“Âyet Bile Olsa, Akla Uymuyorsa Reddederiz” Diyen Diyanet Görevlisi Kim?

A -
A +
Dr. C. Ahmet Akışık
c.ahmetakisik@gmail.com
 

Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Cumhurbaşkanlığına bağlı bir kuruluştur (633 sayılı Kanun/mad. 1).

Başkanlığın en önemli kurullarından biri, Din İşleri Yüksek Kurulu’dur.

Din İşleri Yüksek Kurulu (DİYK), Başkanlığın dini konularda en yüksek karar ve danışma organı olup on altı üyeden oluşur. Diyanet İşleri Başkanı, Aday Tespit Kurulu’nca en az lisans düzeyinde dini yüksek öğrenim görmüş veya dini ilimlerde temayüz etmiş kişiler arasından belirlenen yirmi dört adaydan on iki, ayrıca ilahiyat fakültesi öğretim üyelerinden dört kişiyi Kurul üyeliğine atanmak üzere tespit eder  (633 sayılı Kanun/mad. 5).

Beşinci fıkranın (h) bendine göre yapılacak inceleme sonunda İslam Dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı olduğu Kurul tarafından tespit edilenmeallerin, Başkanlığın yetkili ve görevli mercie müracaatı üzerine basım ve yayımının durdurulmasına, dağıtılmış olanların toplatılmasına ve imha edilmesine karar verilir. Yayının internet ortamında yapılması halinde, Başkanlığın müracaatı üzerine, yetkili ve görevli merci bu yayınla ilgili olarak erişimin engellenmesine karar verir (633 sayılı Kanun/mad. 5 - Ek fıkra: 2/7/2018 - KHK/703/141 md.).

“Âyet Bile Olsa, Akla Uymuyorsa Reddederiz” Diyen Diyanet Görevlisi Kim?

AYETLERİ RED Mİ?

Yanlış:72 Fırka ile hadis, hadisin kendisi ne kadar sağlıklı. İnsanlarla ilgili, dünya ile ilgili görüşümüzü bu hadise dayandıracaksak, mü’minleri bunun üzerinden taksim edeceksek, bu denli sahih mi, sahih olduğunu düşünürsek, verdiği mana bu denli keskin mi, doğru mu? Fırka sayısının 72 olması, sayının kendisinden ötürü mü, yoksa çokça bölünecek anlamında mı? Bu hadise bakarak gruplandırmalar yapılacak olursa, biri, işte biz bundanız, kurtuluyoruz; diğeri eyvah 72’den birine gitti, perişan oldu, denilecek. Bu yaklaşımı bırakın hadis üzerinden yapmayı:

Biz bunu ayet bile olsa aklen reddederiz (Prof. Dr. Halis Aydemir, DİYK Üyesi, Videosu internette mevcut).

Doğrusu:1. Ayetler, yüce Allah’ın kelâmıdır. O, Azîz’dir, her şeye galiptir. Kâdir-i mutlak Allah’ı hiçbir güç, acze düşüremez, O’na emir veremez, itiraz edemez. Kul, bu yüce kudret karşısında, ancak dua eder, tazarru ve niyazda bulunur. Ubûdiyyet, kulluk bunu gerektirir. O’na iman da ancak O’’nun büyüklüğünü kabul etmek ve kendi âcizliğini ikrar etmekle olur. Çünkü insanı yaratan, onu mümtaz özelliklerle donatan Allah’tır. Kendisini, yüce zâtını inkâr edenleri, hatta yanlış tanıyanları, hemen helâk etmiyor. Peygamberler göndererek büyüklüğünü ve razı olduğu yolu, sırat-ı müstakîm’i bildiriyor. Onun için Peygamber kulları, O’nun nezdinde ve Müslümanların inancında şirk, küfür ve dalâlete düşmekten korunmuş ve seçilmiş mübarek kişilerdir. Allahü teâlâ’yı kemal sıfatlarıyla tanıtan ve O’nun her türlü noksanlıktan uzak olduğunu açıklayanlar, yine onlar olmuştur. Hepsine sonsuz salât ve selâm olsun!

2. Tarihte birçok Firavun ve Nemrut tabiatlı kişiler gelmişlerdir. Allah’a inanmamışlar, peygamberin şeri’atını beğenmemişler, “bu şeri’at zamanımıza uymuyor, değiştirilmesi lazım demişler”, hatta kendilerini ilâh ilan edenler olmuş, ama yüce Allah’ın takdir ettiği ömürleri tamamlanınca bu dünyadan ayrılmak zorunda kalmışlardır. “Ben ölmem” diyememişlerdir. Bir güç, kuvvet ve sözde sahip oldukları yaratıcılığı gösteremeden hayatları sonlandırılmıştır. Fakat Müslümanların inandığı yüce Allah, zâtî ve subûtî sıfatlarıyla her şeye kâdir ve hâkim olarak vardır, ilel ebed de var olacaktır.

