Çözüm
süreci üzerinden tartışmalar sürerken bu meselenin algılarla gerçek
arasına sıkışan siyasal hesaplaşmanın gelgitine kilitlenmesi ihtimali bu
sürece umut besleyenleri kaygılandırıyor. Hele de Türkiye'nin seçim
sath-ı mailine girildiği şu günlerde kazanılacak muhtemel milletvekili
sayıları üzerinden hesaplaşmalara girişmek, bir süredir topluma aşılanan
barışa dair inancı zedeliyor, güven duygusunu zayıflatıyor.
Bu
süreci, Türkiye'nin her kesiminin desteğini içine alarak, tereddütleri
gidererek ve asla yeni ayrışmaların tuzağına kurban etmeden sonuca
ulaştırmak sorumluluk sahibi herkesin asli görevidir. Tüm Türkiye'nin bu
süreci; tuzaklardan sıyrılmış, provokasyonlara karşı korunaklı ve
ülkeyi ayrıştıran değil, kalıcı bir bütünleşmenin zemini olarak yaşama
arzusu, aslında bu sürecin en güçlü teminatıdır. Ancak bu çözüm;
aldatıcı olmaması, çözüm adına çözülmenin zeminine dönüşmemesi, ülkenin
ortak zeminini zedelememesi şartıyla herkesin desteğini kazanabilir.
Sürekli
geçmişin hataları üzerinden ve üstelik hiç de ders çıkarmadan gelecek
inşa etme çabası aldatıcıdır. Ayrıca geçmişin kötü karnesini hafızalarda
canlı tutarak, bugüne katkı sunmak güçtür. Kürt kimliğine yönelik
inkârcı yaklaşımların geride kaldığını unutmadan, dil, kimlik ve
kültürel temsil açısından gelinen noktanın geçmişin birçok meselesini
ortadan kaldırdığını da hatırlamak gerekir. Ayrıca tüm bunlar, ülkenin
ortak zeminini ve bütünlüğünü zedeleyen değil aksine daha kuvvetli hâle
getiren unsurlar olduğunun bilincinde de olmak gerekir.
Gelinen
nokta aslında; ortak yazgıda, ortak inançta ve ortak ideallerde buluşma
hâlidir. Nitekim bir ülkeyi ayakta tutan şey o ülkenin ortak zemininin
güçlü, sarsılmaz ve süreklilik taşıyan unsurlarıdır. Benzerliklerinin
farklılıklardan çok daha fazla olduğu toplumlarda kolay ayrışmalar,
kutuplaşmalar, ötekileştirmeler aslında yapaydır. Başka elin, yabancı
elin eseridir. Aynı toprağın çocuklarını düşmanlaştırma projeleri yerli
olamaz. Her devlet milletiyle güçtür. Millet olma bilincini taşımayanlar
ve bunu devletinin en önemli güç kaynağına dönüştüremeyen ülkeler
başkalarının oyun alanı, av sahası, çıkar devşirme vahasıdır.
Farklılıklarını zenginliğe dönüştürebilenler, tek kimlik fukaralığı
yerine bünyesinde farklı kimlikleri birer zenginlik ögesi olarak
görerek hiçbirini köreltmeden birbirine tıpkı balıkçı ağı gibi
bağlayabilenler için gelecek güven içindedir.
Çözüm sürecinin
tüm tarafları bu zemini esas alarak davrandığı sürece sahicidirler,
samimidirler. Ancak bunun için temel referans kaynağı; bu ülkenin halkı,
her kesimden toplumsal yapısı olmalıdır. Referansını hâlâ dışarıda
arayanlar, silahların gölgesinden kopmayanlar, tehdit dilini terk
etmeyenler bu sürecin maskeli aktörüdürler, sahici değillerdir ve
başkalarının kuklası, taşeronudur. Oysa asıl olan bu sürecin yerli
olması, bu toprağın çocuklarının mahsulü olmasıdır. Yıllardır silahlı
örgütlerini sahaya sürerek bu yapılar üzerinden çıkar devşirmenin yolunu
benimseyen güçlerin arka planda mevzilendiği denklemleri
etkisizleştirmeden bu çözümden medet ummak boş hayaldir.
İçinden
her türlü uluslararası çıkar ağlarının geçtiği Orta Doğu zemininde
konumlanan Kandil'in bu sürecin yönlendirici temel aktörü olması
meselenin çıkmaz sokağıdır. Oysa Kandil'in etkisizleştirildiği ölçüde
bu süreç, yerli hüviyetini korur ve arzulanan sonuca ulaşır. Çözüm
sürecini tüm ülke için hak ve adalet temelinde bir demokrasi
taçlandırması olarak görmek istiyorsak ve kimseyi diğerinden ayırmayan,
Anadolu'nun harman yerini tekrar kuvvetlice tesis etmek istiyorsak, bu
sürecin uluslararası güçlerin, istihbarat yapılarının network ağına
takılan mevzilerden ve örgütlerinden arındırılması gerekir.
Bu
noktada HDP'nin tavrı ve tercihi önemlidir. Kimlik siyaseti yerine tüm
Türkiye'ye hitap eden ve bu arada silahların vesayeti altına girmeden
yerli çözüme, ortak zeminin inşasına yönelik olarak etkin aktör
pozisyonunda konumlanmak onu tüm Türkiye'nin partisi yapacaktır. Ancak
samimi olarak arzulanan buysa... Nitekim bu durum aslında onların
samimiyet sınavıdır... Sonucunu merakla bekliyoruz...