Bu köye bir daha asla dönmeyecekti

A -
A +
Zehra’nın gözyaşı tam “kızım” kelimesinin üzerine düşünce, defterin kapağını hızla kapattı…
 
 
Zehra, Taşkesen’e döndükten sonra uzun süre kendine gelemedi. Ne bostana baktı, ne koma… Kocasının teselli sözleri yetmiyordu. Dert ortağı elti Fadime geldiğinde Âdem içten içe seviniyor, hemen çıkıp kahveye gidiyordu.
O akşama doğru Zehra, eltisinin bir an önce gitmesini diledi.
“Gecen hayıra kala” diyerek kalkmaya hazırlanan eltiye her zamanki gibi biraz daha oturması için ısrar etmedi, “Hayıra karşı” dedi, kapıyı kapatıp odaya döndü.
Zehra, Dağdibi’nde babasının bakkalındaki para çekmecesinden aldığı şeyi, kalın ve siyah deri kaplı veresiye defterini sedirin üzerine koydu.
İlk sayfayı çevirince içi ezildi... Nene: 1 kg şeker 3 r.ahir 1945... 1 çay 16 c.ahir 1945...
Akif Aga ayları hicrî, yılları miladî yazmıştı... Bir sonraki sayfa. Tahar Türkoğlu... Bir sonraki Mahmut Şeremet... Sonraki Ahmet Koçer... Sonraki Satı Akar (kızı)...
Hızlı hızlı okumaya başladı. Kimi isimleri hayal meyal hatırlıyor, kimilerini tanımıyordu. Geri dönüp baştan bakınca Nene’nin listesinin altının çizildiğini, hesabının kapatıldığını fark etti.
“Acaba en son ne zaman ve kime borç yazmış” diye bu kez sadece tarihlere bakmak istedi.
Defterin bir kısmı boştu. Tam olarak nereye kadar yazılı olduğunu tespit için defteri kapatıp en alta dört parmağını, en üste de başparmağını koyup, başparmağını gevşeterek sayfaların hızla akmasını izledi. Yarılardan itibaren boştu.
Ama o sırada başka bir şey gördü. En arka sayfada, dört parmağının olduğu yerde “Sevgili kızım” yazıyordu.
Kalbi heyecanla atmaya başladı.
Defterin arka kapağını iyice geriye açarak pencereye yaklaştı.
“Sevgili kızım,
Sen doğduğunda yaşadığım mutluluğu anlatamam. Bana babalık gururunu yaşatanım, ilk göz ağrımdın. 
Ancak kız babası olmanın şöyle bir zorluğu var:
Hem kızınla bir ömür ayrılmadan yaşamak istersin, hem de bir an önce yuvasını kurup mutlu olmasını görmek…
Seni Taşkesen’e bırakıp dönüşe geçtiğim andan itibaren çocuklar gibi ağladım. Kızını bir meçhule bırakıp gitmenin acısını bilemezsin.
Zengin bir sülale içinde, babanın evindeki zorlukları, sıkıntıları çekmezsin diye düşündüm Bedii Ağa o cami bahçesinde oğlunu evlendirmek istediğini söylediğinde.
Sen gittikten sonra Halan evi çekip çevirir diye düşünmüştüm ama öyle olmadı. Hem çocuklarımı huzursuz etti, hem beni. Ev işleri ağır geldi ona.
Halil beni bırakıp gitti onun yüzünden. Artık bütün çabam Salih’i evlendirip, kalan ömrümde kendimi sana affettirmeye çalışmak. Yanına hiç gelemedim, çünkü Bedii Ağanın sizi fakirliğe mahkûm ettiğini öğrenince senden utandım, suçluluk duydum.
İki tarlamız, iki çayırımız oğullarımın… Dükkân ise senin... Ben öldükten sonra paylaşırsınız.
Senden bin kere özür diliyorum kızım, böyle olacağını bilemezdim. Eğer bu satırları okuyorsan ben artık bu dünyada değilim demektir. Beni affet...”
Zehra’nın gözyaşı tam “kızım” kelimesinin üzerine düşünce, defterin kapağını hızla kapattı, daha fazla ıslatmamak için…
Akşam ezanını okumaya başlayan Remzi Hocanın sesi, rüzgârın izin verdiği ölçüde kesik kesik geliyordu köyün dışına… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.