Café de botanique

A -
A +
İstanbul’dan kısa süreliğine de olsa ayrılma düşüncemi, uzun zaman sonra, Ramazan Bayramında nihâyet gerçekleştirebildim.
Bayram kimilerince tâtil kimilerince ailesi ile birlikte olma fırsatı olarak değerlendirilir. Kalabalıktan hiç de hazzetmem fakat bayramları ‘çekirdek aile’ olarak kutlamak bana cehennem azâbı gibi gelir.
Ben de büyüklerimin ellerini öpmek, onların hayr duâlarını almak için yola düştüm. Yalnız kalmaktan korktum, bir başıma olmaktan çekindim…
Dere tepe düz gitmedim; aksine oldukça rahat bir yolculukla menzilime vardım.
Yeterince vaktim olduğu için hâtıralarımı aramak üzere şehirde dolaşmaya başladım.
Yıllar önce sokaklarında, meydanında dolaştığım şehri yeniden tanımak istedim. Son yirmi beş senedeki değişime bizzat tanık oldum.
İtiraf etmeliyim ki; geçen süre zarfında artan refah, yalnızca ekonomik güce dayalı dekorasyon zevkini geliştirmekle kalmamış. Zenginleşmekle ortaya çıkan ‘kırma kültür’ kafa karışıklığımızın en belirgin işâreti olarak orta yerde duruyor.
Şehrin meydanında son derece ince bir zevkle dekore edilen kafenin adını görmek için tabelâya baktığımda ‘Café de botanique’ yazılı olduğunu gördüm.
İstanbul’da, Ankara’da ya da İzmir’de değil…
Bolu’da…
Açıkçası büyükşehirlerde görmeye alışık olduğumuz yabancı kelime ya da isim hayranlığının Bolu gibi küçük ve şirin bir şehrimize kadar girmiş olması beni hayli üzdü. Üstelik bu az gelişmişlik göstergesi, ilk ve tek değildi.
Sanki düşündüğümüz gibi konuşmak ve yazmak istemiyoruz da lisanımızı ‘kırma’ hâle getirmek istiyoruz.
‘Chocolate Coffee House’ta kahve içilmesi ya da Bestami Gold’dan altın alınması…
Vücûda zindelik verdiği ifâde edilen ‘basic hareketler’in öneminin son derece ciddi bir şekilde televizyonda anlatılması…
Alışverişten ‘shopping’e evrilen sinsi süreç…
Türkçe karşılığı olan kelimeler yerine yabancı dilde kelime kullanmak, birilerinin ‘snobizm’ diye ifâde etmeye çalıştığı züppeliğin ta kendisi mi yoksa para kazanma hırsı mı acaba?
Milleti oluşturan temel değerler arasında yer alan ortak dil, ortak târih şûuru ve ortak ideal ya da ülkü üzerinde yeniden düşünmemiz gerekiyor. İsmâil Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte birlik!” formülünün dil ayağı yeterince aşınmış durumda. Ortak târih şûuru ve ülkü üzerinde de yeterince kavga var…
İşin ilginç tarafı sokaklarda Arapça konuşanlara gösterilen tepki her nedense tabelâlarda yer alan İngilizce ya da İngilizce-Türkçe ‘kırma’ dile karşı gösterilmiyor.
Ne dersiniz, Türkçe konusunda gerçekten samimi miyiz?
 
hasanerenulu@gmail.com
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.