Depremle ilgili yanlış ve doğrular: Dinde “Fay Hatları” var mı ve nerelerde?

Sesli Dinle
A -
A +
Bazı olaylar, bilime veya dine göre yanlış ve doğruların ortaya çıkmasına sebep olur. Deprem gerçeği de onlardan biridir. Depremle yıkılan binalar, bu binaların enkazı altında kalan insanlar, hayvanlar ve mallar, gündeme geldi. Acaba bunda insan kusurlu bir hata, ihmal ve kasıt var mıydı? Uzmanların ifadesine göre 500 atom bombası gücündeki bu enerji ve güç, nasıl ortaya çıktı? Kendiliğinde mi, yoksa bir takdir ve muharrik neticesinde mi gerçekleşti?
Konu, evren ve deprem uzmanları ile din/İslam âlimlerinin bilgi ve görüşlerine göre şu başlıklar altında ele alınabilir:
 

Yeryüzündeki Kanun/Sünnetüllah

 
Bu konuda üç sınıf insan, farklı görüş ortaya koymuştur:
 
1. Materyalistler: “Nedensellik/Sebep-Sonuç İlişkisi” ilkesine bağlı olarak, evrende/tabiatta her şey, maddi bir sebeple var veya yok olur. Hiçbir şey, yoktan veya maddî olmayan/manevî bir güçle var olmaz. Maddeye mekanik determinizm ve pozitivizm hâkimdir. Deneye ve tartıya gelen bir şey vardır. 17./18. Yüzyılda Avrupa’da kendini gösteren “Aydınlanma” fikir akımı, bütün dünyayı ve özellikle dinleri etkisi altına almıştır.
 
Bu görüşe göre, inançta ruha, vahye, maneviyata ve dine yer yoktur.
 
İslam’da felsefe yapan filozoflar (İbn Sina, Farâbî gibi), maddenin/evrenin kıdemine (başlangıcının olmadığına/sonradan yaratılmadığına) inanırlar. Bunlara “dehriyye” denir. Bu husus, âyet-i kerime’de “dehr/zaman-âlemin ömrü” ile ifade edilir (Câsiye,24).
 
2. Bilim insanları: Bilimsel araştırma yöntemlerini kullanarak, evrendeki düzen ve âhengin kanunlarını ve prensiplerini bulmaya çalışırlar. Bunlardan bir kısmı, evrenin ve maddenin, her şeye kâdir Allah tarafından yaratıldığına, işletildiğine ve evrende meydana gelen bütün değişmelerin; güneş, ay ve yıldızlar arasındaki nizamın; deprem, yağmur ve şimşek gibi olayların; yeryüzündeki çeşitli bitkilerin; büyükbaş, küçükbaş ve böceklere varıncaya kadar hayvan türlerinin ve denizlerdeki bütün yaratıkların idare ve tasarrufunun Allah’a ait olduğuna inanırlar. Yüce Allah bunları bir sebepler zincirine bağlı olarak yaratmakta, varlıkta tutmakta ve bir takdir çerçevesinde hayatlarına son vermektedir.
 
Bilim insanlarının diğer bir kısmı ise, yine bilimsel araştırma yöntemlerini kullanarak, tabiattaki düzeni sağlayan kanunları keşfetmeye çalışırlar, fakat bu kanunların, ölçü ve kuralların maddenin doğal yapısı içinde var olduğuna ve mekanik değişimlere göre ortaya çıktığına inanırlar. Maddeye hükmeden madde dışı bir varlığa ve güce/Allah’a asla inanmazlar, hatta bu yönde bir görüş ve bulgunun bilimsel ve gerçek olmadığına hükmederler. Böylece bu görüşü taşıyanlar, materyalist grup içinde yer alırlar.
 
Ancak şu bir gerçektir ki, dünyamızda bilimsel çalışmalarla ilgili eğitim, öğretim ve laboratuvar çalışmaları, tamamen determinizm ve pozitivizm ilkeleri çerçevesinde yapılmaktadır. Allah’a inanç, bireysel olarak vicdanlara hapsedilmiş durumdadır.
 
