“Sünnî İslam”a Yönelik Oryantalist Küresel ve Yerel Kuşatma

A -
A +

 

Batı’da Oryantalizm merkezleri, İslam coğrafyasındaki İslamî faaliyetlerle ilgili, belli bir plan ve proje çerçevesinde hareket etme konusunda ortak karara varmışlardır. Bu karara göre:

Müslümanların akâid, fıkıh ve ahlâk birliğini sağlayan Ehl-i Sünnet yapısı hedef alınacak ve bu yapının dışında kalan, hatta karşıtı olan başta Mu’tezile olmak üzere bütün bid’at ve dalâlet fırkaları desteklenecektir. Üniversitelerde yapılacak akademik çalışmalar, Ehl-i Sünnet’in yıpratılması ve aşağılanmasına dönük olacaktır. Bir itiraz söz konusu olduğunda, bu bir bilimsel çalışma, denilecektir. Esas amaç ise, Ülkelerde Devlet’in dinî kurumlarına bu ideolojiye inanan kişiler atanacak ve bunlar vasıtasıyla Selçuklu ve Osmanlı’nın temsil ettiği Ehl-i Sünnet karşıtı kitap, makale ve fetvalar yayınlanacak, karşı çıkıldığında da, karşı çıkanlar, “devlet ve diyanet düşmanı” ilan edilecektir.

 

DÜNYADA ORYANTALİST KUŞATMA

 

İslam dünyasında ve Müslümanların yoğun olarak bulundukları toplumlarda Ehl-i Sünnet muârızlığı, yaklaşık eş zamanlı olarak ortaya çıkmıştır. 

Mısır’da C. Efganî (ö.1897) - M. Abdüh (ö. 1905) - R. Rıza (ö. 1935),

Rusya’da Musa Carullah (ö. 1949),

Hindistan’da Seyyid Ahmed Han (ö. 1898),

Pakistan’da Mirza Gulam Ahmed (ö. 1908),

İran’da Mirza Ali Muhammed (ö.1850) ve Mirza Hüseyin Ali (ö. 1892),

Arabistan’da M. İbn Abdülvehhab (ö. 1792) hareketleri birbirine bağlı ve tek merkezli hareketlerdir.

Hepsi, 1500 yıllık “cumhûr”un İslam Akâid ve Fıkıh sistemine karşıdır. Hepsi, Cumhûr-i ulema ve Osmanlı aleyhtarıdır. Hepsi, Oryantalist/Müsteşrik tabanlıdır.

Çoğu, Paris (M. Hamidullah “ö. 2002”), Londra (Fazlurrahman “ö. 1988”) ve Almanya’da (Ebu Zeyd “ö. 2010”) bulunan Müsteşriklerin fikir ve projeleriyle yetişmiştir.

Oryantalist merkezleri, İslam coğrafyasına çeşitli “dâî/vahyî İslam karşıtı” ajanlar göndererek, Selçuklu ve Osmanlı’nın temsil ettiği -Kur’an, Sünnet, İcma ve İctihad temelli- İslam Şeriatı’nı aşağılama ve değiştirme ortamını oluşturacak çalışmalar yapmışlardır. Bunlar arasında “Oryantalistlerin emir eri” durumunda olan ajanları bulunmaktadır:

 

1. Mûsa Cârullah (ö. 1949):

Rusya doğumludur. Oryantalist fikirler doğrultusunda mücadele vermiş ve aldığı talimat gereği, Japonya, Hindistan, Kahire, İstanbul gibi ülke ve şehirlerde bulunmuştur.

İddiaları:

1) Cârullah, Osmanlı akâid ve fıkhı’na dayanan Medrese Öğretimi’ni, “taklid”in yaygınlaşmasını, hadislere güven duyulmasını ve ulema baskısıyla “ictihad” serbestliğinin olmamasını eleştirmiştir.

2) Rahmet-i İlâhiyye Bürhanları adlı eserinde “âhirette dâimî azabın ilâhî rahmete uygun olmayacağını ve Allah’ın mağfiretinin herkesi kapsadığını söylemiştir (DİA, M. Cârullah mad.)”.

Hâlbuki âyet-i kerimelerde “kâfirler, sonsuz azap göreceklerdir (A’râf, 36; Tevbe, 68)” denilmesine rağmen böyle söyleyebilmiştir. Bununla açıkça Kur’an-ı Kerim’e yönelik bir muhalefet sergilemiştir. Diğer iddialarına gelince, bunlar, Modernist İslamcıların ortak görüşleridir ki, yeri geldikçe bunlara cevap verilmektedir.

