Denge problemi

A -
A +
Borsada “beklentiyi satın alma” diye bir şey var.
Mesela bir şirketin büyük bir sözleşme yapma ihtimali var. Henüz sözleşmeyle ilgili somut bir gelişme olmadan önce insanlar bir ümit hisseyi alıyor ve hissenin değeri artıyor.
Veya tam tersi durumda. Bir spor hissesi var diyelim. Hissenin sahibi olan takımın hafta sonu oynayacağı maçta yenilmesi bekleniyor. Ve insanlar bu başarısızlığı satın alarak hissenin değerini düşürüyorlar.
Şimdi gelelim asıl konumuza…
Bazı insanlar da hayattaki beklentilerini, tıpkı borsada olduğu gibi önceden satın alıyorlar. Ve henüz ortada bir şey yokken gerçekleşen bu sanal alışveriş sonucunda moraller borsa gibi bir düşüyor, bir yükseliyor.
Özellikle kaygı seviyesi yüksek bazı insanlar, gelecekle ilgili kaygılarını besleyerek kötü bir şey olmadan önce kendilerini yiyip bitiriyorlar. Beklenen kötü şey olduğunda kişinin üzülecek hâli kalmıyor. Eğer beklenen kötü şey olmazsa da bütün bu üzüntüler boşa gidiyor.
Mesela “Bizim çocuk acaba üniversiteyi kazanabilecek mi?” diye kaygılanan bazı ebeveynler, lise hayatı boyunca endişe duyuyor. Ve çocuğun üniversite sınavını kazanamadığı zaman hissedecekleri üzüntünün çok daha fazlasını, daha lise yıllarında yaşayıp bitiriyorlar.
Hani anlatılan bir hikâye var.
Dağ yolunda gece yarısı arabasının lastiği patlayan bir adam, uzaklarda bir ev görmüş. O eve gidip kriko istemeye karar vermiş. Yürürken de bir yandan düşünüyormuş;
“Şimdi kapıyı çalacağım. Ev sahibi muhtemelen uyuyordur. Beni görünce sinirlenecek. Gecenin bu vakti beni niye rahatsız ettin diye söylenecek. Belki hırsız olduğumdan şüphelenecek. Kim bilir, belki hiç kapıyı açmayacak...”
Böyle düşüne düşüne yürüyen adam eve varıp zile basmış. Kapı açıldığında da uykulu gözlerle kendisine bakan ev sahibine “Vermezsen verme be!” diye bağırıp geri dönmüş.
Tam tersi örnekler de var tabii. Mesela terfi bekleyen bir adam bu bekleyiş sırasında öyle büyük coşku yaşıyor ki terfi aldığı gün hakkıyla sevinemiyor. Tatil planı yapan bir kimse, yola çıkmadan önce tatilin yaşatacağı coşkunun en az yarısını tüketmiş oluyor.
Bu durumda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İnsan hayatındaki hadiseler, oluş anından öncesi ve sonrasını kaplayan bir etki gücüne sahip.
Tevekkülün önemi de işte tam bu noktada ortaya çıkıyor.
         ***
Dengeli olmak basit gibi gözüküyor ama herhâlde dünyanın en zor işi. Sıkılmamız, bunalmamız, yok yere kaygılanmamız hep bu denge probleminden kaynaklanıyor. Sevincimizi de üzüntümüzü de israf ediyoruz.
İmam-ı Azam hazretlerinin “Gemileriniz batmış” diye haber getiren bir kişiye, “Elhamdülillah” diyerek karşılık vermesi, sonra haberin yanlış olduğunun anlaşılması üzerine yine “Elhamdülillah” demesi binlerce cilt kitabı içine sığdıracak kadar önemli bir kıssadır.
Ama tevekkül sahibi olmak öğrenilecek bir şey değil, bir olma hâlidir.
İnsan çok okuyarak profesör olur. Ama tevekkül sahibi olmak için okumak yetmez. Eğer okuduklarınızla yaşadıklarınız uyum içinde değilse, o okumalardan bir fayda beklenmez.
İşte tam da bu yüzden ilim, amel ve ihlas, hayat mücadelemizin üç büyükleridir.
“Görelim Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler” cümlesini tam olarak idrak edebilen ve hayatını buna göre şekillendiren bir kimse, hayatın anlamını ve mutluluğun formülünü keşfetmiştir.
Bu dünyada ele geçirilmesi en kıymetli şey, sıkıntıyı da sevinci de dingin bir ruh hâliyle karşılayabilmektir.
Öyleyse içiniz çok sıkıldığında, bir şeyi kafaya taktığınızda veya sevinip coştuğunuzda o işle ilgili “Allah benden razı mı?” diye düşünün.
Cevabınız evetse, gerisini boş verin.
Çok da şey yapmaya gerek yok yani!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.