3. İslam âlimleri: İslam ilim insanları, kâinat/âlem ile ilgili bilgileri, İslam’ın ilk iki temel kaynağı olan Kur’an-ı kerim ve hadislere dayanır. Bu çerçevede gözlemde bulunup ilmî araştırmalarını yürütürler.
 
İslam dinine göre, âlemde/evrende ne varsa; güneş, ay, yıldızlar gibi gök cisimlerini; denizler dâhil yeryüzünde ve altındaki bütün varlıkları ve her şeyden önce mükerrem varlık olan insanı/insanları yaratan sonsuz kudret, irade ve ilim sahibi yüce Allah’tır. Kâinata ve insan tabiatına, fizikî, ruhî ve manevî kanun ve kuralları koyan, yöneten ve işleyişini sağlayan kâdir-i mutlak Allah’tır. Bu kanun ve kurallar bütününe, “sünnetüllah” denir. Bu kavram, âyet-i kerime ile beyan edilmiştir (Fâtır,43).
 
Dünyamızda yaşadığımız ve gördüğümüz yağmur, fırtına, deprem; gök cisimler arasındaki düzen; güneşin doğuşu/batışı; bir kuşun veya yırtıcı bir hayvan olan arslanın yavrusunu besleyişi; yağmurla yerin ve bitkilerin yeşermesi; arıların kendi kovanlarını buluşu; bir kuzunun annesini veya annenin yavrusunu tanıması; ana rahmindeki bir ceninin uzuvları mükemmel olunca, bir bebek olarak doğuşu; Avrupa’da, Afrika’da, Asya’da, hatta Avustralya’da insan organizmasının çalışma sisteminde -vücut ısısı, kan dolaşımı ve sinir sistemi gibi- aynı kuralların geçerli olması; milyarlarca insanın parmağının bir cm2’lik bir yerinde parmak izlerinin farklı olması; yer kürenin orta kısmının ateşle dolu olası; zaman zaman bu ateş kütlesinin bir yanardağ olarak ortaya çıkışı, hep bu sünnetüllah’ın bir bölümüdür.
 
Bu durumda Müslüman bir âlim, evrende ve İslam dininin bünyesinde ilmî bir araştırma yaparken, bu iman ve bilgi -sünnetüllah- dâhilinde çalışmalarını yürütür.
 
Deprem olayında uzmanların “fay hatları” gibi tehlikeli bir gerçeği gündeme getirdikleri gibi, acaba müctehid İslam âlimleri de yanlış itikat ve kavramlar konusunda Müslümanları uyarmışlar mıdır?
 
Cevabı birçok konu ve terimi içinde bulunduran bu soruyu, bazı başlıklar çerçevesinde ilgili kavramlara açıklık getirmek suretiyle şöyle cevaplandırabiliriz:
 

İslam Dini’nde Uzmanlar Kimlerdir?

1. Deprem uzmanları: Deprem olayında binanın sağlam ve depreme dayanıklı olması için, konu uzmanları, binanın sert zemine/toprağa oturmasının şart olduğunu, fay hatları üzerinde veya  çok yakınında olmamasını ve aynı şekilde binada kullanılacak malzemelerin “Deprem Yönetmeliği”ne uygun olmasının zorunlu olduğunu belirtmişlerdir. Bu iki genel şarta uyulmadığı takdirde, deprem felaketiyle karşılaşmanın kaçınılmaz olduğunu açıklamışlardır.
 
2. İslam dininde uzmanlar: İslam dininde uzmanlar, müctehid âlimlerdir. Bu âlimler, Eshâb-ı kiram’ın Peygamber aleyhisselâm’dan naklettikleri İslam dinini, temiz, saf ve katkısız bir şekilde teslim almışlardır. Sonra İslam dini, dört mezhep imamının rehberliğinde, bu âlimlere bağlı büyük bir âlimler topluluğu tarafından ilim dalları itibarıyla sistemleştirilerek ve kitaplara geçirilerek Müslüman ümmete sunulmuştur. Bu âlimler topluluğuna Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat denir.
 
