Batı'yla ilişkilerimiz neden düzelmez?

A -
A +
15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaşanan süreç, Batı açısından Türkiye’ye nispeten daha sancılı geçiyor. Erdoğan liderliğinde hayata geçen Yeni Türkiye darbeye âdeta keenlemyekün muamelesi yapıyor; ekonomi neredeyse etkilenmiyor, bürokrasi aksamadığı gibi, safralarından da kurtuluyor. Oysa Batı siyaseti, medyası ve kamuoyu uzunca bir süredir çektiği asırlık konforlarını yitirmenin sancısını darbe sonrası süreçte daha da derinden hissediyor. Türkiye’ye yönelik oluşturdukları basma kalıp analizler, yorumlar, müdahale planları anlamsızlığını yitirdikçe Batı çoktandır paslanmış olan Türkiye’ye karşı "orijinal" analiz yapma yetilerini hayata geçiremiyor. Eski Türkiye Batı’yı asırlık reçeteleri kullanmaya öyle alıştırmıştı ki, Batı her hastaya güllaç yediren Hazık Agop Efendi gibi umudu darbede aramaktan geri kalmadı. Oysa Türkiye darbelerle dizayn edilme dönemlerini geride bırakalı çok oluyor. O kadar ki, darbe girişiminin duyulması ile birlikte oluşan öfkeye rakip olabilecek yegane his şaşkınlıktı. Mantıksız geliyordu darbe ile dizayn edilme çabası. Bununla birlikte bizi bizden iyi tanıdıklarını düşünenler bizi aslında ne kadar eski tarihli verilerle tanıdıklarını ortaya koydu. Batı siyasetinin ve medyasının ülkemizi eski Türkiye fabrika ayarlarına döndürme çabası giderek agresif bir hâl almaya başladı. Bugün kamuoyu baskısı ile, insan hakları ve demokrasi gibi kavramların arkasına sığınılarak verilen tepkiler, yarınlarda birer utanç tablosu olarak anılacak.
Birleşmiş Milletler Çalışma Grubu’nun Türkiye ile ilgili raporunda PKK açıkça terör örgütü olarak zikredilmedi. Büyük bir skandal ancak şaşırtıcı değil. Gerçeği görmek istemeyen, Türkiye ile yeni bir ortaklık anlayışı geliştirmeyi bir türlü kabul edemeyen Batı'nın alışıldık tepkileri. Bir diğer örnek Amerikan Temsilciler Meclisi’nde yapılan Türkiye toplantısı. FETÖ’cü bir eski emniyet müdürünün konuşmacı olarak davet edildiği toplantıda, ifade hürriyeti ve farklı görüşleri dinlemek namına kamudan atılan FETÖ’cülerin yerine Müslüman Kardeşler üyelerinin getirildiği zırvaları dile getirildi.    
Bu tablo her açıdan çok dokunaklı ve hazin. Hatırlarsınız Avrupa Birliği vize serbestisi için Türkiye’ye terörle mücadele kanununu yumuşatması şartını sunmuştu. Bu şart Türkiye’deki yorumcular tarafından Avrupa Birliği vize serbestisini hayata geçirmemek için ipe un seriyor olarak yorumlanmıştı. Ancak aradan geçen zamanda Batı cephesinde bu yorumu boşa çıkartan saçma ve akıl dışı gelişmeler yaşandı. Bugünden geriye baktığımızda Avrupa Birliği’nin terörle mücadele kanununda değişiklik yapılması şartını vize serbestisinin önüne bir engel olarak koymadığı, aksine vize serbestisini kullanarak Türkiye’nin terörle mücadelesini zayıflatmak istediği anlaşılıyor. Eski Türkiye fabrika ayarlarına dönmek isteyen Batı, eski Türkiye’deki en kullanışlı ve verimli enstrümanı olan terörü kaybetmek istemiyor.
Peki Batı ne istiyor? Batı iki şey istiyor veya istemiyor. Türkiye ikisinin de merkezinde yer alıyor. Birincisi Batı Türkiyesiz bir model istemiyor. İkincisi ise Türkiye ile ilişkilerinde eskiden olduğu gibi Batının üstün olduğu hiyerarşik bir model istiyor yani Türkiye’yi eşit ve saygın bir ortak olarak kabul etmek istemiyor. Hâl böyle olunca da; bir yandan Türkiye’yi elde tutmak isterken diğer yandan onu dengelemek ve hatta ‘terbiye’ etmek istiyor. Tıpkı AB Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’un 15 Temmuz darbe girişimi sonrası dayanışma mesajı vermek için Türkiye’yi ziyaret ettiği saatlerde Salih Müslim’in Avrupa Parlamentosu’na davet ettirilip konuşturulması gibi. Türkiye ziyareti esnasında bu soru kendisine sorulan Bay Schulz ‘haberim yok’ diyerek cevabı geçiştirdi. Ancak bir teröristi misilleme yaparcasına çağırıp konuşturmuş olmanın utancı AB tarihine geçti...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.