BÜTÜNÜ GÖRMEK!..

A -
A +
Uzak ve yakın tarihiyle maziye vâkıf olmadan, yarın layıkıyla okunamadan bugün için isabetli hükümler verilemez. Zira gün, kendinden ibaret değildir. İçinde bulunulan gün, zaman ırmağının bir safhasıdır. Bu nehre dair bugün konuşulmakta, ama dün de konuşulmuştu, yarın da konuşulacaktır. Şayet mes’eleler, yaşanılanlardan ibaret bilinir ve hâl tarzları da buna göre şekillendirilirse sonuç yanıltıcı olur. Bugünün üzerinde dururken dünden de haberdar olmak lâzım. Çok muhtemeldir ki bugün konuşulan çok hadise, mâzide de konuşulup tartışılmıştır. Dünün hayat ve tecrübesi, bugün için işlenmiş malzemedir. Şâyet, geçmişteki insanlar, istifade edilir tefekkür mirası bırakmışlarsa bugün o kıymetli malzemeden faydalanmak gerekir. Bunun gibi yarınların da bugünden yararlanma şartlarına riayet edilmeli.
Bundan dolayıdır ki bu sütunların da konuşulan ekran ve kürsülerin hakkı verilmeli. Kuru akademik unvanlı muhtevasız konuşmalar, anlamsız ağız dalaşları, süfli kayıkçı kavgalarının dinleyenlere kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Aksine zaman israfı yaşatır.
Geçen haftalarda birkaç defa artık aramızda olmayan kalemlerin, bugün de tartışmaya, müzakere etmeye devam ettiğimiz mevzulara dair tahlil, terkip ve tekliflerini sütunumuza iktibas ettik. Onlar, okunduğunda bazen gıpta, bazen hayret bazen de hayıflanmalar yaşamamak mümkün değil. Şu müdafaa belki mazeret sayılabilir. 1928’deki harf inkılabı öncesi kalem mahsulleri bugün olabilir ki zorlanarak anlaşılır. 1930-50 döneminin yanlış dil politikaları yüzünden, hadi o günler de anlaşılmasın. Ama 1950 sonraki 50 sene de bugün bir muammaysa bu cemiyetin ciddî bir hafıza kaybına uğramış olmasından korkmalı. Oysa bunların hiçbiri; ne harf inkılabı ne lisan katliamı mazeret değildir.
Zahmeti çekilip de o günlere uğranıldığında 150, 100 ve 50 sene önce gündeme hâkim olan mevzular ile bugünkü Suriye, Libya, İran, Rusya, Avrupa, Türkiye münasebetleri arasında derin bağlar olduğu görülür. Değişen, takvim, değişen sahnedeki şahıslardır. Dün Anadolu merkezli Türkiye aynı yerdeydi. Rusya, Avrupa ve Asya ve Afrika da aynı yerdeydi. Timur Hân’ın İzmir’e kadar geldiği unutulamaz. I. Murad Hân’ın Kosova’yı, II. Mehmed’in İstanbul’u, Yavuz Sultan Selîm Hân’ın Şam ve Kahire’yi, Kanunî Sultan Süleyman Hân’ın Macaristan’ı, IV. Murad Hân’ın Bağdat ve Ermenistan’ı fethettiği unutulamaz.
Keza; Rusların Yeşilköy’e, Bulgarların Çatalca’ya kadar geldikleri de unutulamaz. İngilizlerle Fransızların İstanbul’u, Fransızlarla İngilizlerin, Adana, İskenderun, Maraş, Halep ve Urfa’yı, İngilizlerin Filistin-Hicaz hattını, Fransız, İngiliz ve İtalyanların kuzey Afrika’yı, İtalyanların Antalya’yı, İngiliz himayesindeki Yunanlıların Batı Anadolu’yu, Rusların Batum, Azerbaycan, Kars, Erzurum ve Kuzeydoğu Anadolu’yu işgal ettiği unutulamaz.
Bunlar unutulur, dün ihmal edilir, yarın topyekûn kucaklanamazsa… O zaman, Suriye, Libya ve Bağdat’taki hadiseler anlaşılamaz. Anlaşıldı zannedilir fakat hüküm yanlıştır. Amerika’nın Haşdi Şabi Komutanı Kasım Süleymanî’yi öldürmesi, İran’ın Bağdat’taki Amerikan tesislerine göstermelik füze atması, Putin’in Şam’dan İstanbul’a gelirken sanki namaz kılacakmış gibi Emevî Câmiî Kebîri’ne uğraması da doğru okunamaz. Rus Devlet Başkanı, Beşar Esad’la birlikte bu tarihî câmie giderek Türkiye’ye İstanbul ziyareti öncesi “siz, burada namaz kılamadınız ama bakın ben ziyaret ediyorum!.. Benim destek verdiğim adam ayakta!” demiş oldu. Bu îmâlardan sonra da İstanbul’da Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’la birlikte Libya’da savaşan taraflara ateşkes çağrısında bulundular. Hâlbuki aynı Rusya’nın Libya’da Wagner diye sözde savaş şirketi dolaylı güçleri var.
Kısacası:
Kasım Süleymanî’nin 2020’de Trump’ın talimatıyla Bağdat’ta katledilmesi, I. Dünya Harbi’nin zahiri sebebi sayılan, Avusturya-Macaristan Veliahdı Ferdinand’la eşinin 1914’te Saraybosna’da öldürülmesi gibi bir III. Dünya Savaşı çıkma sebebi değildir. Seçime giden Donald Trump, iç ve dış kamuoyuna bir mesaj verme ihtiyacındaydı. İçeride bunalan Tahran da birliğini daha bir pekiştirmiş oldu. Şu var ki bu katliam ve göstermelik füzeler daha çok konuşulacaktır. Çünkü her şey göründüğünden ibaret değil.
Hayatta bir de “sürpriz” denilen beklenmedik gelişmeler olmakta. Bu kadar kargaşadan birkaç sürpriz çıkması kuvvetle muhtemeldir. En büyük sürpriz de Ankara-Şam arasında beklenmeli. Birinci sebep, dış politikada da kan dâvâsı olmaz. İkinci sebepse mânevîdir. Netice itibarıyla Şam, bizim için azîz bir şehirdir. Emevî Camiî de Yahya Kemal’in söyleyişiyle Süleymaniye gibi “Ulu Mâbed”imizdir. Ulu mâbedleri her gün çok sayıda turist ziyaret etmekte…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.