Asırlar boyunca bu cemâat, İslam’ı sahih bir yapı içinde nakletmiş, korumuş ve temsil etmiştir. Bu yapı dışında kalan ilim erbabı ve  fırkalar, zararlı, tehlikeli ve sakıncalı görülmüştür.

İslam dininde “Fay Hatları”

Fay hatları, deprem literatüründe kullanılan bir tabirdir. Alan uzmanlarının ifadelerine göre belirlenen bu hatlar/mekânlar üzerine bina yapılmaz, yapılması son derece tehlikelidir.
Peygamberimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm da, İslam’ı bir binaya benzetmiştir. Bu binanın temel ve sütunlarını açıklamıştır. Hadis-i Şeriflerde şöyle buyrulur:
 
İslam binası:
 
İslâm (binası) beş (sütun) üzerine kurulmuştur: (1) Allah'tan başka ilâh olmadığına ve (Hazret-i) Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet etmek, (2) namaz kılmak, (3) zekât vermek, (4) hacc etmek, (5) ramazan orucunu tutmaktır (Buhârî, İman 2; Tirmizî, İman 4).
 
İslam binasının temelleri:
 
(1) Allah'a, (2) Allah'ın Meleklerine, (3) Kitaplarına, (4) Peygamberlerine ve (5) Âhiret gününe iman etmek, bir de (6) Kader’e -hayrına ve şerrine- iman etmektir (Müslim, İman 1).
 
İslam’da “fay hatları”:
 
Bunlar, maddeler hâlinde şöyle sıralanabilir:
 
1. İslam’dan başka bir dini meşru saymak
Âyet-i kerime ile yasaklanmıştır (Âl-i İmran, 85).
 
2. Mürted olmak/İslam’ı terk etmek
Âyet-i kerime ile cezası belirlenmiştir (Muhammed sûresi, 25-26).
 
3. Münafık olmak
Âyet-i kerime ile cezası açıklanmıştır (Nisa,145).
 
4. Kâfirleri, Yahudi ve Hristiyanları dost edinmek/İtikatlarını benimsemek, dinlerinin şu anda geçerli olduğunu söylemek
Hepsi, âyet-i kerimelerle menedilmiştir (Nisa,144; Mâide,51).
 
5. Müslümanın, itikadını/iman binasını 72 fırkadan biri üzerine kurmak
Âyet-i kerime ile eshâb-ı kiram’ın/cumhûr-ı İslam’ın yolunu bırakıp fırkalara ayrılmak yasaklanmıştır (Âl-i İmran,103).
Hadis-i şerifte bu fırkaların adedi açıklanmıştır:  
 
Yahûdiler 71 fırkaya, Hristiyanlar da 72 fırkaya bölündü. Ümmetim ise 73 fırkaya bölünecektir. Biri dışında hepsi (72’sinin akideleri, imanları Sahâbe-i Kirâm’ın bildirdiği İslâm’a uymadığı için) ateşte (cehennemde) olacaktır. Kurtulan cemâat, benim ve ashabımın yolunda gidenlerdir (Tirmizi, İman 18; İbn Mâce, Fiten 17; Ebû Dâvud, Sünne 1).
 
İslâm âlimleri, hadiste beyan edilen 72 fırkayı, tek tek açıklamışlardır. Bunlar arasında Hâricilik, Şia, Mu’tezile, Cebriyye, Kaderiyye, Mürcie, Müşebbihe, Mücessime, Dehriyye, Muattıla, Zındıklık, Râfizîlik gibi Eshâb-ı kiram’ın yolundan ayrılan ve isimleri çok duyulan fırkalar bulunmaktadır.
 
