“Biz okumaya muvaffak olamadık bari evlatlarımız okusunlar…”

A -
A +
Yolların biraz kuruması için beklerken Kara Mederese’de sohbet iyice koyulaşmıştı.
  Dışarıdaki hava; iç içe uğuldayarak epeyce esti, salkım saçak toparlanıp dağılarak, oradan oraya savruldu. Sonra bir altın tepsi gibi ışıldayan güneşin kızıl oklarına karşı koyamayıp teslim oldu, öylece eridi, dağıldı, hepten… “Koyunlucalı” lakaplı Ahmed Efendi; küçük bir talebeyken Kara Molla Fadıl Efendi’yle birlikte aynı medresede bulunmuştu. O günleri pek âlâ hatırlıyordu: “Çok zeki, çalışkan, azimli biriydi Fadıl Hoca. İstikbalde bu mertebeye geleceği ta o zamandan belliydi. Bütün hocaları onu sever, övgüyle bahsederlerdi. Çok ümitliydiler. Emekleri boşa gitmedi” dedi, hayıflandı. İçeri girince; eski hatıraları canlanmış pek mahzun olmuştu. Ondan mı ne; farklı muamele etti, samimice kucakladı. Mâziden, medrese odalarındaki o unutulmaz günlerden konuştular. İş döndü dolaştı ev ziyaretine geldi. İçinde bulundukları zor şartlardan, sıkıntılardan ve yeni mevsim çiftçilik işlerinden, adam eksikliğinden biraz bahsetme ihtiyacı duydu. Dili döndüğünce; niçin yarı bırakıp okuyamadığını anlattı. Medrese arkadaşının üstün muvaffakiyetine iltifatlar etti. Hey gidi hey! Ne güzel günlerdi… O eski insanların yerinde yeller esiyordu şimdi. Çoğu âhirete göçmüş, kalanlar olgunlaşmış, iyice yaşlanmış olanlar da vardı. Oysa Kara Medrese bütün ihtişamıyla hâlâ ayakta, yerli yerindeydi ve hizmet etmeye devam ediyordu. Sadece “Biz bu müessesede okumaya muvaffak olamadık, bari evlatlarımız becerip okusalar…” diye içinden geçiriyordu ama bu isteğinin hakikate dönüşebilmesinin imkânsızlığını da biliyordu. Bulunduğu şartlar, arzularını zorluyordu. Ne yapsa, ne etse çocuklarının tahsili için bir türlü çözüm bulamıyordu. Kararlı bakışlı, gür, kırçıl sakallı müderrislerden biri daha içeri girdi. Serin bir odada yapayalnız değildi ama o hislerinde tekti. Pişmanlık dolu hâletiruhiye ile kapadığı gözlerini açamıyordu. Arkasına biriken yaşların sel olup akmasından korkuyordu belki de. Kafası karmakarışık, çaresiz, nasıl yola çıkacaklarının hesabı içindeydi Koyunlucalı Ahmet Efendi…            *** Yolların biraz kuruması için beklerken Kara Mederese’de sohbet iyice koyulaşmıştı. Söz döndü dolaştı, tahsil yapmanın ehemmiyetine kadar geldi. Bu arada öyle bir şey oldu ki; neredeyse küçük dilini yutacaktı Koyunlucalı. Eski medrese arkadaşı Müderris Fadıl Efendi; burada başladığı tahsiline kaldığı yerden devam edebileceğini söyledi. İlmin yaşı olmadığı, Hazret-i Ömer Efendimizin kırk yaşından sonra âlim olduğunu, büyük mesafeler katettiğini misal verdi. Bu beklenmedik teklife “Sevinemedim” deseydi yalan söylemiş olurdu. “Doğru, haklısın! İlmin ve âlim olmanın yaşı-başı, parası-pulu mu düşünülürmüş?” demek, öyle kolay değildi. İş-güç, çoluk-çocuk, geçim derdi omuzlarına öyle bir çökmüştü ki, onları bir çırpıda silip atması imkânsız gibiydi. Her şeyin bir zamanı, yaşı, kıvamı vardı. “Biz kaçırdıysak bu fırsatları evlatlarımız kaçırmasın” demeye ise dili varmıyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.