Eylül ayında patlak veren küresel ekonomik kriz tüm uluslararası ilişkiler gündemini altüst etmiş durumda. Yaz sonu yaşanan Gürcistan krizi, NATO ile Rusya Federasyonu arasındaki ilişkilerin Soğuk Savaş yıllarını hatırlatırcasına gerginleşmesi hatta ABD Başkanlık seçimi gibi konular, yaşanmakta olan ekonomik çalkantı tarafından gölgelenmekte. Yine de üç konu uluslararası gündemde üst sıralardaki yerini muhafaza ediyor: Irak'ın geleceği, Afganistan'daki durum ve İran'ın nükleer programı... Peki, yıllar yılı gündemde her zaman öncelikli bir yer işgal eden Orta Doğu Barış Süreci'ne ne oldu? Neden, ne sorunun tarafları, ne ABD, ne de AB, Filistin ile İsrail arasındaki barışın ne zaman sağlanacağıyla ilgilenmiyor? İÇ SAVAŞ HAVASI HAKİM Son 60 yılın anlaşmazlıklarını ortadan kaldırmayı hedefleyen Orta Doğu Barış Süreci'nin bugünlerde unutulmasının üç temel sebebi var: Birincisi, Yaser Arafat'ın ölümünden sonra Filistin Devlet Başkanlığı koltuğuna oturan Mahmut Abbas'ın, geçen süre zarfında tüm Filistinlilerin lideri olamaması. Filistin halkı son 4 yılda, tarihinde hiç olmadığı kadar parçalanmış durumda. Bilhassa HAMAS'ın önde bitirdiği ve hükümet kurmayı hak ettiği parlamento seçimlerinden sonra hızlanan bu bölünme ülkeyi önü alınmayan bir iç savaşa sürükledi. Bugün Gazze Şeridi'ne "Hamasistan" deniliyor. Batı Şeria ile Gazze, sanki iki farklı devletmiş gibi birbirlerinden tamamen ayrılmış durumdalar. Bu durumda, bu iki "devlet", tek bir "devlet" olmalarını sağlayacak güçlü tutumu İsraillilere karşı elbette sergileyemiyorlar. İkincisi, Filistinliler gibi İsrailliler de bölünmüş durumdalar. Tabii, önemli bir farkla: İsrailliler birbirlerini öldürmüyorlar. 2006'daki Lübnan savaşından sonra patlak veren siyasi kaos halen giderilebilmiş değil. Barış adına kendisine büyük umutlar bağlanan Kadima lideri Ehud Olmert'in yolsuzluk iddialarından dolayı Başbakanlıktan ayrılmasının ardından hükümeti kurmakla görevlendirilen Dışişleri Bakanı ve eski bir MOSSAD ajanı Bayan Tzipi Livni bunda başarılı olamayınca İsrail'de erken genel seçim kararı alındı. Son anketlere göre, Arafat yaşarken ona hayatı zindan eden, sertlik yanlısı eski Başbakan Binyamin Netanyahu'nun lideri olduğu LİKUD cephesinin seçimlerden birinci parti olarak çıkma ihtimali yüksek. Ama tek başına hükümet kurabilecek Knesset çoğunluğuna ulaşması beklenmiyor. Daha önce olduğu gibi, yeni İsrail hükümeti de, iki üç sandalyeli küçük partileri de içeren bir koalisyon olacak. Böyle bir ortamda, yeni hükümet kurulmadan ve koalisyonda ortaya çıkacak dengeler tam belirginleşmeden İsrail'in Annapolis'te alınan kararlar çerçevesinde ileri doğru bir adım atması mümkün değil. Üçüncüsü, sekiz yıllık Bush iktidarının hitama erişinden sonra, hem Filistin hem de İsrail tarafları, Barack Obama'nın Orata Doğu'ya nasıl yaklaşacağını bekleyip görmek istiyorlar. Bill Clinton başkanlık koltuğunda otururken, Filistin ile İsrail arasında bir nihai statü antlaşması