BASTONUN GÜCÜ

A -
A +
İnce marangozluğu ile meşhur Sultan II. Abdülhamid, 1897 Yunan Harbi’ne iştirak eden gazilere Yıldız Sarayı’nda ziyafet verdiğinde, kendi eliyle yaptığı bastonları hediye etmiştir.
 
Yakın zamana kadar vazgeçilmez gibi görünen çok eşya, hayattan birer ikişer çekildi. Eskiden bastonsuz ihtiyar görmek zordu. Sonra unutuldu. Şimdi ömürlerin uzaması ve hareketsiz hayat yüzünden diz ağrıları artınca, baston tekrar hayata girdi. Ama medikal bastonlar nerde, eski bastonlar nerde!..
 
Asânı taşa vur!
 
Asâ, Arapçadır. Kur’ân-ı kerimde geçer. Musa aleyhisselam, “Elindeki nedir?” sualine, “Asâmdır. Ona dayanırım. Onunla koyunlarıma yaprak silkelerim ve başka işlerimi görürüm” şeklinde cevap veriyor (Taha, 17-18). Bu kutlu asâsını, firavunun huzurunda yere atmış; çatallı bir yılana dönüşmüştür. Yine bu asâ ile Kızıldeniz’i ikiye ayırmış; Arz-ı Mevud’a giderken İsrailoğulları susuz kalınca “Asânı taşa vur” emri üzerine taşa vurmuş, 12 gözlü bir pınar fışkırmıştır.
Süleyman aleyhisselam, Beyt-i Makdis’i yaptırırken, asâsına dayanarak işçileri teftiş ederdi. Hatta anlatılır ki, bu hâlde vefat etti de bir tahta kurdu asâsını kemirince, vefatı anlaşıldı...
Asâ kullanmak sünnettir.  Ariflerden biri demiş ki “Asâ, dünyanın misafirlik olduğunu insana hatırlatır.” Eskiler, “40 yaşından evvel baston kullanmak; 40 yaşından sonra kullanmamak kibir alametidir!” derdi. “Men câveze erbâîne ve lem yettehiz asâ fehüve asâ” (Kim kırkı geçer de asâ kullanmazsa âsidir) darbımesel olmuştur.
 
Evladiyelik miras
 
Muhammed aleyhisselamın 'aneze' diye bilinen bir tarafı eğri bastonu vardı. İbn Mesud muhafaza ederdi. Tavaf ederken Hacer-i Esved’i öpme imkânı yoksa, bununla istilam eder, selamlardı. Kırda namaz kılacağı zaman ucu demirli asâsını mihrap makamında sütre olarak toprağa saplayıp ona doğru kılardı. Hutbe okurken ona dayanırdı. Bu sebeple Cuma namazında hatibin bir asâya veya kılıca dayanarak hutbe okuması sünnettir.
Seyahatini bitirene “asâsını bıraktı” denilir. Asâsını bölmek, birbirinden ayrılmak, demektir. “Asâyı üstünden kaldırmamak”, kontrol altında tutmak manasına gelir. İbn Abbas der ki: “Kuyunun kovasının ipi kısa gelse, asamı ona eklerim. Güneşte olsam, asâmı yere saplar, üstüne gölgelik asarım. Haşeratı onunla öldürürüm. Yürürken yayımı, ok ve azık torbamı asarım. Yırtıcı hayvanlara karşı koyunlarımı onunla korurum.”
Bedevi demiş: “Namaz kılmak için asâmı yere dikerim. Bineğimi onunla sürerim. Adımlarımı geniş atmak için ona dayanırım. Onun yardımı ile akar suları geçerim. Üzerine elbisemi bırakırım, beni sıcağa karşı korur, soğuğa karşı ısıtır. Bana uzak olan şeyi, yakınlaştırır. Azığımı üzerinde taşırım, su kabımı ona asarım. Dövüşürsem kendimi onunla korurum. Kapıları onunla çalarım. Vahşi hayvanlardan onunla korunurum. Koyunlarımı onunla güderim, ağaçtan yaprak silkelerim. Ben babamdan miras aldım, benden sonra da oğluma mirastır.”
Baston veya asâ, muhakkak bir ihtiyaçtan doğdu. Ama aynı zamanda bir aksesuar olarak da kullanıldı. Yunus Emre’nin “Gökyüzünde İsa ile, Tur Dağı’nda Musa ile, Elindeki asâ ile, Çağırayım Mevlâm seni” kıtası meşhurdur. Şabanîlikte şeyhin uzun asâ taşıması tarikat icabıydı.
 
