Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz...

A -
A +

Allahü teâlâ mü'minlerin, kendilerinin değil, îmânlarının üstün olduğunu bildirdi. Îmân kimde bulunursa, o üstün olur. Sonsuz üstünlük ise, son nefeste belli olur. İnsanın iyiliği, kötülüğü, Cennetlik, Cehennemlik olacağı, son nefeste belli olur. Altmış senelik bir kâfir, ölümünden az önce, Müslümân olsa, âhirette mü'min olarak dirilir. Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Bir kimse, bütün ömrünce Cehennem ateşine götürecek günâhlar yapar. Bu kimse, ömrünün son günlerinde, Cennete götürecek iyilikler yaparak, Cennete gider.) Peygamberlerden ve Cennete gidecekleri bildirilmiş olanlardan başka, hiç kimse için Cennetliktir denilemez. Çünkü, son nefesin nasıl olacağı bilinemez. Bu sebepten, imân ile ölmek için, her gün duâ etmek lâzımdır. "Kalbimi, dîninde sâbit kıl!" Şeyhülislâm Ahmed ibni Kemâl Paşa hazretleri buyuruyor ki: "İnsanın, işine göre ömrü ve rızkı değişir, iyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Böylece Allahü teâlâ, birine, ölümüne yakın iyi işler yaptırıp, son nefeste îman ile gönderir. Başka birine kötü amel işletip, îmânsız gönderir. Bunun için, Resûlullah efendimiz her zaman; (Allahümme yâ Mukallib-el-kulûb, sebbit kalbî alâ dînike) duâsını okurdu ki; "Ey büyük Allah'ım! Kalbleri iyiden kötüye kötüden iyiye çeviren, ancak sensin. Kalbimi, dîninde sâbit kıl, yâni dîninden döndürme, ayırma!" demektir. Hadîs-i kudsîde de; (İnsanların kalbleri, Rahmân'ın kudretindedir. Kalbleri, dilediği gibi çevirir) buyrulmuştur." Ali Bekkâ hazretler çok ağlardı. Zaten Bekkâ, "çok ağlayan" demektir. Kendisine Bekkâ lakabının verilmesinin sebebi şöyle anlatılır: Bir arkadaşı vardı. Birlikte bir yolculuğa çıkarlar ve arkadaşı; -Zannıma göre ben, falan vakitte, falan memlekette öleceğim. O zaman yanımda bulun diyerek, vasiyette bulunur. Daha sonra olanları Ali Bekkâ hazretleri şöyle anlatır: "Arkadaşımın söylediği vakit gelince yanına gittim. Hayâtının son anlarını yaşıyor ve can çekişiyordu. Yüzünü doğu tarafına dönmüştü. Tutup kıbleye çevirdim. Tekrar doğuya döndü. Tutup yine kıbleye çevirdim. Bu arada gözlerini açıp bana dedi ki: -Hiç uğraşma, ben bu tarafa dönmüş olarak öleceğim! Hristiyan ruhbanlarının söylediği küfür olan, îmânı gideren sözler söylemeye başladı. Dîn-i İslâmdan çıktı. Nihâyet îmânsız öldü. Ölüsünü kaldırıp, oradaki bir kiliseye götürdük. Bir de gördük ki, kilisede bir kalabalık toplanmış ve çok üzgün bir hâlde idiler. Önlerinde yatan bir cenâzenin etrâfında duruyorlardı. -Nedir bu hâl? dediğimizde; -Bizim meşhûr bir ruhbanımız vardı, yüz sene yaşadı. Bugün öldü. Fakat, ölmeden önce dînimiz olan Hristiyanlıktan çıktı. Müslüman olduğunu söyledi ve Müslüman olarak öldü dediler. Biz de onlara; -Bizim elimizdeki cenâze de Müslüman idi. Son nefesinde Hristiyanlık dîni üzere öldü ve îmânsız gitti. Siz bunu alın, o, Müslüman olarak ölen ruhbanınızın cenâzesini de bize verin dedik. Bu teklifimizi kabûl ettiler. Biz o Müslüman olanın cenâzesini alıp, yıkadık, kefenledik, Müslüman mezarlığına defnettik. Onlar da öbürünü alıp, Hristiyan mezarlığına defnettiler. Bunun için Allahü teâlâdan, son nefesimizde îmân ile gitmeyi nasîb etmesini dileriz ve yalvarırız." Bir kimsenin imanlı olup olmadığı son nefeste belli olur ise de, umûmiyetle insan, dünyada iken nasıl yaşarsa öyle ölür. Behâeddîn Buhârî hazretlerini, vefâtından sonra sevenlerinden birisi rüyâda görmüş ve; -Ne amel işleyelim ki kurtuluşa erelim? diye sormuş. O da; -Son nefeste ne ile meşgûl olmak gerekirse, onunla meşgûl olunuz buyurmuştur. Bir hastayı ziyârete giden Mâlik bin Dînâr hazretleri, şahit olduğu hâdiseyi şöyle anlatır: "Hastanın hâlinden, ölüm durumunun yakın olduğu anlaşılıyordu. Kendisine Kelime-i şehâdeti söyletmek için uğraştım. Fakat ne kadar uğraştımsa söylettiremedim. O durmadan on, onbir diyordu. Sonra kendisine gelip bana; -Ey üstâdım! Önümde ateşten bir dağ var! Ne zaman şehâdet kelimesini söylemeye çalışsam, bu ateş bana hücûm ediyor dedi. Bunun üzerine mesleğini sorduğumda; malını ribâya veren, fâiz yiyen, ölçü ve tartıda hîle yapan biri olduğunu anladım." Muteber olan sondur! Rebî bin Haysem hazretleri buyuruyor ki: "İnsan ölüm zamanından önce nasıl yaşarsa, rûhunu o hâl üzere teslim eder. Ben mala, paraya karşı çok ihtirâslı ve insanları çok çekiştiren bir adamı hastalandığında ziyâret etmiştim. Son anlarını yaşıyordu. Yanında otururken, onun duyup okuması için Lâ ilâhe illallah kelime-i tevhîdini okuyordum. O ise, her defasında para saymakla meşgul oluyordu." Netice olarak din büyüklerinin talebelerine hep buyurduğu gibi; "Muteber olan sondur. Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz. Hep abdestli duran, son nefeste Allah diyerek ölür..."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.