Mûsa Cârullah’ın ülkemizdeki temsilcisi, “biz 40 sene FETÖ’yü anlamadık” diyen ve Diyanet’te yaklaşık 15 sene başkan ve başkan yardımcılığı yapan Mehmet Görmez’dir. Ayıca Görmez, BuhârîMüslimTirmizîEbû Dâvud ve İbn Mâce’de, “fiten/fitneler” konusunda özel kitablar/bölümler hâlinde yer alan hadislere “sorunlu” diyerek, bunlara inanmadığını bildirmiştir. Kaldı ki, bu hadislerde açıklanan bazı olay ve gerçekler -ye’cûc ve me’cûc (Kehf, 94), duhan (Duhan, 11), dâbbetü’l-arz (Neml, 82), güneş ve ayın yörüngelerinden çıkışı (Kıyame, 9) gibi- âyetlerle beyan edilmiştir.

Buna benzer bir iddia da Hayrettin Karaman ve arkadaşlarından gelmiştir:

Allahü teâlâ -Ehl-i kitap gibi- müşrik olmayan inkârcıları (kâfirleri) bağışlayabilecektir (DİB Tefsir, Nisa, 48. âyetin tefsiri).”

Hâlbuki onların kâfir oldukları çeşitli âyetlerde (Mâide, 17,72,73) beyan edilmektedir. Hak teâlâ’nın hidayet ve rahmeti, küfrü terk eden ve “Hakk”a yönelen Mü’minlerin üzerinedir. Kâfirler, yüce Allah’ı peygamberlerin bildirdiği şekilde tanımadıklarından ve O’na iman etmediklerinden O’nun düşmanı olmaktadırlar. Nasıl bir terörist, silahını bırakıp, pişman ve teslim olmadığı müddetçe, vatanına bağlı bir asker muamelesi görmezse, kâfir de hiçbir zaman mü’min muamelesi görmez ve rahmete kavuşmaz.

Oryantalist bağımlıları, İslam Şeriatı’nda açıklanmayan bir şeyi, âyetlere muhalif olarak açıklıyorlar. Bu da İslam’a göre kendileri için büyük bir vebal olmaktadır.

 

2. Seyyid Ahmed Han (ö. 1898):

Hindistan Delhi doğumludur. Aile, kendilerine “seyyid” unvanını vermiştir.

İddiaları:

1) Ahmed Han, ülkesinde İngilizlerden yana bir politika izledi ve “sör” unvanıyla taltif edildi.

2) "İslam felsefesi" doğrultusunda aklı ve determinizm’i esas aldı, mu’cize ve kerametleri inkâr etti.

3) Silahlı cihad’a karşı çıktı.

4) Peygamberin “vahy”i melek vasıtasıyla değil, üstün istidadıyla aldığını, dolayısıyla “nübüvvet”in de tamamen materyalist bir yapı içinde oluştuğunu iddia etti.

5) Kur’an’ın esas alınmasını ve hadislere güvenilemeyeceğini söyledi. Kur’an’daki bazı bilgi ve kıssaların akıl ve mantığa aykırı olduğu zehabına kapılarak, İslam’a aykırı açıklamalar yaptı. Mevcut “Tefsir, Hadis ve Fıkıh ilimleri, doğru kabul edilemez”, dedi (DİA, Ahmed Han mad.).

Ahmed Han, görüldüğü gibi, İslam’ı değiştirme, tahkir ve tezyif konusunda İngilizlerin öne sürdükleri bir proje militanı ve ajanı olmuştur. Daha o zaman tekfir edilmiş, kâfir olduğu Müslümanlara bildirilmiştir. Aleyhinde yurt içinde ve yurt dışında reddiyeler yazılmıştır (Aynı eser, aynı yer).

 

3. Mirza Gulam Ahmed Kadiyanî (ö. 1908):

Hindistan Pencap Kadiyan doğumludur.

İddiaları:

1) Silahlı cihad’a karşı çıktı. Allah’tan vahiy aldığını, mesih ve mehdi olduğunu söyledi.

2) Bir cemâat oluşturarak, adına Ahmediyye dedi.

3) İngiliz hükûmetine bağlılığını açıkça ilan ederek, Kraliçe’ye dua ettiğini bildirdi.

4) Taraftarlarının kendisine nebi ve resül demesine önceleri ses çıkarmadı, sonra bazı itirazlar gelince, mesih ve mehdi denilmesine razı oldu.

