Biraz korku biraz hüzün biraz da aşk

A -
A +

O'nunla tanışmamız tam da Trabzon'a geri dönmek için eşyalarını topladığı günlerdeydi. İlk kitabını, yaşadıklarını konuşmuştuk. Sonra o doğduğu topraklara koştu, bahçesine taze soğanlar dikmek için. Ama çok sürmedi, İstanbul geri çağırdı Sibel'i. Bu kez bir araya geldiğimizde, elinde ilk romanı vardı Sibel'in. Cerrahpaşa'da tedavi gören bir grup kanser hastasının yaşadıkları ve bir aşk hikayesinin anlatıldığı 'Hüzün Mevsiminde Aşk'... Kitaptaki kahramanları Sibel'in 'Kansere Gülümsemek' ve 'Sibel'in Günlüğü' adlı kitaplarından tanıyoruz zaten. Zor bir hastalığın pençesinde yeşeren bir aşk hikayesini anlatırken, biliyorum ki sevgili Sibel yine her şeyi yazmadı. Birilerini kırmaktan, incitmekten çekinen hassas yüreğiyle kendine pek çok şey sakladı. Onun için başka kitaplar bekliyoruz senden Sibel. Sevgi dolu yüreğinin nice sayfalara yansımasını... O gün sohbetin sonunda dedim ya 'keşke daha önce tanışsaydık hemşehrim'. -Sibel ilk romanını yazdın. Önce kitabın doğuş öyküsünü anlatsan. -Cerrahpaşa'da kemoterapi alırken tanıştığımız çok güzel bir grubumuz vardı. Hastanede herkes sessiz, sakin otururken biz onlardan farklıydık. Sohbet edip, şakalaşırdık. Kemoterapiden sonra herkes evine koşarken biz birlikte kafeteryaya gidip sohbet edip, gülerdik. Bilmeyenler durumumuza bakıp 'Ne neşeliler piyangodan para mı çıktı?' diyebilirdi halimize. Evet piyangodan bir şey çıktı bize 'kanser!'. Kitaptakilerin büyük çoğunluğu yaşanmışlıklardan alındı, başka kişilerin yaşadıkları da kahramanlara uyarlandı. İşte bu arada yeşeren bir aşk hikayesi. Hastalığı sırasında güzel şeyler yaşayan, aşık olan, sağlıklı insanların başaramadığını yapıp boşananlar var. Daha önceki kitabımda anlattığım kişiler bu kitapta da var. -Peki neden Sibel değil de 'İlkyaz'sın romanda? -Kitabı yazdığım sırada daha boşanmamıştım, o yüzden sorun olabilir diye düşündüm. Mesela kardeşimin ismini önce Selin yaptım, sonra gerçeğini Serap yazdım. O yüzden bazı yerlerde isimler karışabilir. 'Benim o kadar vaktim yok' -Kitabında boşanmak için mahkemeye başvurmak yerine 'kanser her yerime sıçrasın, öleyim bu evlilikten kurtulayım' diye dua ettiğini yazıyorsun. Sonra seni harekete geçiren neydi? -Evliliğimde çok mutsuzdum. Birbirimiz için doğru insan değildik. Benimle hastayken evlendiği için başlangıçta boşanmaya cesaret edemedim. 'Şu üç günlük dünyada hoşgörülü olayım' diyordum, ailemi üzmek istemiyordum, ama onlar da ne kadar mutsuz olduğumun farkındaydılar. Sonra Sezen Aksu'nun şarkısındaki 'şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler' sözleriyle şunu fark ettim. Hayat hızla akıp gidiyor ve ben niye mutsuz olarak geleyim ki o son ana? Hayatımda yaptığım en doğru şeylerden biriydi boşanmak. Boşandım ve beni mutsuz eden, maddi ve manevi anlamda çok fazla sömüren bu ilişkiden kurtulmuş oldum. Eski eşim boşanmak istemediği için davayı uzatmaya çalıştı. Mahkemede bir sonraki duruşma günü belirleneceği zaman 'benim o kadar vaktim yok' diye ağladım, kendimi tutamadan. İki gün sonraya gün verdiler. Kendi soyadıma kavuşamadan ölmekten çok korktum. Amacım kimseyi incitmek değil ama, sonraki kitabımda yaşanmış boşanma öykülerini yazacağım.. Çilek yetiştirmek istiyorum ama! -Sibel yüzünde hep bir gülümseme var (hiç kaybolmasın). Zamanının azaldığına inanıyorsun. Neler sığdırmak istiyorsun bu zamana, gerçek hislerini paylaşabiliyor musun? -Bu kısmını çok paylaşamıyorum, sevdiklerimi üzmek istemediğim için. Tedavisinde çok geç kalınmış bir kanser hastası olarak hiçbir şansım yok. Ama şunu söylemek istiyorum erken teşhiste kanser tedavi edilebilir. Bu benim hatam, çok geç kaldım. İlk hasta olduğumda ceviz ağaçlarına takmıştım kafayı. Çünkü yedi sene alıyor meyve vermesi. Çok uzun bir süre ve bu da içimi acıtıyordu. Şimdi daha da kısaldı süre, ceviz ağaçlarından geçtim. İstiyorum ki çilek yetiştireyim, ama meyve verdiğini, çoğaldıklarını görebileyim. Bunun için iki yıl olması gerekiyor, ama mevcut durumumla bu kadar zamanım yok. 