Davaları temyiz aşamasında olan tutuklu sanıklar hakkındaki tahliye kararlarının gölgesinde siyaset kurumu ile yargı organları arasında yaşanan tartışma, devletin itibarını örselemeye devam ediyor. Bugün uç veren sorunun temeli ise 1960'lı yıllara kadar uzanıyor. O yıllardan miras kalan ve bekleyen davalar, "Geciken adalet, adalet değildir" sözünü hatırlatıyor. Düzenlemeyi yapan siyasi irade gibi, Yargıtay da karar verilmediği takdirde bu tahliyelerin yaşanacağını iyi biliyordu. Kaza, göz göre göre geldi. Yüksek yargı temsilcilerinin hükümeti işaret ederek "Mazeret üretilmesin, çözüm üretilsin" yaklaşımına tümüyle katılmak mümkün değil. Zira hükümet, yargı reformu kapsamında Yargıtay ve Danıştay'ın iş yükünü azaltmak üzere 'İstinaf mahkemeleri kurulması' için yasa çıkardı. Yargıtay ve Danıştay'da yeni daireler oluşturulması, hâkim ve savcı açığının kapatılması için çalışmalar yaptı. Ancak, "güç kaybı yaşanır, kadrolaşma gerçekleşir" senaryoları yüzünden hayata geçirilemedi. Peki, yapılması gereken nedir? Beklenti, Yürütme, Yasama ve Yargı'nın geçmişten ders çıkararak süratle eksiklik ve yanlışlıkları gidermesi yönünde. Ama sıkıntılar sürüyor. Örneğin siyasi irade, "Yargıtay'da yeni daire kurulmasını" planlıyor. Düne kadar bunu isteyen Yargıtay Başkanı ise yeni 'HSYK'ya güven duymadığını hissettirircesine ve dengeleri korumak uğruna' talebini unutmuş görünüyor. Bunun yerine daha önce itiraz ettikleri, 'istinaf mahkemelerini' yeterli görebiliyor. Yüksek yargıda ilave daire oluşturulması, ara kademe mahkemeleri kurulması kadar, "özlük haklarının iyileştirilmesi, adli tıp kurumunun güçlendirilmesi, bilirkişi müessesinin geliştirilmesi, hâkim ve savcı dışında kalan adli personel sayısının arttırılması" da gerekiyor. Hukuk fakültelerinin 5 yıla çıkarılması ve eğitim kalitesinin yükseltilmesi gündemde. İncelemenin altından dram çıktı Çalışma Bakanı Ömer Dinçer, geçen yılın sonlarında sağlık harcamalarını mercek altına aldırdı. İncelemelerde çarpıcı bir tespit yapıldı. 2 bin 400 kişi senede ortalama 700 kez hastaneye giderek tedavi hizmetlerinden yararlanmış görünüyordu. Bunun üzerine Dinçer, 600 müfettişe, "Kimseyi incitmeden ve rencide etmeden konuyu araştırın" talimatını verdi. Müfettişler, Türkiye genelindeki söz konusu hastaların evlerine giderek tek tek görüşmeler yaptılar. Teftişin altından ise korkulduğu gibi suistimaller değil, yürek burkan dramlar çıktı. Çünkü bu kişilerin tamamı kronik bir ya da birkaç rahatsızlığı olan vatandaşlardı. Aralarında gaziler, trafik kazası nedeniyle organlarını kaybetmiş kazazedeler ve metastazlı (bir organda başlayıp, diğer organlara sıçramış) kanser hastaları vardı. Ağrılarını dindirmek üzere de en çok morfine ihtiyaç duyuyorlardı. Çaresiz kaldıkları için de kendi çevrelerindeki ya da ilçelerindeki hastanelerden hizmet alamadıkları durumda komşu ilçelere gitmek zorunda bile kalıyorlardı. Bakan Dinçer, soruşturmadan sonra, bu durumdaki hastalara "yardımcı olunmasını" isteyerek sorunlarının çözümüne katkıda bulunmaya çalıştı.