Üçüncü ayak
 
Bastonun aslı Latince 'bastum’dur. Türkçe’ye İtalyanca 'bastone’dan girmiştir. Askerin kılıcı gibi, saraylılar da merasimlerde ellerinde süslü asâ tutardı.
Vezirinden şeyhine, beyinden paşasına kadar asâsız gezen yoktu. Koca Ragıp Paşa der ki: “Muharrik-i dil olur dilrübâya muhtacız/Zaman-ı za’f-ı kuvâdır asâya muhtacız.”
Asâ, dümdüz bir dayanak değneğidir; herhangi bir yerinden tutulur. Bastonun ise tutulacak sapı vardır; kullanan, sapından tutmaya mecburdur. Asâ ise herhangi bir yerinden tutulur.
Bastonun alt kısmı incedir. Üste doğru kalınlaşır. Sapı, bazen ucu kıvrılır. Bazen üstüne fildişi, abanoz, gümüş işlemeli sap ayrıca takılır. Bunlar arasında yüksek sanat kıymeti taşıyanlar olurdu. Değnek kısmı çeşitli ağaçlardan yapılırdı. Gül, kiraz, abanoz ve bambudan olanı makbuldür.
 
BASTONUN GÜCÜ
Baston yutmuş
 
Dimdik durana “baston yutmuş” derler. İnce uzun francalanın adı baston ekmektir. “Evvela dört, sonra iki, sonra üç ayaklı hayvan hangisidir?” bilmecesinin cevabı, insandır. Bebeklik, olgunluk ve yaşlılığı ifade eder. 3. ayaktan kasıt bastondur.
Makam mevki sahipleri, bir talimat verirken elleriyle göstermek yerine, bastonlarıyla işaret ederdi. Bazı ihtiyarlar için baston, uzaktaki bir şeyi yanlarına çekme; çekemedikleri zaman işaret etme vasıtasıdır. Bastonla dürtmek ve vurmak, hatta bastonu sallamak hiç de hoş manaya gelmezdi.
Vefik Paşa’nın sadrazamlığı sırasında Tatavla’da çıkan bir sokak ayaklanmasında, kalabalığın arasına girip bastonunu sallayarak asileri dağıttığı meşhurdur. Eskiden, kabahati olanın sırtına bastonla vurulurdu. Bazıları için, “Sırtında nice baston kırıldı, uslanmadı” denirdi.
 

BASTONUN GÜCÜ

 

Bu bir felaket!
 
Osmanlılarda Tanzimat’a kadar asâyı kadın veya erkek yaşlılar kullanırdı. Sultan II. Mahmud ilk defa baston kullandı.
Bu devir ulemasından Kethüdazade Mehmed Arif Efendi de baston kullanırdı. Beşiktaş Mevlevihanesi’nde bir ham sofu, “Bu frenk değneği kimin?” dediğinde, Kethüdazade, “Benimdir. Sünnet ettim, Müslüman oldu” demiştir.
İnce marangozluğu ile meşhur Sultan II. Abdülhamid, 1897 Yunan Harbi’ne iştirak eden gazilere Yıldız Sarayı’nda ziyafet verdiğinde, kendi eliyle yaptığı bastonları hediye etmiştir.
Sultan Vahîdeddin’in baston kullandığı bilinir. Hatta romatizmadan muztarip son padişah, biat merasimi için Çengelköyü’ndeki köşkünden ayrılırken bastonunun unutulduğunu işitince, gayriihtiyari “Bu bir felâket!” demişti. Talihin cilvesine bakınız ki bundan sonraki ömrü hep felaketlerle geçmiştir.
 