5) Cemaat üyeleri, zekât ismi altında düzenli âidata bağlandı. Cemaatin ismi değiştirilerek Kadiyanilik yapıldı.

6) Kur’an, akılcı/materyalist bir yaklaşımla İngilizceye çevrildi.

7) Kadiyanîler, ülkede önemli ve etkili mevkilere getirildi. Fakat Pakistan Parlamentosu, bu yapılanmanın dış kaynaklı ve çok tehlikeli olduğunu fark edince, 1974’te İslam dışı bir yapılanma olduğunu tescil etti ve takibe aldı. Bu durumda faaliyetler, daha çok Avrupa, Asya, Pasifik, Amerika ve kısmen Afrika misyonlarına kaydırıldı (DİA, Kadıyanilik mad.).

Gulam Ahmed ve Ahmediyye/Kadiyanî mensupları, Müslümanlar tarafından kâfir ilan edildi. Kadiyanîlik tehlikesine karşı, ülkenin birçok yerinde isyanlar baş gösterdi. Ehl-i Sünnet uleması tarafından, İslam ismi altında ortaya çıkan ve İslam’ı değiştirmeyi hedef alan bu bâtınî küfür harekâtıyla ilgili çok sayıda reddiyeler yazıldı (Aynı eser, aynı yer).

Gulam Ahmet yapılanması, Türkiye’deki FETÖ yapılanmasıyla aynı karakterdedir. Ülkemizdeki Modernistler arasında en yaygın sapkınlık cereyanı, M. İbn Abdülvehhab’ın başını çektiği ve Oryantalistlerin destek verdiği Vehhabîliktir.

 

4. Mirza Hüseyin Ali (ö. 1892):

İran doğumludur. Oğlu Abdülbahâ Abbas’tır. Mirza Hüseyin Ali, “Bahâîlik” akımının kurucusudur. Bahâîliğin tarihi, İsnâaşeriyye/Şiî fırkası içinde doğan ve gelişen Bâbîlik ile başlar. Bâbîliğin kurucusu İranlı Mirza Ali Muhammed’dir (ö.1850).

Ali Muhammed’in “Bâbîlik” İddiaları:

1) Önce kendisinin “bâb/dinî önder”, sonra da mehdî olduğunu ilan etti.

2) Hazret-i Muhammed’in nübüvveti’nin son bulduğunu ve mukaddes kitabının “Beyan” olduğunu ileri sürdü.

3) Kur’an’ın neshedildiği, emir ve yasakların kaldırıldığı ve her türlü ahlaksızlığın mubah olduğu ilan edildi.

4) Hacc merkezinin Şiraz olduğu, cenaze dışında Cemaatle namazın yasaklandığı ve 19 rakamının mukaddes olduğu açıklandı (DİA, Bahâhîlik mad.).

Ali Muhammed, 1850’de kâfir olduğu gerekçesi ve Şah’ın emriyle Tebriz’de kurşuna dizildi. Ortaya attığı iddiaların çoğunun küfür ve İslam esaslarına aykırı olduğu çok açıktır.

Bâbîlik, Mirza Hüseyin Ali ve oğlu Abdülbahâ Abbas (ö. 1921) tarafından aynı bâtıl çerçevede ve Bahâhîlik ismi altında -Bağdat, Edirne, Kıbrıs gibi- çeşitli sürgün yerlerinde devam ettirildi. Hüseyin Ali, bâtıl te’viller içeren çok kitap yazdı.

Mirza Hüseyin Ali’nin “Bahâhîlik” iddiaları:

1) İlk kitabı, Îkan, bâtıl te’villerle doludur. “Bu kitaba iman gereklidir”, dedi.

2) Kitabu’l-Akdes, hareketin temel kitabıdır. Semavî irade ile geldiğini ve bütün semavî kitapları neshettiğini ileri sürdü.

3) Peygamberlerin iki vasfı/sıfatı vardır. Birincisi beşerîdir, diğeri ilâhîdir. Bu sıfatla o bir anlamda, ilâhtır. Hazret-i Âdem’den bu yana gelip geçmiş bütün nebîler ve resûller, sadece “İlâh’ın zuhuru” olan Bahâ’yı müjdelemek için gönderilmişlerdir. 

4) Ölen herkesin kıyameti, ölümüyle birlikte kopar. Cennet ve cehennem sadece birer semboldür. İddia edildiği gibi âhiret hayatı yoktur (DİA, Bahâhîlik mad.).

