İnsanın şerefi, kıymeti...

A -
A +

İnsanın bir görünen maddi tarafı, bir de görünmeyen manevi tarafı vardır. Maddi tarafı yani beden hakkında az çok hepimiz bazı şeyleri bilmekteyiz. İnsanın manevi yönünü yani ruh tarafını bilen az olduğu gibi, merak eden de çok azdır. Halbuki insan demek, ruh demektir. Ruh varsa beden bir işe yarar, ruh yoksa beden ölmüş demektir. İnsanın şerefi de, ruhunun yükselmesine bağlıdır. İşte insanın bu görünmeyen ve çok az bilinen manevi yönü hakkında İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: "İnsanın rûhu, bu gördüğümüz ceset ile birleşmeden önce, terakkî edemez, ilerleyemezdi. Kendine mahsûs makâmda, derecede bağlı ve mahpus gibi idi. Fakat, bu cesede indikten sonra, yükselebilmek hâssası ve kuvveti ona verilmiştir. Bu hâssası, onu melekten üstün ve şerefli yapmıştır. Allahü teâlâ lutf ederek, ihsân ederek, rûhu, bu hissiz, hareketsiz olan, hiçbir şeye yaramayan, karanlık ceset ile birleştirdi. Rûh ışığını, karanlık ceset ile birleştiren, madde olmayan, zamânlı, mekânlı olmayan rûhu, maddeden yapılan ceset ile bir arada bulunduran, Allahü teâlâ, çok büyüktür. Rûh nefse âşıktır!.. Rûh ile ceset, her bakımdan, birbirinin zıddı olduğundan, bunların bir arada kalabilmesi için, Allahü teâlâ, rûhu nefse âşık etti. Bu sevgi, bunların bir arada kalmasına sebep oldu. Kur'ân-ı kerîm, bu hâli bize haber veriyor. Vettîn sûresinde meâlen; (Biz insanın rûhunu, güzel bir sûrette yaratıp, sonra en aşağı dereceye indirdik) buyuruldu. İşte rûh, nefse karşı olan bu aşkı, sevgisi sebebi ile, kendini nefs âlemine attı ve nefse esîr oldu. Kendisini unuttu. Nefs-i emmâre hâlini aldı. Rûh, her şeyden dahâ latîf, maddenin en hafîfi olan hidrojen gazından, hattâ bir elektrondan da dahâ hafîf olduğundan, madde bile olmadığından, her ne ile birleşirse onun hâline, şekline ve rengine girer. Kendini unuttuğu için, evvelâ kendi âleminde, derecesinde iken, Allahü teâlâya olan bilgisini de unuttu. Câhil ve gâfil oldu. Nefs gibi cehâlet karanlığı ile karardı. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu, çok acıdığı için, Peygamberler gönderip, rûhu kendine çağırdı ve nefsi dinlememesini ona emretti. Rûh bu emri dinleyip, nefse uymaz, ondan yüz çevirirse, felâketten kurtulur. Yok eğer, nefisle berâber kalmak, bu dünyâdan ayrılmamak isterse, yolunu şaşırır, saâdetten uzaklaşır. İşte rûh, bu hâlde kaldıkça, nefsin gafleti, câhilliği, rûhun da gafleti, cehâleti olur. Yok eğer, rûh, nefisten yüz çevirir, ondan soğur, onun yerine Allahü teâlâyı severse ve kendi gibi, bir mahlûku sevmekten kurtulup, sonsuz var olana âşık olup, bu aşk ile kendinden geçerse, nefsin gafleti, cehâleti, rûha sirâyet etmez. Meselâ, bâdem yağı, bâdem çekirdeğinde bulunduğu müddetçe ikisi de aynı birşey gibidir. Yağ, posadan ayrılınca, her ikisinin özellikleri başkadır ve her bakımdan ayrı iki şey olurlar. İşte, bu hâle yükselmiş olan bir bahtiyâr kimseyi, bazan, tekrâr bu âleme indirirler. Allahü teâlâya ârif ve âlim olduğu hâlde, bu âleme döndürüp, onun mübârek, şerefli varlığı vâsıtası ile, âlemi nefislerin karanlığından, cehâletinden kurtarırlar..." İnsanın dünyada kalmasına, yaşamasına, iş yapmasına, para kazanmasına velhasıl dünyada kalabilmesine, hep nefs sebep olmaktadır. Fakat nefs, Allahü teâlâyı inkar, Ona isyan etmek üzere yaratılmıştır. Eğer nefs, inkar bataklığından kurtulup iman nimeti ile şereflenirse, bütün kötülüklerden uzaklaşır. O zaman insan, çok şerefli, kıymetli hatta meleklerin de üzerine çıkabilen bir varlık olur. Muhammed Sâdık hazretleri buyuruyor ki: "Mutmeinne olan nefs, İslâmiyete karşı gelemez. Baş kaldıramaz. Bütün varlığı ile, Rabbine dönmüştür. Ona tutulmuştur. Onun rızâsını kazanmaktan, Ona itâat ve ibâdet etmekten başka bir düşüncesi yoktur. Önce, mahlûkların en kötüsü olan nefs-i emmâre şimdi itminân kazanmış ve Allahü teâlâyı râzı etmiştir." Ruhun gıdası verilince... İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlâ indinde kıymeti o kadar yükselir. Kendine kıymet verenin, Allahü teâlâ katında kıymeti olmaz. Din büyükleri, "İnsanın şerefi, kıymeti, rûh iledir" buyurmuşlardır. Nefs iman edip, ruhun gıdası verilince, insan olgunlaşmakta, yükselmekte, kıymetli ve şerefli olmaktadır. Zaten nefsin iman etmesi ile beraber, insanın değer verdiği şeyler de değişmektedir. Bunun için; "Şerefül insan bil ilmi vel-edeb, lâ bil mâl-ı vel haseb" buyurulmuştur. Yanî insanın şerefi, kıymeti, ilmi ve edebi ile ölçülür. Malı ve nesebi yani baba ve dedeleri ile değil! Zaten bir insanın kıymeti, dünyâ ile ölçülse idi, dünyâlığı çok olan kâfirlerin herkesten azîz olmaları gerekirdi. Bunun için din büyükleri; "Dünyânın görünüşüne aldanmak akılsızlıktır" buyurmuşlardır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.