GAZETEM!

A -
A +

Gazeteden ödül kazandım
Köyde doğup büyümeme rağmen (1960’lı yıllar) çok küçük yaştan itibaren gazete kültürü edinmiş ve köşe yazarları ile yoğrulmuş biriyim. Köyümüzün Boyabat’a en fazla üç kilometre uzaklıkta oluşu benim için büyük bir avantajdı. Rahmetli dedem her gün mutlaka bir Tercüman gazetesi alır veya kasabaya gidenlere aldırtırdı. Arkası yarın romanları, pehlivan tefrikaları, köşe yazıları günümüzün bir parçası idi. Rahmetli Şahap Ayhan’ın “Kara Orkun” adlı tarihi romanı çocukluğumun efsanesi olmuştu. Sonra rahmetli İlhan Bardakçı’nın tefrika yazıları benim tarihe meyletmemde büyük etki yapmıştı.
Liseli yıllarda ise Türkiye gazetesi ile tanıştık. Fikir, kültür ve kimlik kavgalarının hayatın akışını bozduğu, talebe olaylarının zirve yaptığı dönemlerde; Türkiye ile evimiz ışımıştı sanki. Sloganı gazetenin vasfına tam uyuyordu. ‘’Huzur veren gazete’’.
Ancak Türkiye gazetesi, ne yazık ki diğer gazeteler gibi günlük gelmiyordu. Abone olmak zorundaydınız. Posta ile üç beş gün sonra elimize geçiyordu. Hatta postacı, çoğu kez biriktirip üç beş gazeteyi birden elimize veriyordu. Üç kardeştik ve birimizin okumasını beklemeye tahammül edemiyorduk. Sırf bu sebeple üçümüz de gazeteye abone olmuştuk. İçimdeki okuma aşkını daha nasıl ifade edebilirim bilemiyorum. Gerçekten okuma aşkı böyle bir şeydi. Bu arada gazetenin muhtemelen 1977 yılında açtığı bir hikâye yarışmasında üçüncü olmuş bin TL ödül kazanmış ve yazım bir hafta boyunca gazetede yayımlanmıştı. Ne büyük bir saadetti benim için anlatılamaz. 
Şimdi bilhassa kitap fuarlarında, 10-15 yaş aralığındaki gençlerin ışıl ışıl bakışlarla ve heyecanla kitap imzalatmak üzere yanıma geldiklerini gördüğümde, o güzel günlerimi hatırlamadan edemiyorum.
Liseyi bitirdiğimde üniversite imtihanına hazırlanmak için son bir ayımı İstanbul’da geçirmiştim. Bu sırada Cağaloğlu’nda Türkiye gazetesini ziyaret ettim. Orada çalışan bir iki hemşehrim de vardı. Ben yazarlarla tanışabilir miyim diye düşünürken gazetenin sahibi Enver Bey’in odasına kadar getirdiler ve kendisi ile tanıştırdılar.
İşte o gün anladım bizi Türkiye gazetesine bu denli bağlayan duyguyu. Zira karşımızda bir patron oturmuyordu. O, sanki bir gazetenin sahibi, yüzlerce kişiye iş temin eden biri değildi! Kibir, gurur, tepeden bakış, kendini beğenmişlik yoktu. Sıcak samimi bir baba veya abi duruyordu karşımda!
Kendimle ilgili bir iki sualine ağzım kuruyarak cevap verebildim. Sanki kendimden geçmiştim. Hiç unutmuyorum o gün bizlere bir miktar kabir azabından bahsetmişti. İmam Hatipli bir talebe olarak hiç duymadığım bilgilerdi. Sanki kabre girip çıkıyordum. İstanbul’a her gelişimde kendisini ziyaret etmemi söylemesi beni o kadar onurlandırmıştı ki…
Çıkınca dünyaya yeni gelmiş gibiydim. Düşünmüştüm kabir hayatını unutmayan ve kabirdeki hâlini düşünen bir kimse nasıl olur? Elbette o, dünya meşakkatlerine katlanıcı, kötülüklere sabredici, iyilik ve ihsan sahibi güzel ahlaklı biri olmaya mahkûmdur. Küçüklerine şefkat, büyüklerine saygı, ailesine bağlı, milletinin birliğini ve beraberliğini arzulayan bir fert olmaktan başka ne düşünebilir.