3. Söz konusu 72 bid’at ve dalâlet fırkalarıyla ilgili hadis, çeşitli tariklerce rivayet edilmiş ve sahihtir.

Bu konuda aklî deliller şunlardır:

a. Hadis-i şerifte beyan edilen “benim ve ashâbımın yolundan ayrılanlar”, 72 fırka olarak ortaya çıkmıştır. Hâricilik, Şia, Mu’tezile, Cebriyye, Kaderiyye, Mürcie, Müşebbihe, Mücessime gibi. Bu bir vâkı’a/olgudur. Demek ki, gerçekleşmiştir.  

b. Bu hadisi inkâr edenler, aslında hadisin sahih olduğuna şahitlik ediyorlar. Şöyle ki, bu itirazla cumhûr itikattan ayrı bir inanca sahip olduklarını ilân etmiş oluyorlar. Kendi düşüncelerine göre bunun doğru olamayacağını ve peygamberin “gayb”ı bilemeyeceğini iddia etmektedirler. Bu mantık ve inanç ise, en büyük dalâlet ve haktan ayrılmaktır. Çünkü bir peygamber, ilâhî vahyi tebliğ ve beyan için seçilmiş ve görevlendirilmiştir. O vahyin bir kısmı, gayb ile ilgilidir. Ayetle ilgili “gayb”a inanıp hadisle ilgili “gayb”a inanmamak, tamamen peygamber ile Allah arasını ayırmak (Nisâ, 150) ve nübüvveti red olur.

c. Hazret-i peygamberin, bu hadisle Müslümanlar arasında ayırım yaptığını ve onları gruplara ayırdığını ileri sürmek, ayrı bir iftira ve bühtandır. İslam, vahyîdir. Nasıl bildirilmişse, o şekilde bilinmesi ve uygulanması gerekir. 72 Fırkanın hepsi, İslam’ı en iyi ve doğru bir şekilde anlayan ve nakleden Eshâb-ı Kiram’ın yolundan “cemâat”ten ayrılmışlardır.

Ayet-i kerimelerde, Müslüman görünen Münafıkların (Nisâ, 45) kâfirlerden daha kötü ve aşağı olduğu beyan ediliyor. Şimdi bu inkârcı mantığa göre yüce Allah, Müslümanlar arasında ayırım mı yapmış oluyor? Hâşâ!

Naklî deliller:

a. Yahûdiler, 71 fırkaya, Hristiyanlar da 72 fırkaya bölündü. Ümmetim ise 73 fırkaya bölünecektir. Biri dışında hepsi (72’sinin akideleri, imanları Sahâbe-i Kirâm’ın bildirdiği İslâm’a uymadığı için) ateşte (cehennemde) olacaktır. Kurtulan cemâat, benim ve ashabımın yolundan gidenlerdir. (Tirmizi, İman,18; İbn Mâce, Fiten, 17; Ebû Dâvud, Sünne, 1)

b. İslâm âlimleri, hadiste beyan edilen 72 fırkayı, tek tek açıklamışlardır. Bunlar arasında Hâricilik, Şia, Mu’tezile, Cebriyye, Kaderiyye, Mürcie, Müşebbihe, Mücessime, Dehriyye, Muattıla, Zındıklık, Râfizîlik gibi Eshâb-ı kiram’ın yolundan ayrılan ve isimleri çok duyulan fırkalar bulunmaktadır.

c. 72 Bid’at ve dalâlet fırkalarıyla ilgili müstakil eserler yazılmıştır. Bunların en meşhurları arasında, Şehristanî’nin (ö.548/1153), el-Milel ve’n-Nihal’i; Bağdadî’nin (ö.429/1037), el-Fark beyne'l Firak’ı bulunmaktadır.

HADİSLERİN YAZILMASI

Yanlış: Hadisler, üç dört kuşaktan geçtikten sonra kitaplara geçti, bu yüzden hadislere güvenip de onlardan hüküm çıkaramayız  (Prof. Dr. Halis Aydemir, DİYK Üyesi, Videosu internette mevcut).