BASTONUN GÜCÜ
Elde baston gözde gözlük
 
Sokakların layıkı vechiyle aydınlatılmadığı ve sokak köpeklerinin kol gezdiği zamanlarda baston zaruri bir ihtiyaçtı. Karda buzda bastonların ucuna sivri demir çakılırdı. Karaköy Köprüsü’nden geçerken, baston ele alınırdı, aksi takdirde eğri büğrü tahtaların arasına sıkışıp ucu kırılmak ihtimali vardı. İçi şişli, sustalı kamalı bastonlar vardı. Zabıta yasak etmiştir. Bununla cinayet işleyenler olmuştur.
Sultan Hamid devrinde baston sadece bir dayanak olmaktan çıktı. Kibar takımını ayak akımından ayıran alamet oldu. Elde tutmak, şıklığın, kibarlığın sembolü oldu. Romanlarda, glase iskarpin, güderi eldiven ve mavi camlı gözlükle beraber, kibar gençlerin lazım-ı gayrı müfarıkı, cüz-i la yünfekki, yani ayrılmaz parçası olarak görülür. Onsuz fotoğraf aldırılmaz.
Şevki Bey, bastonu şöyle terennüm etmiştir: “Nevzuhur gözlükler, nadide baston bende de var/ Sen beğenmezsin, benim şıklıkta emsalim mi var!” Şamram’ın kantosunda geçen, “Elde baston gözde gözlük moda/ Gezerim daima böyle baloda” sözleri, Meşrutiyet gencini lanse eder.
 
Devrek’in şöhreti
 
Baston çok moda oldu ama, esaslı baston imalatı yayılmadı. Zarif bastonlar dışarıdan gelirdi. Mütareke devrinde (1918) gençler arasında bambu bastonlar moda oldu.
Cumhuriyet devrinde, 30’lardan itibaren baston sadece yaşlı ve alillere inhisar etti. Bazıları baston yerine yaz kış şemsiye kullanmaya başladı.
Nurullah Ataç ve Fahreddin Kerim Gökay gibi bazı eski devir adamları kullanmaya devam etti. Ama Ataç Ankara’ya yerleşince, Gökay da belediye reisi olunca bastona veda ettiler.
Bugün Devrek bastonları pek meşhurdur. Devrekli Ali Ziya adında bir genç, Cihan Harbi’nde Mısır’da esir düştüğünde, İngilizlerin elindeki bastonları görüp, memlekete döndüğünde bunun bir sanayi hâline dönüşmesine vesile olmuştur.
 
BASTONUN GÜCÜ
Güç sembolü
 
Antik çağda yüksek rütbeliler mutlaka asâ taşır; asâ, rütbenin ve hâkimiyetin sembolü olarak görülürdü. Mitolojik kahramanlar, mabudlar hep elinde asâ ile resmedilmiştir. Kölelerin ise taşımasına müsaade edilmezdi.
Eski bastonlar ekseri abanozdan yapılır; kıymetli taşlarla süslenirdi. En kıymetli hediyelerden sayılırdı. Orta Çağ krallarının elinde gücü ve adaleti sembolize eden iki asâ olurdu. Kilise büyükleri ise ucu çengelli asâ taşırdı.
XVIII. asırda baston, asalet ve zenginlik alameti olarak görülürdü. Fransa Kraliçesi Marie Antoinette’in elinde taşıdığı ince baston, dünyaya moda olarak yayılmıştı. Yüksek ökçeli ayakkabı giyen kadınlar düşmesin diye buna mahsus bastonlar yapılırdı.
Gül ağacı, abanoz ağacı, tik ağacı gibi sık dokulu dayanıklı ve hoş kokulu ağaç türlerinden yapılırdı. Başına kıymetli taşlar, hatta enfiye kutuları yerleştirilirdi. İdareciler ve hâkimler, Volterkari adı verilen uzun bastonlar kullanırdı.
Baston, âmâların da en vefalı arkadaşıdır. 1921 senesinde İngiliz fotoğrafçı James Biggs, gözlerini kaybedince, trafikte taciz edilmemek için bastonunu beyaza boyamıştı. Birkaç sene evvel İngiltere’de polis, ellerindeki beyaz bastonu samuray kılıcı sanıp iki âmâyı vurmuş; sonra da özür dilemişti...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.