'Ölüm kime, ne zaman gelecek bilinmez' diyoruz ama normal yaşamda bir plan varsa bu uygulanıyor. Benim böyle bir şey yapma şansım yok. O zaman içim acıyor. Bazen de komik şeyler oluyor. Kredi kartıyla alışveriş yaparken mesela. Uzun vadeli taksitle alırken 'gideceksin ve ödenmemiş kart borçları kalacak' diye düşünüp gülüyorum. Ama çoğu kez kendi durumum değil, arkadaşlarımın durumundaki kötüye gitmeler beni daha çok üzüyor. Mesela kitabın önsözünü grubumuzdan bir arkadaşımı düşünerek yazdım. Onun çok fazla ilaç seçeneği kalmadı artık, yeni bir ilaç çıkarsa ancak öyle. Aynı korkuyu konuşmak -'Yapsaydım, yapmasaydım' diye sorguluyor musun kendini? -Sanırım normal insanlardan çok daha fazla insan kendisini sorguluyor. Ama pişmanlık duymayacağım davranışlarda bulunmaya, ya da yaşadığım şeyin olumlu tarafına bakmaya çalışıyorum. Bir ağaca bakarken 'ne kadar güzel ağaç' denebilir ama ben bir daha göremeyecekmişim gibi daha çok hissederek bakmayı ilke edindim. Artık hastalığıma göre planlar yapıyorum, bu galiba bir savunma. -Kanser hastası biriyle konuşmak sağlıklı biri için çok zor. Siz de kendi aranızda daha mı rahat konuşuyorsunuz? -Hastaneden sonra tekrar sağlıklı insanların dünyasına dönüyorsun. Bu annen, baban kardeşin, kocan da olsa sağlıklı bir insan. Seni incitmemek için uğraşıyorlar ama yaşadıklarını bilmiyorlar. O yüzden aynı hastalığı yaşayanlarla daha rahat konuşuyoruz. Aynı korkuyu yaşıyoruz. Mesela benim en büyük korkum kanserin karaciğerimden sonra beyne metestas (bulaşma) yapması. Çünkü beyin her şey. Düşünüyorsun, kaydediyorsun... Konuşamayacaksın, kaydedemeyeceksin. Ama bu korkuyu paylaşamıyorsun. (Korkularımızı saklamayı öğrendik ya...) Kanserde biliyorsun ki ailen her geçen gün seninle daha fazla uğraşmak zorunda kalacak. Onları bıktırmaktan da korkuyorsun. Belki onlar seve seve yapıyor ama 'onlara çok yük oluyorum, benden bıkacaklar daha fazla yük olmamak için ne yapmalıyım?' diye düşünüyorsun. > Kardeşim ihtisasını değiştirdi "Kız kardeşim hiç sevmediği halde bana yardımcı olmak için ihtisasını Onkolojide yapıyordu. Ben Trabzon'a dönünce o da üçüncü sınıfta bıraktı. Tekrar sınava girdi ve anesteziyi kazandı. Kemoterapide damarlar yıprandığı için 'port'dan ilaç alabiliyoruz ve onu da ancak anestezistler yapabilirmiş. Anestezinin devamında ağrı bilimde uzmanlaşabiliyorsun. Kanserin ilerleyen dönemlerinde de ağrılar artabiliyor. Biz kendi aramızda 'benim rahatsızlığıma göre ihtisas' diye bunun esprisini yapıyoruz." Kendi başına yemek bile çok büyük bir nimet "Sanırım son üç yıl içindeki en kötü tahlil sonuçlarını aldım. Dün romanın kahramanlarından Aynur'un da tahlil sonuçlarının kötü olduğunu öğrendik, başka bir arkadaşım var o da bayağı kötü, yatıyor. Aslında bu aralar biraz dökülüyoruz gibi ancak toparlanacağımıza inanıyorum ben. Tahlil sonuçları kötü çıktı ama çok ilginç, ben kendimi iyi hissediyorum. Çok şükür ayaktayım, yemeğimi yiyebiliyorum, günlük hayatımı sürdürebiliyorum, bu çok büyük bir nimet. İnşallah bir süre daha böyle idare edebilirim." Yaşlı insanlara öfkeliydim "İlk dönemlerde yaşlı insanlara karşı içimde çok fazla öfke vardı. Eskiden ihtiyarlayınca nasıl biri olacağımı çok merak ederdim, şimdi biliyorum ki asla yaşlı biri olamayacağım. 32-33 yaşındayım, ama sık sık 'ihtiyarladım' diyerek kendimi rahatlatıyorum. Ama baştaki kızgınlık, öfke yok... Korkuları kendi içinde yaşıyorsun ve sanırım çok fazla anlaşılacağını sanmıyorsun. Evet kimsenin başına ne geleceği belli değil ama başına geleni biliyorsun. Bir ümitsizlik oluyor. Korkuyu kucaklamayı öğrendiğinde, bu seni daha güçlü yapar. Aslında ben de korkuyorum, diğer arkadaşlarım da korkuyor. Ama biz içimizdeki korkuyla yaşamayı öğrendik." > Fotoğraflar: Gültekin Kaya

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.