Pide kuyruklarında beklediğimiz, top atılacak diye sofra başlarında beklediğimiz, beklerken Ramazan'ın lezzetini, huzurunu yaşadığımız o yıllarda işler böyle değildi. Üç ihtimal var: Ya biz çocuktuk, yeni yetmeydik, aklımız ermiyordu. Ya dünya daha iyi bir dünyaydı. Ya her şey şimdiki gibi idi de iletişim kısıtlıydı, haberimiz olmuyordu, bilmemenin bahtiyarlığını yaşıyorduk. Dünyanın daha iyi bir dünya olduğu ihtimali pek de doğru gelmiyor ya... Herhalde öteki ikisi. Keşke sabretmemiz gereken uzun ramazan günlerinin susuzluğu olsaydı... Keşke dayanmamız gereken mevsim normallerinin üzerinde seyreden hava sıcaklığı olsaydı... Şimdi hava sıcak demek ayıp, günler uzun demek ayıp, susuzluk var demek ayıp... İftar sofrası hazırlığı yapmak ayıp... Olimpiyatlarda neden derece alamıyoruz diye üzülmek ayıp... Bazı zamanlar her şey mânâsını yitiriyor. İngilizce'de "hot" kelimesi hem sıcak hem acı mânâsına gelir. "Hot" dediniz mi, yerine göre ya acı demek istersiniz, ya sıcak. Amerika'da büyüyen bizim çocuklar Türkçe konuşurlerken bazen karıştırır; "yemek sıcak" demek istediklerinde "yemek acı" derler; ya da tam tersi, "acı olmuş" diyeceklerinde "sıcak olmuş" derler. Bu bana mânidar geliyor şimdi. Sıcak ile acı birbirine karıştı. Sıcak ve acı aynı şey oldu, üzerimize çöreklendi. Hayır, bu sıcak havanın sıcaklığı değil! Acının harareti! İslâmî gelenekte "haram aylar" vardır. Savaşın yasak sayıldığı zaman dilimi. İnsanların güven içinde ticaret yapabildiği, yolculuklara çıkabildiği, hacca, umreye gidebildiği aylar. Dört ay... Hicrî senenin dört ayı... Adının kökeni barış kelimesinden gelen bir din için ne kadar mânâlı bir gelenek. İnsanların savaştan kaçınıp barışa meyletmesi yolunda ciddi bir ikaz. Ne çare, vaziyete bakın! Dört aya hürmet etmek şöyle dursun, şimdi Ramazan ayındayız. Onbir ayın sultanı dediğimiz, başı rahmet, ortası mağfiret, sonu azaptan kurtuluş olarak inandığımız bu mübarek ayda, Müslüman coğrafyada Müslümanların birbirlerine reva gördüğü eziyete bakarken, ateş düşen evlere bakarken, yüreği yanan ailelere bakarken, şehit cenazelerine bakarken, hatta ateşe verilen ormanlara bakarken eski ramazanların lezzetinin, huzurunun mazide kaldığını esefle fark ediyorum.