Evet, bu sohbet belki de geleceğimi şekillendirmişti benim.
Üniversiteyi İstanbul’da okumayı çok istemiştim. İlk altı tercihim İstanbul’daki bölümlerdi. Ancak ben yedinci tercihim Erzurum Atatürk Üniversitesi Tarih Bölümünü kazandım. İstanbul’a uzun bir süre hasret kaldım. 
1983 yılında Erzurum’da asistan olduğumda her yıl uzun sürelerle İstanbul’a gelip arşivde çalışmam gerekiyordu. Arşiv binası ise Türkiye gazetesinin yanı başında idi. Benim için en tatlı günler olmuştu. Enver Bey tam bir tarih âşığı idi. Büyük tasavvurları vardı. Mefkûre sahibi, ülkü ve dava adamıydı.
Nitekim 1984’den itibaren bu yolda büyük adımlar attı. 1989 yılında Marmara Üniversitesine gelmiştim. Beni derhâl Ansiklopedi servisine gönderdi. Orada İlhan Apak beyin başkanlığındaki heyete dâhil oldum. Rehber, İslam Âlimleri, Evliyalar, İslam Tarihi, Osmanlı Tarihi gibi ansiklopediler çıkardık. 
Bir dönem gençliğin tarihini, ecdadını, dinini doğru bilmesi yolunda çok ciddi adımlardı bunlar. Rahmetli İsmet Miroğlu Bey’den Tarih ve Medeniyet dergisi çıkarmasını istemişti. Tarih bilinmezse, ecdat tanınmazsa gençlik bozuk akımlarım, yabancı ideolojilerin ve maalesef Türk ve İslam düşmanı şahısların etkisine girer diyordu. Bizlere hedefimizi en yüksekte tutturuyordu. O yıllarda bizlere çizdiği vizyonun önemini bugün maneviyat dünyamızın en derinliklerinde hissediyoruz. 
28 Şubat sürecinin onu kahreden, sağlığını etkileyen en büyük hadiselerden olduğunu biliyorum. Gazetede millî ve manevi değerlerimizin kaleme alındığı bizim sayfaya kadar müdahale ediliyordu. Tarih ve Medeniyet dergisi kapattırılmıştı. Ne kadar hayırlı ve güzel hizmetler varsa bitirilmişti. Onu yakından tanımayanlar çektiği çileleri elbette bilemez. Uzaktan gazel okumaya devam eder. Bazen onun kendisine en ağır hakaret edenleri dahi affettiğine şahit olurdum. Bu yüksek hasleti açıkçası anlamak imkânsızdı. Geriye dönüp baktığımda güzel vatanımıza ve temiz, ehlisünnet çizgisindeki Anadolu insanına yaptığı kültürel hizmetlerle; milletimizin geçmişinden kopmamasına engel oldu. Soğuk bir şubat gününde Eyüp Sultan semtinde; bu tarihî beldenin bir daha belki de bir daha göremeyeceği sevenleri onu ebedi âleme uğurladı. Derecesi ali olsun inşallah.   
2017 yılı Mayıs ayının ilk haftası idi. Antalya Havaalanı’nda uçağa binmek için bekliyordum. Türkiye gazetesinden aradılar. Mücahid Bey seninle görüşmek istiyor dediler. Tabii ki dedim. Mücahid Bey hâl hatır sorduktan sonra gazetede yazı yazmamı istedi.
Boğazım yine kurumuştu. Kardeşlerimle gazeteyi paylaşamadığımız günler geldi gözümün önüne ve sadece: “Tabii ki efendim, inşallah, memnuniyetle” diyebildim. Gözlerim yaşarmıştı. Gerisini fazla işitemedim desem yerinde olur. 
Cenabıhakk, Türkiye gazetesine nice yıllar bu misyonla hizmet etmeyi nasip etsin. Tam yarım asır önce Enver Bey’in yaktığı o şanlı meşalenin sönmemesi dileğiyle… 
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.