Diğer hadis-i şerifler:
 
Yüce Allah ümmetimi dalâlet/sapkınlık üzerinde birleştirmez. Allah’ın “yed”i (rahmet ve bereketi) cemâatle birliktedir. Kim cemâatten ayrılırsa, cehennem yoluna girmiş olur (Tirmizî, Fiten 7).
 
Bir karış da olsa cemâatten ayrılan kişi, İslâm bağını boynundan çözmüş olur (Tirmizî, Edeb 78).
Cumhûr âlimlerinin beyanına göre, bu cemâat, Hazret-i Peygamber’in tebliğ ettiği ve şanlı Eshâbı’nın içinde bulunduğu Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâattir.
 
Âyet-i kerime ve hadislerde açıklandığı şekilde bir Müslüman, İslam âlimlerinin naklettiği İslam üzere, iman eder ve ibadette bulunursa, o, dinî hayatını sağlam zemine oturtmuş ve Allah’ın rızasını kazanarak cenneti kazanmış olur. Şayet İslam âlimlerinin değil, oryantalist, mason, mürted ve misyonerlerin hazırladıkları ve değiştirdikleri sözde İslam’a uyarsa, Ahiret hayatını cehenneme çevirmiş olur.
 
Deprem gerçeği dikkate alınarak, binayı sağlam yapmak şart olduğu gibi, acaba bir Müslümanın, deprem, sel, fırtına gibi doğal âfetler karşısında İslam dininde tedbir/önlem almasıyla ilgili bir sorumluluğu var mıdır?
 
Bu soruya İslam âlimleri şöyle cevap veriyorlar:

Deprem, İslam ve tedbir

İslam dininde, Müslümanın bireysel hayatında kendini tehlikeye atması yasaklanmıştır.
 
Âyet-i kerimede buyrulur:
 
1. Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın (Bakara,195).
Bu âyet-kerime, her türlü tehlikeye karşı Müslümanın tedbir almasının zorunlu olduğunu gösteriyor. Eğer tedbir almazsa, sorumlu olacağını beyan ediyor. Çünkü yüce Allah’ın nehyettiği bir şeyi yapmış oluyor.
Bu durumda:
Bir kimse, uçurumdan kendini atarsa, parçalanır ve ölür.
Bir kimse, zehir içerse, ölür.
 
Kaderimde varsa, ölmem” diye düşünmesi, itikat etmesi dine uygun değildir. Hiç kimse kaderinin ne şekilde olduğunu bilmediği için, dinimiz İslam’ın tedbir ve tevekkülle ilgili emir ve tavsiyelerini Müctehid âlimlerimizin nakillerine göre doğru anlamaya çalışmalıdır.
 
Hadis-i şeriflerde de tedbir şöyle açıklanıyor:
Bulaşıcı bir hastalık olan cüzzamdan korunma konusunda Hazret-i Peygamber, şöyle buyurmuştur:
 
2. Aslandan kaçar gibi cüzzamlıdan kaçın (Buhârî, Tıb 16).
 
3. Cüzzam gibi bulaşıcı bir hastalığın bir yerde çıktığını işittiğiniz zaman, oraya gitmeyiniz. Hastalık sizin bulunduğunuz yerde olursa, ondan kaçmak için sakın o yerden dışarı çıkmayınız (Buhârî, Tıb 30).
 
4. Şam'da bulaşıcı veba hastalığının olduğunu haber alan Hazret-i Ömer
 
Arkadaşlarına “Ben geri dönüyorum, sizler de geri dönün” deyince, bir sahâbî “Ey Ömer, Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun” demesi üzerine, Ömer radıyallahü anh şöyle cevap vermiştir:
 
Allah’ın kaderinden, yine kaderine kaçıyorum (Buhârî, Tıb 30).
 
Oradan uzaklaşmak, dinin, Resûlüllah’ın emridir. Emre uyan, kurtulur.
 