Mirza Hüseyin Ali, İslam dinine alternatif bir “din” getirdiğini ileri sürdü. Kendisini peygamber ve ilâh’ın bir parçası olduğunu iddia etti. İslam dinine göre bütün bu iddiaların küfür olduğu ortadadır. Osmanlı’nın üç kıtaya yayıldığı ve hâkim olduğu bir dönemde bu küfür hareketi -Bâtınî/ikiyüzlü davranılarak- İsrail, Mısır, Avrupa ve Amerika’da taraftar bulabilmiştir. Bahâhiler de İngiliz siyasetinin yanında yer almış, hatta onlardan “şövalyelik” rütbesi kazananlar olmuştur.

 

5. Efganî-Abdüh-R.Rıza:

C. Efganî (ö.1897), İran topraklarında doğan ve Şiî kültürüyle yetişen bir Modernisttir.

1) İstanbul’da (1870) Darulfunun’da verdiği bir konferansta “Nübüvvet, sanatlardan bir sanattır” dediği, dolayısıyla Peygamberliğin vahye dayanmadığını söylediği, itirazlara ve karışıklığa sebep olduğu için sınır dışı edildi.

2) 1871’de Mısır’da İskoç mason locasına girdi, bir müddet sonra kendisi French Grand Orient’a bağlı ayrı bir mason locası kurarak birçok arkadaşını ve tanıdığını bu locaya kaydettirdi.

3) 1884’te Müsteşriklerin merkezlerinden biri olan Paris’te talebesi Abdüh (ö. 1905) ile birlikte Sünnî İslam’a karşı gizli ve yeminli bir cemiyet/kadro kurdu ve el-Urvetül’-vüska isimli gazeteyi çıkardı (DİA, Afganî mad.).

 

R. Rıza (ö. 1935):

Reşid Rıza. Menar Tefsiri’nde Bakara 2’nci ayetinin “muttekîn” lafzının tefsirinde açıkça “burada murad, sadece Mü’minler değil, buna Yahudi ve Hristiyanlar da dahildir” demektedir. Bakara 62’nci ayetin tefsirinde bu ayete atıfta bulunur. Bu tefsiri, üstadları olan C. Afganî ve M. Abdüh’ün yaptığını kaydeder. R. Rıza’nın Fıkıh âlimlerine, mezheplere ve Osmanlıya hakaretlerle dolu meşhur mezhepsizlik kitabı “Telfîk”, önce Türkçeye çevrilmiş, sonra Hayrettin Karaman tarafından sadeleştirilerek Ülkemizde DİB’nca 1974’te basılmıştır.

 

6. Hamidullah, Tancî ve Fazlurrahman:

M. Hamidullah (ö. 2002):

Hindistan doğumludur. Almanya’ya gitti. San’a, Mekke, Medine, Beyrut, Şam ve Kahire’de bulundu. 1932 yılında İstanbul’a geldi. Burada Alman Müsteşrik Hellmut Ritter ile tanıştı. Doktora sürecinde Alman Müsteşrik Paul Ernst Kahle ve Alman Asıllı İngiliz Müsteşrik Fritz Krenkow ile yakın ilişki kurdu. İslam’ı Müsteşrik/Oryantalist hocalarından öğrendi.

1951’de İstanbul’da düzenlenen 12. Milletlerarası Müsteşrikler Kongresi’ne katıldı. 1952 yılından itibaren 23 yıl boyunca belli aralıklarla İstanbul, Ankara ve Erzurum Atatürk Üniversitelerinde ders ve konferanslar verdi.

Mi’raç ruhîdir dedi, âyet ve hadislerle sabit olan Mescid-i Aksa’yı göklerde gösterdi, böylece kıblenin tahvili ile ilgili âyetleri (Bakara, 144-145) inkâr etmiş oldu. Uzak Doğu’daki bazı filozofların Peygamber olduğunu ileri sürdü ve ismet sıfatına sahip Peygamber efendimize: “Peygamber, gençliğinde puta kurban kesmiştir” dedi (İslam Peygamberi, Ankara 2003 )

 

Muhammed b. Tavît et-Tancî (ö. 1974):

Fas doğumludur. Mısır’a gitti. Orada müsteşrik Brockelmann’ı, kendine rehber edinen Modernist hadis münkiri Ahmed Emîn (ö. 1954) ve Kur’ân’ı eleştiren Tâhâ Hüseyin (ö. 1973) ile tanıştı. Onların İslâm’ı değiştirme çalışmalarına destek verdi. Sonra 1951’de İstanbul’da düzenlenen 12. Milletlerarası Müsteşrikler Kongresi’ne katıldı. Burada müsteşrik Hellmut Ritter’le görüştü.

