"Söz verdiğinde ahdini yerine getir!"

A -
A +

Kur'an-ı kerimde meâlen buyuruldu ki: "Rabbinizle ve diğer insanlarla olan ahdinize vefâ ediniz, zîrâ kıyâmette ahd sâhibinden, ahdini bozmasının sebebi sorulur."
Söz vermeye ahd, verdiği sözde durmaya vaad denir. Vefâ ise, iyi geçinmek, yardımlaşmak, sözünde durmak, hakkını gözetmek anlamlarındadır. İsrâ sûresinin 34. âyet-i kerîmesinde meâlen; (Rabbinizle ve diğer insanlarla olan ahdinize vefâ ediniz, zîrâ kıyâmette ahd sâhibinden, ahdini bozmasının sebebi sorulur) buyurulmaktadır.
Peygamber efendimiz, hazret-i Ali'ye hitaben; (Yâ Alî! Münâfıkta da üç alâmet olur: Söz söylese yalan söyler. Bir şey vâdetse, vâdinde durmaz. Yanına emânet koysalar, hıyânet eyler) buyurmuşlardır.
Sözünde durmaya, sözünü yerine getirmeye ahde vefâ denir. Hadis-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Verdiği sözde durmayan kimse için, kıyâmet günü bir sancak dikilir ve; "Dikkat edin bu sancak falan oğlu falanın ahde vefâsızlık alâmetidir" denilerek teşhîr edilir, gösterilir.)
(Ahde vefâsızlığın yaygın hâl aldığı bir cemiyette, cinâyet çok olur.)
Abdullah bin Mübârek hazretlerinin din gayreti çok fazla idi. Allahü teâlâdan başkasına ibâdet edilmesine hiç tahammülü yoktu. Kendisi şöyle anlatır:
"Bir ateşperest ile çalışıyorduk. Namaz vakti gelince ondan, namaz kılarken, bana zarar vermeyeceğine dâir söz aldım. Bunun üzerine namaz vaktinde rahatça bir namaz kıldım. Sonra ateşperestin ibâdet zamânı geldi.
-Şimdi sıra bende, ben ibâdet ederken, sen de zarar vermeyeceğine dâir söz ver deyince, rahatça ibadet edebileceğini bildirdim. Fakat ateşperest ateşe tapmak üzere secdeye varınca, sözümde duramadım ve üzerine atıldım. O anda; "Söz verdiğin zaman ahdini yerine getir!" diye bir ses duydum ve hemen geri çekildim. Ateşperest ibâdetini bitirince;
-Evvelâ hücum ettin, sonra niye vazgeçtin? diye sordu.
-Ben, Allahtan başkasına secde ettiğin zaman, dayanamadım, üzerine atıldım. Seni öldürmek istiyordum. Fakat tam o anda; 'Söz verdiğin zaman, ahdini yerine getir!' diyen bir ses, beni bu işten alıkoydu dedim. Bunun üzerine ateşperest;
-Rab, senin Rabbindir! Kendi düşmanı için, dostunu bile azarlıyor! İşte huzûrunda Müslüman oluyorum diyerek Kelime-i şehâdet getirdi..."
Netice olarak, İslâmiyetin emirlerine tam uymak, hayırlı işlere koşmak, üzerine vazîfe olan şeyleri yerine getirmekte gayretli olmak, güzel ahlâk sâhibi olmak, kalpten kin, haset, kötü düşüncelerin ve diğer kötü huyların gitmesi, elinde olanı vermek, benliği terk etmek, Allahü teâlâya karşı vazîfeleri yerine getirmek, alıp verdiği nefeslerde gafletten uzak olmak gibi hâller, mânevî kerâmetlerdendir ve bunlarda mekr, aldatma ve istidrâc bulunmaz. Bunların hepsi ahde vefâyı ve kazâya rızâyı gösterir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.