Buna göre bulaşıcı bütün hastalıklarla ilgili -tâun/vebâ, cüzzam, koronavirüs, verem gibi- gerekli önlemleri alarak korunmalıdır. Tehlike açık olduğu için fay hattı üzerine bina yapmamalıdır.
 
5. Bir adam, Peygamber Efendimize gelerek: “Ben devemi salıvererek mi, yoksa bağlayarak mı, tevekkül edeyim?” demesi üzerine, Efendimiz aleyhisselâm, şöyle cevap vermiştir: “Deveni bağla, sonra tevekkül et (Tirmizî, Kıyâmet 60).
 
Tedbir/önlem alma ve tevekkülün yanlış anlaşılması, çoğu zaman kaderin İslam dininde açıklandığı şekilde anlaşılmamasına yol açmaktadır. Buna bazı kasıtlı ve ideoloji sahibi İlahiyatçılar sebep olmaktadır.

Deprem, İslam ve kader

İslam dininde kadere iman, imanın şartlarındandır (Müslim, İman 1).
 
Bu konuyu kısaca şu şekilde açıklayabiliriz:
 
1. İslam’da kader nedir?
Ehl-i Sünnet âlimleri kader konusunu âyet ve hadislere bağlı kalarak ve yüce Allah’ın ilim sıfatıyla irtibat kurarak şöyle açıklıyorlar:
 
Allahü teâlâ’nın, bir şeyin varlığını ezelde dilemesine kader, varlığı dilenilen şeyin var olmasına da kaza denir.
Bütün varlığın, kazaya uygun olarak, az veya çok olmadan yaratılması kaderdir. Yüce Allah, olacak her şeyi, ezelde, sonsuz öncelerde, biliyordu. İşte bu ilmine kaza ve kader denir.
 
Ezelden ebede kadar olacak canlıları, bitkileri, eşyayı ve tabiat olaylarını -özelliklerini, hareketlerini ve zamanını- ezeldeki ilmine uygun olarak yaratmaktadır. İnsanların iyi ve kötü bütün işlerini, Müslüman olmalarını,
 
küfürlerini, iradeli ve iradesiz bütün davranışlarını, Allahü teâlâ yaratmaktadır. Yaratan, yapan yalnız O’dur. Sebeplerin meydana getirdiği her şeyi yaratan O’dur. Bu dünyada her şeyi bir sebebe bağlı olarak var etmektedir. Fakat Peygamberlerde yarattığı mu’cizeleri ise sebepsiz halketmektedir.
 
2. Kaderle ilgili âyet-i kerimeler:
 
Şüphesiz biz, (hikmetimiz gereği) her şeyi bir kaderle (bütün varlık ve olayları takdir edilmiş ve Levh-i Mahfuz’da yazıldığı gibi düzenli) yarattık (Kamer,49).
 
Yeryüzünde (kıtlık, âfet, deprem gibi) ve kendi nefislerinizde (trafik kazası, hastalık, ölüm gibi) uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, bizim onu yaratmadan önce, o, bir kitapta (Levh-ı Mahfuz'da) yazılmış olmasın. (Bunların hepsi, “Allah’ın ilminde”dir.) (Hadîd,22)
 
Biz, her şeyi İmâm-ı Mübîn (Levh-ı Mahfûz)’da saymışız (her şeyi apaçık ayrı ayrı yazmışız, toplamışız)dır (Yâsîn,12).
 
3. Yüce Allah’ın ilim sıfatı ve kader:
 
1) Biliniz ki, şüphesiz Allah (ezeli ilmiyle) her şeyi bilmektedir (Bakara,231).
 
2) Gaybın anahtarları (kulların bilme imkânı olmayan sevap, ceza, ecel, rızık ve azabın inişi gibi bilgiler) yalnızca O'nun (Allah’ın) katındadır. Onları ancak O, bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki, (yüce Allah) onu bilmesin. Yerin karanlıkları içinde (yerin bütün tabakalarında) hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki, apaçık bir Kitap’ta (Levh-ı Mahfûz'da) olmasın (En’âm,59).
 
