TEVEKKÜL

A -
A +

Özgüven denilen uydurma bir kelimenin oyuncağı olduk. Çocuklarımıza yürümekden önce özgüveni öğretiyoruz. Artık ne olacaksa! Hâlbuki medeniyyetimizde böyle bir mefhûm yok. Maamâfîh titrek bir ruh hâli de yok. İnsanımız yalnız ve ancak âhireti için korkar. Onu tehlikede görürse hücrelerine kadar titrer. Üç kuruşluk dünya menfaatleri karşısında ne eğilir ne sarsılır. Dolayısıyla onu “özgüven” yüklemesi yapılan hormonlu nesillerle mukâyese edemeyiz. Biri çınarsa diğeri rüzgârda savrulan yaprak gibidir. Nitekim yaşamakda olduğumuz her sâniye bu kanaatimizi doğruluyor. Kof nesiller kendini dev aynasında görüp kibirleniyor. Hakîkî durum cücelik olduğu için aynaya göre hedeflediği hiçbir engeli aşamıyor. Hâliyle küplere biniyor. Bu sûretle fâsid dâire denen şey ortaya çıkıyor. Dönüp duruyor, dönüp duruyor…

Çâre ne olup bitdiğini anlamakdan geçiyor. Zâten sıkıntı da burada. Türk milleti son yüz elli seneyi henüz tam ma’nâsıyla çözebilmiş değil. Bunu Tanzîmât’a kadar götürebiliriz. Zîrâ garbın içimize sızması burada başlıyor. Reşid Paşa şırınga etdikleri ilk büyük mikrop. Öylesine sinsi bir plan dâhilinde hareket etdi ki pâdişâh hâdiseye vâkıf olduğunda iş işden geçmişdi. Çakal İngilizler söz konusu masona öyle bir makyaj yapmışlardı ki gerçek durumu fark edebilmek mümkin olmamamışdı. Ne var ki bu bir denemeydi. Asıl makyaj imhâ edici bir hamle için saklanmışdı. Bu darbeyle Türk de Türk kültürü de tarih olacakdı. Üstelik “Türk Türk Türk” diyerek!

Bu arada Abdülmecid Han hakkında konuşurken fevkalâde dikkatli olmamız gerekdiğini hatırlatalım. Zîrâ “ecdâd-ı izâmı içinde en ziyâde Yavuz Sultan Selîm’i severdi ve âna pek ziyâde hürmet ederdi. Binâen-aleyh türbesini ânın türbesi yanında binâ etdirmiş idi. Fakat bu türbe ibtidâ Yavuz Sultan Selîm’in türbesinden daha yüksek olarak binâ edilmiş olduğunu görücek ‘Yavuz Sultan Selîm gibi bir pâdişâh-ı zî-şânın türbesi yanında ânın kubbesinden yüksek kubbe yapdırmak hilâf-ı edebdir’ diyerek kendi türbesini yıkdırıp daha alçak olmak üzere tekrâr binâ etdirmiş idi.”

Abdülmecîd Han mes’eleyi çözse bile gözleri kapalı nice insan vardı. Hâinlerden bahsetmiyoruz; vatanperverleri kasdediyoruz. Meselâ bunların en büyüklerinden biri olan Cevdet Paşa bile onu tanımakdan çok uzakdı. Şinâsî’nin hâşâ “medeniyyet resûlü” dediği bu alçağa cömertce iltifât ediyordu. “Az vakit zarfında büyük büyük işler görmüş” dediği kişi bir başkası değildi. Yine “âlî-cenâb ve sebâtlı ve insâniyyetli ve kalbi temiz bir zât-i mendûhü’s-sıfât” ifâdeleri de aynı şahsı övüyor, “bu devirde andan büyük adam yok idi” cümlesi noktayı koyuyordu.

Tahrîbât Âlî ve Fuad paşalar tarafından genişletildi. Sonrası felâket oldu. Islâhât i’lân edildi. Aklı başında insanlar, “âbâ ve ecdâdımızın kaniyle kazanılmış olan hukûk-i mukaddese-i milliyyemizi bugün gâ’ib etdik. Millet-i islâmiyye millet-i hâkime iken böyle bir mukaddes hakdan mahrûm kaldı. Ehl-i islâma bu bir ağlayacak ve mâtem edecek gündür” diye ağlaşırken alafrangalar akça derdindeydi: “Teba’a-i gayr-i müslime ehl-i islâm içine yayılıp mahalleler mahlût olıcak emlâkımızın fiâtı terakkî ve medeniyyet tevessü’ eder.” Her türlü yıkımın kapısını açan paşamız bu son adımı tenkîd ediyordu. Başrolde bu def’a kendisi yokdu ya, gâlibâ onun için…

İngilizler altdan alta halkı kışkırtmakdan vazgeçmiyordu. Mekke-i mükerremede cereyân eden hâdiseler onların eseriydi. Bakın mübârek mahallerde neler söyletiyorlardı: “Yâ ehl-i Mekke bilâ-hisâb ve lâ-azâb cennete girmenin zemânı geldi. Türkler üzerine cihâd edin ki anlar nasârâ ve frenk oldular. Sizden katl olunan cennetlik ve anlardan katl olunanlar cehennemlik olduğunda iştibâh yokdur.”

Satılmış ruhlar bitmedi. Her biri bir sefâretin güdümünde nicesi geldi. Meşrûtiyyet, 93 Harbi, Cihân Harbi derken devlet yıkıldı. Sâdece biz ve İslâm dünyası değil bütün dünya altında kaldı. Eğer Osmanlı devâm etseydi târihin akışı çok farklı olurdu…

Bütün bunlar kılcal damarlarımıza kadar zerkedilen bir zehrin netîcesiydi. Bu hengâmede ta’lîm terbiye çarkımız da büyük yara aldı. Yeni sistem kafası karışık nesiller yetişdirdi. Değerlerine inanıp inanmamakda tereddüd eden tipler ortaya çıkdı. Îmân zedelendi. Osmanlı sonrası ise bize âid olan her şey silindi. Yüz sene boyunca format atıldı. Bugün neyin ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Tabîî daha işin başındayız. Batağın ortasında bulunuyor, ne tarafa gideceğimizi ta’yîn edemiyoruz. Özgüven edebiyâtı bu iklîmde yayılıyor. Bu içi boş iddiânın nefsi cilâlamakdan başka bir işe yaramadığını hemen kimse bilmiyor. Üstelik özgüven sâhibleri bu fikrin neşv ü nemâ bulduğu âleme karşı çok titrek. Aslanlıkları kendi memleketlerinde. Hülâsa nakil yoluyla gelen nice bahâ biçilemez değerimizi yeniden keşfetmemiz lâzım. Önce kendimizi sonra çocuklarımızı bunlarla zînetlendirmemiz lâzım. Tevekkül onlardan biri. Yeniden keşfetmeliyiz. Bilelim ki özgüveni zirvede olan bir çocuk mütevekkil bir vatan evlâdının yanında hiç hükmündedir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.