Doğrusu: Hadis-i şerifler, daha Peygamber efendimiz zamanında bazı kurallara bağlı olarak yazılmaya başlandı. Bu konu kısaca şöyle açıklanabilir:

1. Hazret-i Peygamber’in hadisleri yazmak isteyen herkese izin vermediği bilinmekle birlikte onun hadisleri yazmayı kesinlikle yasakladığını söylemek de mümkün değildir. Nitekim Abdullah b. Amr b. Âs gibi okuma yazma bilen genç ve dikkatli sahâbîlerle (Müsned, II, 403; İbn Kuteybe, s. 365-366) hâfızasının zayıflığından şikâyet edenlere (Tirmizî, İlim 12; Hatîb, Taḳyîdü’l-ʿilm, s. 65-68) hadisleri yazma konusunda izin vermiş, bir konuşmasının yazılıp kendisine verilmesini isteyen Yemenli Ebû Şah gibi kimselerin isteklerini de reddetmemiştir (Buhârî, Luḳata, 7, Diyât, 8). Daha sonraki yıllarda ise âyetlerin çoğunun nâzil olması, bunların yazımında gerekli titizliğin gösterilmesi, Kur’an hâfızlarının çoğalması, müslümanların ekseriyeti tarafından Kur’an üslûbunun kavranması ve artık kendi sözlerinin Kur’an’la karışması ihtimalinin veya hadisle meşgul olup Kur’an’ı ihmal etme endişesinin kalmaması üzerine hadisleri yazmak isteyenlere izin vermiştir “Tirmizî, ʿİlim 12; Dârimî, Muḳaddime 43” (DİA, Hadis mad.).

2.  Bazı sahâbîler tarafından kaleme alınan hadis sahifeleri, Asr-ı saâdet devrinin ilk yazılı belgeleridir.

Bu “sahifeler”in en meşhurları şunlardır:

Abdullah b. Amr (Dârimî, Mukaddime 42),

Sa‘d b. Ubâde (Tirmizî, Ahkâm 13),

Ali b. Ebû Tâlib (Ṣahîfetü ʿAlî b. Ebî Ṭâlib ʿan Resûlillâh, nşr. Rif‘at Fevzî Abdülmuttalib, Kahire 1406/1986),

Amr b. Hazm el-Ensârî (Nesâî, Kasâme 44-47),

Semüre b. Cündeb (İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, IV, 236-237),

Abdullah b. Abbas (Hatîb el-Bağdâdî, Takyîdü’l-ʿilm, s. 92, 102),

Câbir b. Abdullah (Tirizi, Buyûʿ 72),

Abdullah b. Ebû Evfâ (Buhârî, Cihâd 32), 

Enes b. Mâlik’e (Hatîb el-Bağdâdî, Takyîdü’l-ʿilm, s. 95-96).

Ebû Hüreyre tarafından talebesi Hemmâm b. Münebbih’e yazdırılan Ṣahîfetü Hemmâm b. Münebbih (hadisleri şerhederek Rif‘at Fevzî Abdülmuttalib yayımlamıştır, Kahire 1406/1985). (DİA, Hadis maddesi)

Hepsi için: Radıyallahü anhüm.

3. Bu durum gösteriyor ki, Hadislerin 3-4 nesil sonra kayda geçtiği iddiası, tamamen tarihî ve ilmî gerçeklere aykırı ve batınî Münafıklar ile çağımızdaki İslam düşmanı Oryantalistlerin İslam ümmetini zayıflatmaya yönelik bir iftirasıdır.

HADİSLERDEN HÜKÜM ÇIKARMA

Yanlış:  Hadislere güvenip de onlardan hüküm çıkaramayız(Prof. Dr. Halis Aydemir, DİYK Üyesi, Videosu internette mevcut).

Doğrusu: Bu ifadenin doğru tarafı şudur: Elbette hadislerden hüküm istinbatı, Müctehidlerin işidir. Ancak Hazret-i Peygamber’in nübüvvetine inanmayan ve İslam’ı reddeden Misyoner Oryantalistler ile onların iddialarını savunan kişiler, hadislerden hüküm çıkarabilmek için önce nübüvvete inanmaları, sonra Eshâb-ı Kiram’ın ve cumhur ulemanın temsil ettiği cemaate “ehl-i sünnet”e girmeleri, sonra da Mutlak Müctehid âlimlerden birinin talebesi olmaları gerekir. Bu son şart, geçekleşemeyeceğine göre, okişi, ya bir Müctehide bağlı kalarak çalışır veya münkir olarak ifsadatına devam eder. Üçüncü bir alternatif mevcut değildir.

HADİSLERİN RİVAYETİ

Yanlış: Hadisler, anlamsaldır, kişinin aklında kalan anlamlardır, lafzî değildir. Hele bunlardan itikadî hükümler çıkarmak asla doğru olmaz.