3) İlâhınız ancak Allah'tır ki, ondan başka ilâh yoktur. İlmi her şeyi kuşatmıştır (Tâhâ,98).
 
4. Kaderi yanlış anlayanlar:
 
1) Mehmet Görmez: Depremzedelerin gönlü naz makâmındadır. Onlar Allah’a karşı kırık, devlete karşı öfkelidir (İnternet ve gazeteler).
 
İmanî yönden son derece tehlikeli bir ifadedir. Kulun Rabbine dargın olması haddi değildir. Kula yakışan, ancak “Biz Allah’ın mülküyüz ve ancak ona dönücü kimseleriz.” (Bakara,156) âyet-i kerîmesinde buyrulduğu üzere, sabır, rızâ ve teslimiyet göstermesidir. Yüce Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, kullar ona muhtaçtır.
 
Mehmet Görmez, bir başka canlı olarak yaratılabilirdi. O zaman bu isyanı yapabilecek miydi?
 
2) Mehmet Okuyan: Kader, irademizdir. Alınyazısı diye bir şey yoktur. Allah kimin ne yapacağını yazmamıştır. Kimin ne yapması gerektiğini yazmıştır. Allah rolleri dağıtmamıştır. Rolleri tanıtmıştır (İnternet, Video).
 
Bu itikat, açıkça kaderle ilgili âyet ve hadisleri inkâra dayanmaktadır. Bu ifade, Mu’tezile’nin görüşüdür. Bunu söylemediği için dürüst davranmamakta ve bilimde sahtekârlık yapmaktadır. Halkın tepkisinden korktuğu için, “kader, irademizdir” derken, aslında “kul, fiilinin yaratıcısıdır” demek istemektedir.
 
Âlemde tek yaratıcı vardır, o da yüce Allah’tır. Kendilerini, rabb, yaratıcı ilân eden Fir’avun ve Nemrutlar, kâdir-i mutlak Allah’ın kahhâr ismi karşısında mağlup olup toprağın altına girmişlerdir.
 
3) Ömer Özsoy: Değişmeyi belirleyen sebeplerin fâili, hür irade sahibi fertlerden oluşan toplum olduğu için, hiçbir sosyal değişme önceden (Allah tarafından) belirlenmiş olamaz (Sünnetüllah, s.154).
Çok açık bir küfürdür. Ö. Özsoy, Vakıf kamuflajı altında Almanya’da Ehl-i Salip dostlarının Üniversitesinde maaşlıdır.
Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan: “Kaza ve kadere inanan insanlarız. Elbette tespit ederlerse, suçlunun yakasına yapışacağız. Tüm bunları yaparken mukadderata teslim olacağız.”
 
Cumhurbaşkanımızın dört mezhep imamının kaderle ilgili itikadını yansıtan bu beyanatına, A. Davudoğlu ve DİYK'den tepki gelmiştir:
 
4) Ahmet Davudoğlu: “Bunun adı kader değil, kısa devre. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi kısa devre yaptı.” (Gelecek Partisi Başkanı).
 
5) DİYK: (Depremin ortaya çıkardığı) “afetleri ve meydana gelen acı neticelerini, insanın irade ve sorumluluğunu yok sayarak ve de tamamen kaderci bir anlayışla değerlendirmek ve açıklamak, bizim inancımıza uygun değildir (DİYK).”
 
Kimin inancı? “Âyet bile olsa, aklıma uymuyorsa, reddederim” diyen DİYK üyesinin inancı mı?
 
Davudoğlu ve DİYK'nin açıklamaları, tamamen siyasi ve ideolojiktir. Bir Müslümanın “ben kaza ve kadere inanıyorum” ve “bu mukadderattır” demesinin neresinde “kadercilik” ve “sorumluluktan kaçma” vardır?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.