KÖLELİK

A -
A +
Ba’zı kafalar işgâl altında. Hattâ müstevlî ile hemhâl olmuş durumda. Bedenler esîr, ruhlar köle. Kurtulma ihtimâli sıfır olmasa da sıfıra yakın. Zîrâ hastalar illetden bî-haber. Her şeyin yolunda olduğunu zannediyor. Bırakın tedâvîyi, teşhîse bile sıra gelmiyor. Nice memleket evlâdı bu değirmende un ufak oldu. Nice ocak ebediyyen söndü. Dikkat ederseniz memleket evlâdı diyoruz. Ya’nî kriptolarla işimiz yok. Devlet onlarla ilgilenir. İlgileniyor da…
 
Hastalık hemen herkese zarar verdi. Hepimizden bir şeyler götürdü. Az veyâ çok. Bugün Buhara’yı görmediği için hayıflanan insan bulmak zor.  Fakat New York için böyle mi? En moderninden en mutaassıbına kadar vaz’iyyet bu. Elbette arada ton farkı var. Müesserlikden memlûkluğa giden bir çizgi var. Kalınıyla incesini aynı kefeye koymak tabîî ki yanlış. Madde ve ma’nâ cihetini bütünüyle işgâlciye teslîm eden ne kadar alçaksa bu sıkıntıyı bir baş ağrısıyla atlatan o kadar değerli. Aradakiler hakkında bulundukları noktaya göre kıymet hükmü verilebilir. Lâkin bu iş bizi aşan bir ameliye.
 
Ana kaynaklarla irtibâtımızın kesilmesi sebebiyle bu hâldeyiz. El yordamıyla bir yerlere varmaya çalışıyoruz. Sık sık hatâya düşmemizin başlıca âmili bu. Yığınla mevzûda mal bulmuş mağribî gibiyiz. Çünki bunlar batıda tatbîk ediliyor. Ya’nî ciddî bir aşağılık kompleksi mes’elemiz var. Özgüven diye ne idüğü belirsiz bir mefhûmun peşinden gidiyoruz. Meftûnuyuz. Çocuklarımızı onunla mücehhez kılmak olmazsa olmazımız. Aksi takdîrde karalar bağlıyoruz. Mekteblerimiz, muallimlerimiz canhıraş gayretlerle bu hedefe yürüyor. Ne getirip ne götürdüğünü düşünemiyoruz. Nefsi put hâline getirdiğinin farkında değiliz. Bilmeliyiz ki özgüven edebiyâtı ruh hastaları i’mâl ediyor. Hayâ perdesi yırtılmış ruh hastaları. Kendi milletine alabildiğine kibirli olan bu zavallılar batı karşısında fevkalâde ezik, fevkalâde âciz. İşin Türkçesi dengesiz bir köle. Hâlbuki bizim “tevekkül”ün âşığı olmamız gerekirdi. Bin sene boyunca olduğu gibi. İç ve dış muvâzenemizi ancak bu sûretle sağlayabilirdik. Ona sarıldıkça yeryüzünü fethetdik. Islık çalarak alnımıza doğru gelen ok ebedî saâdeti müjdeliyordu. Hezîmetde yıkılmadık, zaferde havalara uçmadık. Sabretdik, şükretdik. Mangalda kül bırakmayan erbâb-ı zâhirin bu derinliklere dalması söz konusu olamaz…
 
Sultan Alp Arslan’ın Malazgird’de, “Ya Rabbî! Seni kendime vekîl yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ey Allahım! Niyetim hâlisdir; bana yardım et!” yakarışı da, ok ve yayını bırakıp kılıç ve debbûsu alması da özgüvenin değil tevekkülün gücünü ortaya koyuyor! Yine Sultan Selîm’in Çaldıran yolunda, “Kalbleri zayıf olanlar, ehl ü iyallerini düşünenler ve yol zahmetini bahâne edenler, kendileri bilirler; dönerlerse dîn-i mübîn yolundan dönerler. Eğer bahâne düşman gelmediği ise düşman daha ileridedir. Er iseniz benimle berâber gelin ve illâ ben tek başıma da giderim” diyerek atını ileri sürmesi kezâ!
 
Medeniyyetimizi tanıdıkça bu trajikomik durumdan kurtulacağız. Yalan yanlış iktibaslarla kurulan çürük dünya yerle yeksân olacak. Gerçek kahramanların indirdiği topuz sahtelerinin beyninde patlayacak. Maddî ma’nevî prangalar bin parçaya bölünecek. Türk milletine yüz sene önce biçilen kölelik rolü çöpe gidecek. Enâniyyete kapılmadan efendi olduğumuzu hatırlayacağız. Vatan toprağının yedi yüz seksen bin kilometrekareden ibâret olmadığını fark edeceğiz. Operasyona uğrayan değil, dünyaya nizam veren Türkiye doğacak.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.