Genel manada (mütevatir, meşhur, sahih, hasen dahi olsa) hadisler, hüküm ifade etmez(Prof. Dr. Halis Aydemir, DİYK Üyesi, Videosu internette mevcut).

Doğrusu: 1. Hadislerin lâfzan ve ma’nen rivayeti, ilmî bir konudur. Usul-i hadis erbabı, eserlerinde bu konuyu misaller vererek - hangi âlimlerin ma’nen rivayeti kabul edilir veya hangilerinin kabul edilmez şeklinde - açıklamışlardır.

2. “Hadisler, anlamsal (ma’nen) rivayet edilmiştir” ifadesi, ilim ehlinin değil, sokak ehlinin bir ifadesidir ve ideolojiktir. Bunun ilmî olması, şöyle olur: Hadis Usûlü’nde hadislerin rivayet şekli ikiye ayrılmaktadır: Lâfzan ve ma’nen. Fakat bir kişi, “ben ma’nen olduğunu savunuyorum” derse, o, ilmî konuşmuş, inancını ve tarafını belli etmiş olur. Başkalarını yanıltmış olmaz. İlmî çalışmalarda tarihî süreci görmezden gelerek veya inkâr ederek, bir kişi, bir alanın uzmanı olamaz, ancak olsa olsa, kendini o alanın ideolojisine kaptırmış olur. Çünkü ideolojik bakış, şer’î hakikatı ve marifeti görmeye manidir. İdeolojik saplantı içinde olan bir kişi, nefsinin ve şeytanın emrine girmiş ve aklını devreden çıkarmıştır. Çünkü yüce Allah, herkese doğruyu bulacak bir akıl vermiştir. Vahyin emrine girmeyen bir akıl, aslında nefsin, şeytanın ve şürekâsının hizmetindedir. Onlar da hakkı değil, ideolojiye tâbiiyyeti/bağlılığı önerirler. Bu konuda ideoloji, yaklaşık, 15 asırlık İslam ilim mirasını taşıyan ve gelecek nesillere nakleden ilim erbabına su-i zanda bulunma ve onları reddetmedir. Bundan daha kötü bir saplantı ve sapkınlık olabilir mi? Bu fikrî ve ithal saplantı, bir tuzaktır, daha doğrusu, Misyoner Oryantalistlerin İslam Ülkelerindeki ilahiyatçıların önlerine koydukları İslam’ı değiştirmeye yönelik bir projedir.

3. Hadislerin kâhir ekseriyeti (tamamına yakını), lâfzan rivayet edilmiştir (bkz. Müslüman âlimlerin yazdıkları Hadis Usûlü Kitapları).

4.Genel manada (mütevatir, meşhur, sahih, hasen dahi olsa) hadisler, hüküm ifade etmez.” yargısı, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’in sünnetiyle/hadisleriyle açıkladığı İslam Şeri’atı’ını kabul etmemeyi neticelendirir. Aslında Şeri’at, imandan sonra gelir. Müslüman olmayan birinin namaz kılması, oruç tutması ve zekât vermesi farz değildir. Çünkü o kişi, önce iman etmekle sorumludur. İman edip İslam dinine girdikten sonra, farz ve haramlara muhatap olur. Hazret-i Peygamber, yüce Allah’ın Resûlü olarak İslam dininde imandan sonra emredilen namaz, zekât, hac gibi bütün rukünleri mübarek hadisleriyle açıklamıştır. Hadislerle ilgili şüphe ve güvensizlik, İslam ahkâmına kurulmuş bir sû-i kast olur. Hadise müracaat etmeden şehâdet getirilemez ve bir rek’at namaz dahi kılınamaz. Ehl-i küfür olan Oryantalistler ve bazı bâtınî Münafıklar “O, bir postacıdır” sözünü, o şanlı Resûlü teşriden soyutlamak ve ona hakaret için kullanmışlardır. O, Tebyîn görevi (Nahl, 44) gereği hüküm koyan ve iki cihan saadetini gösteren bir peygamberdir. Müslümanlar, peygamberlerine İslam Şeri’atı’nda açıklandığı şekilde iman eder ve itâatte bulunurlar.

Sonuç:  İki soru:

DİB 633 sayılı Kanun’un 5. Maddesi’nde açıkça ifade edilen “İslam Dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı olduğu Kurul tarafından tespit edilen” hüküm, acaba:

1. “Ayetleri reddetme” İslam dininin nitelikleriyle ilgili mi, değil mi?

2. Bu madde, DİYK üyelerini kapsıyor mu, kapsamıyor mu?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.