İmam Matüridi’nin Bâtınî ve Gnostik Kült akımlarla mücadelesi

A -
A +
Bâtınî ve Kült inançlar gerçeğin yalnızca seçkin ve söyleneni anlayacak kişilere verilebileceği anlayışına dayanır. Bu Bâtınî ve Kült yapıları tasavvufi mistik yapılardan ayıran en önemli unsurdur. Bu yüzden Bâtınî ve Kült gruplar kapalı, tasavvufi gruplar açık toplumlardır. Halkın içinde Hak ile beraber olmak ilkesini benimseyen tasavvufi öğreti, yapısı gereği seçkinci olamaz. Bâtınî ve Kült öğretilere göre dinî bilgi öğrenilmiş, kişisel çabayla elde edilmiş, akli tefekkür yoluyla kazanılmış ya da içtihadi bir bilgi değildir. Bir tür ilham, aydınlanma ya da vehbî olarak elde edilmiş bir bilgidir. Aynı zamanda bu bilginin dışındaki tüm diğer bilgiler yalnızca bir hayal ve kuruntu olarak kabul edilir. Bununla birlikte Bâtınî ve Kült öğretilere göre bu bilgi sırdır ve adaylara derece derece verilir ve her derece için yeniden ahit yapılır; ahde vefa ise en önde gelen değerdir. Tasavvufta ise sır gizlilik, saklanması gereken ve asla dışa vurulmaması gereken bir şey değildir.               *** Toplumsal yapıda oluşturulacak büyük bir dönüşüme hazırlık için, dünyevi hayata karşı tamahkâr olmamak, bir züht hayat Bâtınî ve Kült örgütlerin en çok tercih ettikleri hayat tarzıdır. Fakat bu sizi aldatmasın, onlar Yunus Emre gibi, bir hırka bir lokma münzevi bir hayatı tercih etmezler. Bu yüzden tarihte çıkmış büyük Bâtınî ve Kült akımlar tıpkı masonik örgütler gibi ya dünyevi bir saltanatı kurmaya ya da dünyevi bir saltanatı ele geçirmeye çalışmıştır. İslam ve Hristiyan dünyada ortaya çıkan Maniheizm ya da İslam dünyasını sarsan Hasan Sabbah’ın Nizarilik hareketi bu türden örnekler arasında sayılabilir... Bu nedenle mistik bir hareket ile Bâtınî ve Kült bir hareket arasındaki en önemli fark mistik bir hareket gerçekten kalplerin fethine yönelikken, Bâtınî ve Kült bir hareket kalpleri kazanarak dünyevi iktidar alanlarını yönetmeye taliptir. Bundandır ki, Bâtınî ve Kült hareketler legal görünümlü yapıların arkasına gizli organizasyonları gömmeyi başarırlar. Bu legal yapılar yardım, eğitim, dinî öğretim vb. sivil organizasyonlardan oluşur. Legal yapılar aslında legal olmayan, seçkin örgüt yapılarının toplumdaki otoritesini ve gücünü tahkim etmenin araçlarıdır. Ya da örgütün toplumun kılcal damarlarına kadar sızması için gerekli eleman temini bu legal yapılar aracılığıyla devşirilir. Bu legal yapıların arkasında ise güçlü ve gizli organizasyonlar yer alır. Bunlar sır saklama, gizlenme, istihbarat toplama, eylem yapma konusunda eğitilmişlerdir. Bu yapıda bulunanların ayrılması asla kabul edilemez. Bu örgütün varlığı için de bir tehdit oluşturur. Bu nedenle Bâtınî ve Kült örgütler aslında bilinen mistik yapılar, züht ve insanın kemalini sağlayan ahlaki cemaatler değil, toplumu esoterik liderlik aracılığıyla kurtuluşa eriştirmeye çalışan radikal yapılardır. Bu yapıları bilinen sert radikal örgütlerden (DEAŞ gibi) ayıran özellik radikalleşme için daha yumuşak araçlar kullanmaları ve kitlelerini daha uzun hedefler için hazırlamalarıdır. Bâtınî ve Kült radikal örgütlere katılan elemanların örgütün gizli, örtük hedeflerini içselleştirip şiddete başvurması bir anda olup biten bir süreç değil aksine zamana yayılan bir süreçtir. Birey örgüte sempati duyarak, önce gönlünü kaptırır sonra zamanla örgütün fikir ve ideolojilerine ve empoze edilen grup kimliğine aklını kaptırır ve fikirde radikalleşmeye başlar. Son aşama ise örgütün dinî ideolojisine hizmet etme, gerektiğinde canını vermeyi göze alma ve suç içleyerek kanunları ihlal etmeyi meşru sayma sürecidir.               *** Maalesef 10. YY’dan itibaren İslam dünyasının karşılaştığı en büyük tehdit ne Hristiyanlık ne de Yahudilik olmuştur. Müslümanlar en fazla Batıni, Ezoterik Kült gruplar ve inançlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Bu mücadeleyi yürütenlerin başında da İmam Mâtüridî hazretleri gelir. İmam Mâtüridî’nin eserlerindeki ana muhataplara baktığımızda ilginç bir tabloyla karşılaşıyoruz. İç Muhataplar: Mu’tezile, Şia, Kerramiler, Karmâtîler, Hariciler, Cebriyye, Mücessime, Bâtınîyye ve Ehli Hadis. Dış Muhataplar: Seneviyye, Mecusiler, Menaniyye, Marsinyon, Deysâniyye, Sümeniyye, Sofistler, Dehriyye, Yahudi ve Hıristiyanlar. Bu tablonun en ilginç tarafı her iki muhatap grubun ortak kesişim kümesini Bâtınî ve Gnostik Kült inanç gruplarının oluşturmasıdır. Mâturidî Bâtinîliği her ne kadar özel bir grup ismi olarak zikretmiş olsa da aslında bölgede İsmâilîliğin etkisi altında bulunan Kerrâmî  ve Karmatîlerin hatta Şiiliğin Bâtınî inançlar içerdiğini biliyoruz. Diğer yandan, dış muhataplara baktığımızda düalizmi ifade eden Seneviyye her ne kadar gnostik gruplar için şemsiye bir kavram olarak kullanılsa da, Mecusiler, Mani dinine ait Menâniyye ve Hrıstiyanlığın bir taikatı ola  Marsinyonculuk ve Deysaniyye’de Gnostik kült inançlara sahiptir. Bu açıdan İmam Mâturidî’nin iç ve dış muhataplar arasında fikri mücadelesinin tam merkezinde Bâtınî ve Gnostik gruplar olduğunu söyleyebiliriz. Aslında o, Mu’tezileyi dışarıda bırakırsak kelami eserinin büyük kısmında Bâtınî ve Gnostik grupların iddialarına cevaplar vermiş, hatta kelami sistemini bu grupların temel iddialarının yanlışlığını gösterecek biçimde inşa etmiştir. Bu açıdan İmam Mâturidî hazretlerinin kelami sisteminin Bâtınî ve Gnostik modellerin bir alternatifi olduğunu hatta onlara karşı bir güvenlik duvarı oluşturduğunu söyleyebiliriz.               *** Bâtınî ve Kült örgütler neden bir güvenlik tehdidi olarak görülmüştür? Bunun asıl nedeni teolojik olmaktan daha çok siyasidir. İster İslam dünyasında içeriden ortaya çıkan  Bâtınî ve Kült örgütler (İsmâilik, Karmâtîlik vb) ister ise dışarıdan gelen gruplar (Maniheizm vb.) olsun hepsinin iktidara yönelik bir talepleri vardır. İktidarın ya kendi ellerinde olmalarını ya da iktidar seçkinlerinin (İktidar ailesi, bürokrasisi vb.) kendilerine bağlı olmasını talep ederler. Meselenin daha iyi anlaşılması için birkaç örnek vereyim isterseniz... 749’da Uygurların resmî dini olan Manicilik Irak’tan Orta Asya’ya kadar etkili olan bir gnostik kült inançtır. Öyle ki, Roma İmparatorluğu sınırlarından Avrupa’nın içlerine kadar yayılabilmiştir. Manicilik toplum elit kesimlerini, yönetici sınıfının çocuklarını etkilemiş, toplumun edip ve şairlerinde önemli tesirler bırakmıştır. Oldukça münzevi görünümlü misyonerleri, bulundukları toplumun elitlerine hitap edecek kadar kültürlü ve çok dilli yetişmiştir. Oluşturdukları kilise türü yapılanma ile Müslüman toplumun tüm kılcal damarlarına sızma başarısı göstermişlerdir. Yazdıkları