kadar hoş durur muydu? 
Karadeniz'de yapacağın caminin taşı ve ahşabı ile Konya'da yapacağın caminin taşı ahşabı bir olmamalı. Cami iklime göre de planlanmalı, çevresine uymalı.
Ve gelelim önemli bir tespite. Ecdat "Ben de faniyim, mülküm de fani olsun" demiş, evini barkını ahşaptan çakıp çıkmış.  Lakin vakıf eserlerinde taştan vazgeçmemiş asla. Masif malzeme bozulmuyor, dağılmıyor. Çimentonun ömrü 100 yıl, ama 2 bin yıllık Horasan capcanlı duruyor. İnanmayan çıksın baksın surlara.  
Horasan derken hocam? 
Bildiğiniz kireç, saman, yumurta biraz da taş katmışlar.

MALZEMEDEN ÇALMAYALIM
Biz İKSM olarak ecdadın malzemelerini günün teknolojisi ile buluşturmaya niyetliyiz. Nitekim taş işçilerini, marangozları, cam ustalarını, horasancıları bir araya getirdik. Anıtlar kurulu hayli memnun, UNESCO projelerimizi daha şimdiden koruma listesine aldı, demek ki değer veriyor. 
- Çamlıca'ya yapılan cami taş olamaz mıydı mesela?
- Neden olmasın. Biliyorsun çimento 20 günde kuruyor, bir ay sonra en mukavim haline ulaşıyor ve yavaş yavaş düşüşe geçiyor. Bizim 1960'da yapılan bir evimiz var, rapor çıktı, yıkılacak. Zemzem Towers'a o kadar masraf ettiler, onun da akıbeti farklı olmayacak.
Bir camiyi masif malzemeden, taştan, mermerden, ahşaptan yaparsan masraf yüzde 30 artar ama ömrü de 30 kat uzar. Yazın serin, kışın sıcak tuttuğunu da hesaplarsan masrafı da azdır ayrıca.
Çimento ile birlikte camilerimiz estetiğini kaybetti, ne o öyle plastik pencereler, alüminyum doğramalar, uyduruk son cemaat yerleri, klima kafaları, amfiler, kablolar...
Hakiki balın içine bir şey atarsanız ya yukarı verir ya aşağı indirir, içine almaz. Cami de bal gibidir, suni malzemeleri bünyesinden atar. Nitekim 17 Ağustos'ta Osmanlı camileri çimentolarından kurtuldular, safralarını attılar âdeta. 
Biz boyayı bile doğal kullanmaktan yanayız, ibadethanenin dokusu onu gerektiriyor zira.

NEREDE YANLIŞ YAPTIK?
Bir kere avizeler çok abartılı, öyle ki kubbeler görünmüyor.
Osmanlı başınızın 70 santim yukarısına kandil dizmiş ki secde ettiğin yeri görebilesin. Bu gün ona ihtiyaç yok. Her taraf şıkır şıkır ampul pırıl pırıl kristal.  Burası vitrin değilki, bence direkt ışık bile hata, lambaları gömüp saklayabiliriz pekâla.
Ses düzenleri çok kötü. Ankara'da Ahmet Hamdi Akseki Camii'ne gittim, vaazdan bir şey anlamak kâbil değil, sesler savaşıyor âdeta. Burada semtimizin camisine gittim. Teravih öncesi... Aynı macera. Yanımdaki ihtiyar "Oğlum sen bir şey anlıyor musun?" dedi.
-Yooo
-Ben de anlamıyorum, öyleyse kalk, niye duruyoruz ki burada.
Osmanlı camisinde böyle bir şey olmaz, ses kubbede katlanır ve kadife gibi yayılır dalga dalga.
Malum, Mimar Sinan nargile fokurdatıp seda küplerinin yerini tespit ediyor. Bu gün gelişmiş bilgisayar programları var, elimize marpuç almadan da küplerin yerini bulabiliriz kolayca.
Ecdattan bize tevarüs eden bir cami adabı var, bunu yaşatmalıyız mutlaka.
Bazı camilerde mihrap çok yüksek. İmam cemaatten yukarıda kıldırıyor. Diyelim abdesti bozuldu, hemen arkasındaki imameti teslim alacak. İyi de adamcağız basamak mı çıkacak?     
İNCELİĞE BAK
Malum, halıların tüyleri bir yana yatar. Eskiler yönünü kıbleye çevirirler, onlar da rüku ve secdeye yatar. Camiyi öne doğru süpürür, çöpü faraşla alırlar. Kapıya doğru süpürürsen giren hava tozu kaldırır, yaptığın işin manası kalmaz.
İtikaf odaları da unutuldu gitti, hâlbuki bir sünneti ihya etmenin sevabı ortada.
Adam hayatında abdest almamış, bir şadırvan yapıyor mayi müstamel şakır şakır üstünüze sıçrıyor.
Kadınlara ayrılan yerler tabutların arasında, merdiven altlarında. Hâlbuki onların zarafetine yakışacak şekilde tezyin edilebilir pekala.
Biz süslemeleri duvara çizmeyeceğiz, CNC tezgâhlarla ahşaptan oyacak ve satıhtan on santim öne çıkaracağız. Cami boya badana görse de işlemeler yerinde kalacak.
Son yıllarda araya tabure ata ata mescidleri dolmuşa çevirdiler. Babamın vazife yaptığı camide bile üç sıra sandalye var, adamcağız söz dinletemiyor yaşlılara. Böyle giderse gözümüz alışacak. Sözde âlimler de fetva verecek, kiliseye döndürecekler maazallah!
OLDU MU ŞİMDİ YA?
Doksanlı yıllar. Karagümrük'te bir çeşme var, kitabesini Hattat Rakım yazmış ki hayranım ona. Gelip gidip resmini çekiyorum, dialarını saklıyorum dosyamda. Tutmuş esnafın biri yazıyı yeşile boyamış, biraz yaldız maldız atmış ve gövdeyi yekpare fayansla kaplatmış. Bakır musluğu sökmüş, gitmiş pahalı bir banyo armatürü taktırmış babasının hayrına.
Görünce beynimden vurulmuşa döndüm, sinirden ağlayacağım. Fotoğraflarını buldum geldim. Bunu kim yaptı? Dediler "şu amca!"
Resmi gösterdim, bak böyleydi böyle oldu. Gitti mi hoşuna? Güzeeel diyor, farkında değil hâlâ.
Ben şikâyet etmedim, ama eden etmiş, bayağı başı ağrıdı. Çeşmeyi tekrar kazıdılar, kitabe hâliyle yıprandı, şimdi zor okunuyor.
Kim bilir, camilerin başına neler geliyor?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.