Artık bekleme değil eylem zamanı

A -
A +
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31 Temmuz 1936 tarihli birleşiminde, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yerine geçmek üzere imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin onaylanmasıyla ilgili görüşmeler yapılmaktaydı. Türkiye’nin neler kazandığını ifade etmek üzere kürsüye çıkan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras yaptığı konuşmanın bir yerinde aşağıdaki cümleleri de söyleyiverdi:
“1924 Lozan mukavelesiyle gayri askerî hâle ifrağ edilmiş olan komşumuz ve dostumuz Yunanistan’a aid Limni ve Samotra (Semadirek) adalarına dair olan hüküm de Montrö mukavelesiyle kalkmış oluyor demektir ki, bundan da ayrıca memnunuz. Bu münasebetle yeni Türkiye siyasetinin bir vasfını da tekrar kaydetmek isterim: Kendimiz için iyi gördüğümüzü dostlarımız için de iyi görmek ve hakkımızda nareva telakki ettiğimiz her şeyi yalnız dostlarımız için değil, fakat hiçbir devlet hakkında temenni etmemek.”
Aras’ın bu cümleleri taammüden mi, yoksa kürsü heyecanıyla mı söylediğini bilmiyorum. Türkiye’yi Adalar Denizi adalarının gayri askerî statüsü konusunda zor durumda bırakan sürecin önemli kilometre taşlarından biri bu konuşmadır. Zira Meclis kürsüsünden, Dışişleri Bakanı sıfatıyla konuşan birinin cümlelerinin o ülkenin dış politikası açısından elbette ehemmiyeti vardır. Sıradan sözler olarak telakki edilemez. Kaldı ki, ne bu cümleleri sarf ettiği için Aras görevden alınmıştır, ne de kendisi veyahut bir başka hükûmet üyesi bu sözleri nakzeden ifadeler kullanmıştır.
Yunanların Boğaz önü adalarının gayri askerî statüsünün, Montrö’nün imzalanmasıyla kendiliğinden ortadan kalktığını, Türkiye’nin de bunu zaten kabul ettiğini iddia etmelerinin sebebi Aras’ın gevezeliğidir. Hâlbuki bırakınız Montrö Sözleşmesi’nin metnini, sözleşme müzakereleri esnasında dahi bu adaların askersizleştirilmiş statüsünün değiştirilmesine dair bir ifade mevzubahis değildir.
Neyse ki, Aras 1936’da TBMM’de yaptığı konuşmada sadece iki adanın adını geçirmişti. Ya kürsüde konuşurken, kendisi yine dışişleri bakanıyken, 28 Aralık 1932’de Türk ve İtalyan “teknik uzmanlar” arasında yapılan görüşmelerin zabıtlarını aniden hatırlayıp, Lozan’da İtalya’ya devredilmemiş olmasına rağmen hiçbir hukuki geçerliliği olmayan mezkur 28 Aralık zaptıyla İtalya’ya bırakılan -Kardak dâhil- 100 kadar ada ve adacığı  da sayıverseydi ne yapacaktık? Ucuz kurtulmuşuz!
Yunanistan’ın bugün dahi Kardak başta olmak üzere aidiyeti tartışmalı çok sayıda coğrafi formasyon üzerinde hak iddia ederken müracaat ettiği argüman, işte bu “anlaşma” hüviyeti taşımayan zabıttır. Yunan dışişlerinin internet sayfasında vardır. 1948 Paris Anlaşması’yla İtalya’nın Ege’deki adaları Yunanistan’a verildiğinden, Yunanlara göre “teknik uzmanlar tutanağında”  İtalya’ya bırakılan adalar otomatikman Yunanistan’ındır.
Bu iddiaya karşı Türkiye’nin tezi çok sağlamdır. Teknik uzmanların görüşme zaptı bir taslaktan ibarettir ve ne Türkiye’nin ne de İtalya’nın iç hukukuna uygun şekilde bir uluslararası anlaşma olarak yürürlüğe girmiştir. Aksine, bu görüşmelerden sadece 10 gün sonra Türkiye, 4 Ocak 1932’de İtalya ile imzaladığı Meis adası ve civarındaki adaların durumuna ilişkin itilafnameyi TBMM’de onaylamıştır. Türkiye böylece İtalya’ya “Benim için geçerli olan harita budur. Bunun dışında hiçbir adayı İtalya’ya devretmedim” mesajı vermiştir. İlerleyen tarihlerde İtalya’nın, 1932 uzmanlar zaptının bir anlaşmaya dönüşmemesi sebebiyle yarım kalan meselelerin halledilmesi ve aidiyeti tartışmalı 100 adanın akıbeti için görüşmelere tekrar başlanması yönündeki çağrılarını da cevapsız bırakan Ankara, bu adaları devretmeyi, hatta devretmeyi tartışmayı dahi düşünmediğini açıkça ortaya koymuştur.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Efes 2022 Tatbikatı sırasında dile getirdiği hususlar bu meyanda son derece yerinde ve geçerlidir. Atina’nın Türkiye’ye topyekûn ve fütursuz bir siyasi taarruza geçtiği, dahası Ege’de kara sularını 12 mil olarak ilan etmeye hazırlandığı bir dönemde sarf edildiğinden zamanlaması da mükemmeldir.
Artık bundan sonra Ankara’nın hiç gecikmeden atması gereken 3 adım vardır.
Evvelemirde, zaten yeterince geciken Türkiye’nin Deniz Yetki Alanları Kanunu derhâl çıkarılmalıdır. Mevcut Kara Suları Kanunu’nda yer almayan, Münhasır Ekonomik Bölge, Özel Balıkçılık Bölgesi, Bitişik Bölge gibi uluslararası deniz hukukundan kaynaklanan kavramlar bu kanunda tanımlanmalı ve Türkiye’nin Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölgesi’nin koordinatları bir kararnameyle ilan edilmelidir.
İkincisi, Adalar Denizi’nde Türkiye’ye ait olan, başka bir deyişle geçmişteki herhangi bir anlaşmayla İtalya’ya ya da Yunanistan’a alenen devredilmemiş tüm coğrafi formasyonlar ivedilikle Türk ülkesinin parçası olarak ilan edilmeli, denizcilik haritalarımızda gösterilmeli, durum BM’ye tescil ettirilmeli ve bu alanlar coğrafi olarak kendilerine en yakın mülki idare amirliğinin görev alanı içine sokulmalıdır.
Üçüncüsü, bu alanları kapsayan süresiz bir NAVTEX ilan edilmeli, Türkiye toprağı olarak tescil edilen bu coğrafi formasyonlara karşı Yunanistan tarafından girişilecek her türlü mütecaviz eylem TSK tarafından püskürtülmelidir.
Ha bir de, “AB bize bozuk atmasın” safsatasıyla hayati keyfiyette millî adımların atılmasına hâlâ mâni olmak isteyen kim varsa, onlara da Tevfik Rüştü Aras’ın girişte zikrettiğim sözlerini yüz kere kara tahtaya yazma cezası verilmelidir!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.