kitapları besmele, hamdele ve salvele ile başlar ama sonra kendi gnostik ve İslam karşıtı inançlarla devam ederdi. Sözde oldukça münzevi bir hayatı savunan, et bile yemeyen Maniciler nedense toplumun soylu kesimleri ile ilgilenmeye öncelik verirler. İnsanlara sürekli korku kültürü pompalarken, dünyanın iyilikle kötülük arasında bir savaş alanı olduğunu söylerken soylularla, krallarla ilgilenmekten vazgeçmezler. Onun misyoner tarihini gösteren bir belgede şöyle denir: “O birçok kralı, yöneticiyi, asili, aristokratı, kraliçeyi, prens ve prensesi papaz olarak atamıştı.” Ne kadar ilginç değil mi, dünyanın ve maddi olanın kötü ve insan ruhuna zarar verdiğini söylen bir inanç, soyluları ve kralları kendi müridi yapıyor. Çünkü tarih boyunca tüm gnostik kült gruplar halkı kötülükle, dünyanın sonunun geldiğini, kıyametin yakında kopacağı ile korkuturken, iktidarı soylular eliyle yönetmenin çok kolay olduğunu öğrenmişlerdir. Ve hemen hemen tümü bunu yaparken topluma mitoloji ve efsane ile dolu bir inanç anlatmayı tercih etmiştir.               *** Peki Romayı yaklaşık 300 yıl meşgul eden Manicilik ve Gnostik akımlar Müslüman dünyada nasıl oldu da 150 yılda etkisini kaybetti ya da sönükleşti. Sanırım bunun en önemli nedeni Hanefi-Mâtüridilik başta olmak üzere Ehl-i Sünnet'in bir teolojik güvenlik duvarı oluşturması ve toplumsal merkezi doldurmasıdır. Ünlü Mâtüridî âlim Eb­û’l-Mu’în en-Nesefî’nin şu tespitleri oldukça önemlidir: "Merv, Belh ve diğer bütün Mâverâünnehir ve Horasan bölgesinde yaşayıp, usul ve furu’ konusunda Ebû Hanife’nin yoluna uyup, i’tizal görüşünden uzak duranlar ilk dönemlerden beri bu mezhebe bağlıydılar. Semerkant’ta yaşayan usul ve furu’ ilmini birleştiren ve dini muhafaza eden âlimlerimize gelince, bunların ilimlerindeki derinlik, kelam ilmi konusundaki yetkinlikleri, dinî duyarlılıkları ve bid’at fırkalarına karşı sert tutumları vesilesiyle cenâb-ı Allah bu ülkeleri tüm bid’atçıların kötülüklerinden temizledi..."               *** Sonuç olarak İslam dünyasında yayılma gösteren gnostik akımların ağır yenilgiye uğramaları yalnızca iktidarların onlara karşı aldıkları askerî ve idari tedbirlerle izah edilemez. Bu yenilginin asıl sebebi kültüreldir. Nitekim İslamiyetin; rasyonel olduğu kadar hayata karşı da olumlu yaklaşan bir din olması, fikrî ve ideolojik bünyelerinde bu niteliklere sahip olmayan Gnostik ve Kült akımlar için asıl ölümcül darbeyi vuran temel etken olmuştur. Matematik bilimlerine önem veren, fizik âlemini bilimsel olarak açıklamaya çalışan, bilgi üreten, edebî bir zevke sahip bu yeni kültür, özellikle münevver çevrelerin zihin dünyalarına hitap edebilmişti ki bu Gnostik akımlarda olmayan bir şeydi. Hem akla hem de edebi zevklere hitap ederek toplumsal bir ortak aklın inşası başarılmıştı ki kuşkusuz bu başarıda kelamcıların rolü azımsanamayacak kadar önemli bir etkiye sahipti. Bugün aslında fark etmediğimiz şey, Bâtınî ve Kült gruplarla sadece polisî tedbirler ve kaba saldırılarla baş edemeyeceğimizdir. Aslında yapmamız gereken topluma, gençlere, eli kalem tutan kesimlere hayatı anlamlı kılacak ve açıklayabilecek bir kültür ve inanç dünyası inşa edebilmektir. Bırakılan toplumsal boşluk her zaman marjinal gruplarca doldurulur.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.