Anlayışsızlık üzerine...

A -
A +
 
Ben, bu yazıda anlayış veya anlayışsızlık üzerine birkaç söz etmek istiyorum... Anlayış kelimesinin sözlük anlamı: Anlamak işi veya biçimi, anlama yeteneği, feraset, izan, hoş görme, hâlden anlama, ayırıcı bir nitelik olarak görüş, olarak geçiyor... 
Bir de anlayışsız kelimesinin sözlük anlamına bakalım. O da; anlayışı kıt olan, kafasız, kavrayışsız, vurdumduymaz, kalın kafalı, izansız, ferasetsiz ve hoşgörüsüz manalarına geliyor...
Bugünlerde belki de en çok ihtiyacımız olan şey: Anlayış… Maalesef yaşadığımız dünyada kimse kimseyi anlamaya çalışmıyor; kimse kimseye anlayış göstermiyor. Trafikte araç kullanan sürücüler birbirine yol vermiyor. Şirkette aynı birimde çalışan mesai arkadaşları basit bir sebepten birbirlerinin kalplerini kırıyor. Aynı okulda eğitim gören öğrenciler, kalem silgi yüzünden kavga ediyor. Hastanede, hastasına bakılmadığını düşünen hasta yakını doktora kafa atıyor. Korona denen illetin yayılmasını engellemek için devlet birtakım tedbirler koyuyor ama kimse umursamıyor. Hatta TBMM de aynı çatı altında milleti temsil eden milletvekilleri bile ülkenin menfaati olan bir konuda uzlaşamıyor. Oysaki Türk milleti, Hazreti Mevlâna’nın torunları olarak hoşgörü kelimesini bütün dünyaya ihraç eden bir toplum olarak bilinir...
Karadeniz’de yıllar sonra bu kadar büyük miktarda doğalgaz buluyoruz. Bazıları sevinmek yerine dalga geçiyor. Yazık, geldiğimiz hâle bakın.
Bence anlayışsızlık birkaç şekilde oluyor: Birincisi, kendi öz anlamında, bir insan anlayışı kıt olduğu için, ikincisi ve acı olanı birinin menfaatine dokunduğu için veya işine gelmediği için anlamak istememek. Klişe ama çok kullanılan, genel kabul görmüş bir söz vardır. Doğruyu kim söylerse söylesin, doğru doğrudur.    
Eskiden hocalar, talebeleri için “Allah anlayışını artırsın” diye dua edermiş. Şimdi düşünüyorum da keşke birileri de bizim için böyle dua etse; “Allahü teala hepimizin anlayışını artırsın.”
            İhsan Ağır
 
 
 
ŞİİR
 
      SOMALİ’DE BİR ÇOCUK
 
Somali’de çocuğum, bahtım derimden kara,
Karnım aç dilim susuz, körpe kalbim çok yara,
Elimden tutanım yok, gözüm dönmüş pınara.                                         
Bakışlarım ümitsiz, meçhule dalmış anne,
Anladım ki ömrümü, barbarlar çalmış anne.
 
Kimler beni kurtlara, yem diyerek bıraktı?
Merhamet ile şefkat, o gün bizden ıraktı?
Hüzün keder sel oldu, kızgın kumlara aktı.
Meğerse bu kararı, namertler almış anne,
Mertliğin ak yüzüne, karalar çalmış anne.
 
Katil kuşlar tepemde, gözlerimde sinekler,
Arsız birkaç akbaba, her an yemeyi bekler,
Ölmemi değil elbet, düşmem için pinekler.
Kurtaracak vicdan yok, sınıfta kalmış anne.
Şefkati yüreklerden, söyle kim çalmış anne?
 
Öper koklar korurdun, yaşamama ümittin,
Şimdi yavrun perişan, yoksun nereye gittin?
Son nefesim çıkmadan, yandın eridin bittin.
Meğer dünya kör sağır, dilleri lâlmış anne.
Bizim için kin nefret, gongunu çalmış anne?
 
Bütün hakkım helaldir, biliyorum dardasın,
Kardeşlerim de hasta, bağrın yara hardasın,
Bir fireyle kurtulsan, bugün belki kârdasın.
Hayat acı hüzünmüş, sahte bir balmış anne,
Bu yalancı tatlıyı, zehirle kim çalmış anne?
 
Hani güya bütündük, sevinçte ve kederde,
Kardeşti ya insanlar, şefkat muhabbet nerde,
Çoktan bitmiş değerler, işte uygarlık yerde.
Bu vahşeti evrene, söyle kim salmış anne?
Merhameti dünyadan, kötüler çalmış anne.
 
                    Seyfettin Karamızrak
 
 
 
UNUTULMAZ KÜLTÜRLERİMİZ
 
KERKÜK HOYRATLARI: Hoyrat, hem Türk halk edebiyatında bir nazım şeklinin hem de Türk halk müziğinde bir türün adıdır. Aynı zamanda Türk halk edebiyatında nağmeyle söylenen cinaslı mânidir. Türklerin yaşadığı çeşitli bölgelerde görülen ve genellikle dört mısradan oluşan bu nazım biçimi daha çok Irak Türkleri (Türkmenler) arasında yaygındır.
Araştırmacılar horyat, koryat, koyrat şekillerinde de söylenen hoyrat kelimesinin menşei hakkında değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Hoyratlar Kâşgarî’nin saguları, Ahmed Yesevî’nin bazı hikmetleri, Bâbür Şah, Nesîmî, Nevâî, Hatâyî ve Kadı Burhâneddin’in tuyuğları gibi dört mısralı nazım şekillerini çağrıştırmakta, böylece çok eski bir Türk şiir tarzı olduğunu düşündürmektedir.
Mevcut bilgiler, Orta Asya’da doğan hoyratların burada yaşayan göçebe Türklerin hayvanlarının peşinde dolaşırken söyledikleri dörtlüklerden geliştiğini göstermektedir. Hoyratların, en çok gelişme gösterdiği Irak Türkmen halk musikisinde yirmiye yakın makamı vardır. Hoyrat halk hayatının ve özellikle Irak Türkmen kimliğinin her anında önemle yer almıştır.[İbrahim ed-Dâkūkī- TDV Ansiklopedisi]
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.