yapılabilmesi için Demokrat yöneticilerin yürütmüş olduğu başarılı ama -biraz da Arafat yüzünden-sonuçsuz diplomasiyi hatırlayan Filistinliler, Demokrat bir iktidar döneminin yeniden başlayacak olmasından umutlular. Üstelik, eski Başkan'ın eşi Hillary Clinton'ın Dışişleri Bakanı olmasına da çok sevinmiş görünüyorlar. Vakıa ABD başkanları ilk görev dönemlerinde, Musevi lobisini kızdırabilecek adımlar atmaktan hassasiyetle imtina ederler. Dolayısıyla, Filistinlilerin, Obama'nın kendi kayıplarını giderecek radikal adımlar atmasını beklemesi son derece beyhude. KISA VADEDE BARIŞ OLMAZ Sürecin gündem dışı kalmasına sebep olan bu üç ana faktör, kısa vadede bölgeye barış gelmesinin mümkün olmadığını ortaya koyuyor. Hâlbuki ne Irak, ne Afganistan, ne de İran konusu Filistin-İsrail anlaşmazlığının çözülmesinden daha önemli. Unutmamalıyız ki, Orta Doğu'da pek çok sorunun çekirdeğini ve/veya meşrulaştırma dayanağını bu anlaşmazlık oluşturuyor. Bu sorun Filistinlileri ve genel olarak Arapları tatmin eder bir şekilde çözülmediği sürece, Orta Doğu'daki diğer sorunların halledilmesi için gerekli altyapının sağlıklı olarak kurulması söz konusu olamaz. Geçen haftaki "Diplomatik Muhakeme"de önerdiğimiz, Türkiye'nin girişimiyle oluşturulabilecek bir Orta Doğu Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın olmazsa olmaz önşartlarından biri Filistin devletinin bağımsızlığını garanti edecek biçimde Orta Doğu Barış Süreci'nin başarıya ulaşabilmesidir; tabii yeniden başlayabilirse! Acaba, Orta Doğu'nun Kissinger'i olmaya niyetlenen birileri bu işi hızlandıracak "ritmik adımlar" atabilir mi? BİLMEDİKLERİMİZ Kadima Partisi Başkanı Tzipona (Tzipi) Livni ve LİKUD Cephesi Lideri Binyamin (Bibi) Netanyahu'nun Orta Doğu Barış Süreci Üzerine Görüşleri: 17 Eylül 2008 tarihi itibarıyla İsrail'in merkez sağ partilerinden biri olan Kadima'nın başkanlık koltuğuna oturan Livni, aynı zamanda Başbakan Yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı görevlerini yürütmektedir. Başkanlık koltuğuna oturduğu tarihte kendisine yeni bir koalisyon hükümeti kurma yetkisi verilen Livni, hükümet kurma çabalarının başarısızlıkla sonuçlanması nedeniyle 10 Şubat 2009'da erken genel seçime gidileceğini açıklamıştır. Annapolis Zirvesi mimarlarından sayılan Livni Orta Doğu Barış Sürecine ilişkin olarak görüşmelerin anılan zirve sonucunda ortaya çıkan plan çerçevesinde devam etmesi gerektiği ve ABD'nin bölgedeki çıkarlarıyla da örtüşen İsrail ulusal ve güvenlik çıkarları doğrultusunda hareket edilmesi görüşündedir. Likud Partisi Başkanı ve Başbakan Binyamin Netanyahu ise Annapolis süreci ve pazarlıklarının yanlış olduğunu ve kesin barış için erken olduğunu savunmaktadır. ABD'nin etkin katılımına alternatif olarak Netanyahu, Filistinlilerle görüşmelere devam edilmesi ve öncelikle ekonomik barışın sağlanması için Filistin ekonomisinin güçlendirilmesi gerekliliğini vurgulamaktadır. ORTA DOĞU BARIŞ SÜRECİ KRONOLOJİSİ İÇİN TIKLAYIN