Tancî, 1953’te Türkiye’ye geldi. Ankara İlâhiyat Fakültesi’nde dersler verdi. Bu fikrî ortamda kaderi inkâr eden Hüseyin Atay ve Kur’ân’da tarihselliğin temellerini atan Mehmet Hatipoğlu yetişti.

Fazlurrahman (ö. 1988):

Pakistan doğumludur. İngiltere’de müsteşrik hocası Simon Van den Bergh’in yanında yetişti. “İslam Felsefesi” alanında çalışma yaptı. Kur’an’ın Kitap olmadığını ve hükümlerinin o devre ait olduğunu “Kur’an’da Tarihsellik” çalışmalarıyla açıkladı. Vahiy, Kur’an, Şeri’at ve Nübüvvet hakkında bâtıl görüşleri sebebiyle ülkesinde Ehl-i Sünnet câmiası tarafından katline hüküm verildi, o da Batı’ya kaçtı.

 

ÜLKEMİZDE ORYANTALİST KUŞATMA

 

Küresel Oryantalizm, dinde ıslahat ve modernizm ismi altında 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında yaklaşık eş zamanlı olarak bütün İslam ülke ve topluluklarında Selçuklu ve Osmanlı’nın temsil ettiği İslam dini esaslarına yönelik tebdil/değiştirme, tahkir ve tezyif çalışmaları başlatarak saldırıya geçmiştir. Bu saldırı, Ülkemizde özellikle İlahiyat, İslam İlimleri, Diyanet, Diyanet Vakfı ve bazı Yayınevleri çevrelerinde yoğunlaşmıştır. Bu fikrî saldırı, dışarıdan değil, Müsteşriklerinin batılyıkıcı ve ecdat düşmanlığı propagandalarının etkisinde kalan, ecdadımızın uyguladığı İslam’a yabancı kalan, hatta ona ihanet eden ve İslam’ı değiştirmeyi hedef alan yabancıların emir erliğini üstlenen yerli kripto etki ajanları tarafından yapılmaktadır.

 

Bu ihanet, şu konu başlıkları altında toplanmaktadır:

 

Kur’an-ı Hakîm’in hükümleri, indiği döneme âittir, kıssalar semboliktir ve âyetler arasına çelişki vardır; İslam dini yanında diğer dinler de haktır; Hadisler, şâibelidir, sahih bilinenlerle dahi hüküm verilemez; İctihad, zor bir şey değildir, her doktoralı bir Müctehittir; Dört Mezheb’e bağlılık şart değildir, hüküm istinbatı herkese açıktır; Mu’tezile, aklı esas aldığı için en doğru mezheptir, Sünnîlere karşı onu kullanmalıdır; Modernistler “İslam Felsefesi” alanını esas almışlardır, onun için ilmî çalışmalarda öncelikle felsefecilere müracaat edilmelidir; Kader’e imanı Mu’tezile gibi anlamalıdır -kader, insanın iradesidir, kul, fiilinin yaratıcısıdır- Sünnî kaderi inkâr etmelidir; Eshab-ı Kiram konusunda “Şia”nın yolu izlenmeli, Muaviye ve aynı durumda olanlar, aşağılanmalı ve sevilmemelidir; Mübarek gecelerin faziletine inanmamalıdır.

 

Sonuç: Müslümanın, Müslüman bir ülkede, Müslüman bir anne babadan dünyaya gelmesi, hatta dinî bir okulda okuması ve kariyer yapması, onun Mü’min olduğunu göstermez. Mü’min, Hazret-i Peygamber’in tebliğ ettiği dinin Müctehid âlimlerce nakledildiği ve açıklandığı şekilde kabul eden, inanan ve dili ile onu ikrar eden kişi, Mü’min ve Müslüman’dır. Resûlüllah’ı her görenin ve her Ka’be’yi tavaf edenin Mü’min olmadığı gibi, Müslüman ülkelerdeki her İlahiyatçı da -zarûriyyat-ı diniyyeye inanmadığı müddetçe- Mü’min olamaz. İslam, Müctehid din âlimlerinden öğrenilir, Oryantalist Misyonerlerden değil! Bal şerbeti, tuvalet kabıyla içilmez!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.