Yüzme bilmeyeni su değil korku boğar…

A -
A +
Konuşacaksın hocam... Bir camiayı, bir toplumu, ülkenin en kalabalık sivil örgütlerinden birini temsil ediyorsan konuşacaksın... Gerekirse göğsünü siper edeceksin ve konuşacaksın. Sadece yendiğinde değil, felaketlerde de en önde olacaksın...
 
3 Temmuz günlerinde göğsünü bütün mızraklara siper eden adam; bu kez konuşamadı...
‘Söyleyecek lafım yok’ demek, ‘bana söyleyebileceğiniz çok şey var ama verecek cevabım yok’ demektir...
‘Bir şeyler söylerdim ama yangın çıkar, ortalık karışır’ anlamına da gelir...
Scolari Brezilya’da, kendi ülkesinde Almanya’dan 7 tane yediğinde bile çıktı ve konuştu…
Yüzleşti hatalarla ve o hataları yüzüne vurmaya hazır ağzından köpükler saçan medya mensuplarıyla…
Açıkladı ve cevapladı...
Hatalarını da üstlendi…
Başkalarının hatalarına da dokundu...
Sen hocam; camianın daldığı hayalleri gerçeğe dönüştürebilirdin o gece ve o maçtan sonra…
Camian öyle dalmış ki hayallere; yaşadığını unutmuş sanki...
Sen susmanın ötesinde adeta kaçtın hocam...
Konuşsan çok taşı yerinden oynatırdın belki onu istemedin ama Makedon basın mensuplarının bir ünlü ve usta hocadan beklediği övgüyü de esirgedin onlardan...
O gece o maçın sonrası senin ‘evrensel’ olacağın andı ama sen ‘lokal’ kalmayı seçtin…
Oysa 9 kişiye kadar düşmüş orta karar bir rakibini, rakibin kendi kalesine attığı golle yenebildin ve çıkıp aslanlar gibi şampiyonluktan söz edebildin…
Yapma hocam...
Biz seni yiğit adam diye bilirdik…
Proust der ki:
“Bir acı sonuna kadar yaşanmaz ise; asla geçmez...”

Michelangelo...
Tolga Ciğerci’ye ne oldu biliyor musunuz?
Fazlalıkları atıldı...
Özgür bırakıldı ve uçmaya başladı...
Michelangelo ünlü ‘Davut’ heykelini bitirdiğinde bir sanat ustası onu tebrik eder çekinerek sorar bunu nasıl başardığını…
Michelangelo şu cevabı verir.
“Taş oradaydı ve içinde Davut duruyordu... Ben sadece fazlalıkları attım...”
Tolga’ya olan da aynen budur...

Kadro müteahhitliği...
Fenerbahçe’nin yaşadığı rahatsızlık baskıdan kaynaklanıyor. Kadro mühendisliği değil de kadro müteahhitliği yapılmasından kaynaklanıyor...
Sendrom ‘hatalı pası veren ben olmayayım’ korkusundan beslenen bir hastalığa dönüşüyor…
Bunu takmayan ve parasını tıkır tıkır alanlarda baskı filan yok ama, bizim medyayı izleyebilen ve tribünleri algılayanlarda fazlasıyla var…
Aynı mekânda yemek bile yemesi mümkün olmayan bir takımı sevk ve idare etmeye çalışan bir teknik adamın dar omuzlarındaki yükü seyrediyoruz...

Lucescu’nun takımı...
Seçilen kadro benim millî takımım olamaz...
Öyle görünüyor ki; Yıldırım Demirören’in önerileri doğrultusunda Mircea Lucescu’ya seçtirilen takımdır...
Türkiye’de iki hafta geçirip böyle bir seçimin sahibi olmak benim aklımın alabileceği bir şey değildir...
Hele de nereden kaynaklandığı belli olan bir Oğuzhan elemesi ve ardından kadroya çağrılması bu işlerin ne kadar da ciddiyetsiz ve sağlıksız bir ortamda yapıldığını gösteriyor…
Lucescu, senin akıl hocalarına ihtiyacın yok bilirdik...
Söz konusu olan emekli ikramiyense o başka...

POST-İT
İki santrfor…
İki net golcü…
İkisinin de birer ‘çevre kontrolü’ harikası olduğunu kabul edelim…
İkisi de arkada gözleri varmış gibi oynuyor rakip kale önünde...
İkisinin de bilinçli iki kafa pası asisti var ki; ders gibi tekrar tekrar oynatıp göstermek gerekir…
Gomis ve Adebayor’dan söz ediyorum... 

S-ÖZ: “Çirkin birisi makyajla güzel olamaz. Ancak güzel birisi çok güzel olabilir...” Ümit Aktan 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.