60. YILINDA NATO

A -
A +
Obama, NATO'nun 60. yıl zirvesinde önemli bir açılım başlatmazsa; mevcut ittifak, pusulasını kaybetmiş gemi gibi operasyonlar düzenlemeye ve gerçek hedeflerinden uzaklaşmaya devam edecek Bu yıl Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün (NATO) kuruluşunun 60. yıl dönümü. Soğuk Savaş'ın yavaş yavaş tüm dünyayı etkisi altına almaya başladığı bir dönemde, ABD'nin Kanada ve 9 Avrupa ülkesiyle bir araya gelmesiyle 1949'da kurulan NATO, o günden beri dünyanın en etkin güvenlik örgütü olarak varlığını sürdürüyor. Esas olarak "komünist tehdidini" bertaraf etmek maksadıyla bir Soğuk Savaş kurumu olarak oluşturulan NATO'nun Soğuk Savaş sonrası küresel ortama intibak etmesi kolay olmadı. 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla Soğuk Savaş'ın sona erişini takibe önce bir bocalama evresi geçiren NATO ancak 1990'ların sonuna doğru kendisini toparlayabildi. Söz konusu bocalamanın en önemli sebebi, NATO'nun Sovyetler Birliği'nin düşman olduğu varsayımıyla kurulmuş olmasıydı. Scorpions'un "wind of change"'i (değişim rüzgârları) çaldığı yıllardı: "Mosova'ya, Gorki Parkı'na doğru uçtum. / Bir ağustos yazı akşamı değişim rüzgârlarını dinledim. / Askerler geçiyordu önümden. / Değişim rüzgârlarını dinledim." Aslında rüzgâr değil tufandı tüm dünyanın dinlediği. Önce "duvar" peşi sıra da Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı yıkılmışlardı. İkinci savaşı takiben geçen yarım yüzyıl boyunca herkesin alıştığı ezber bozulmuştu. Yepyeni bir dünya kurulmaktaydı. Peki, düşman tarihe gömüldüğüne göre artık NATO gibi bir örgüte ihtiyaç var mıydı? Avrupalı müttefikler arasında, kıtanın kendi güvenliğini artık NATO'suz da sağlayabileceği yönünde görüşler su yüzüne çıkmaya başlamış olsa da, Batı dünyası içinde son sözü, her zaman olduğu gibi, Washington söyledi: NATO ortadan kaldırılmayacaktı. Yeni dönemin ihtiyaçlarına göre biçim değiştirecek, yeni üyeler kabul edecek, yeni politikalar oluşturacak, faaliyet alanını genişletecek ve transatlantik güvenliğinin korunmasına hizmet etmeye devam edecekti. Elbette, ABD'nin arzusu transatlantik güvenliğinin muhafazasından ziyade, Avrupa-Atlantik bölgesinde NATO üzerinden kurgulamış olduğu hâkimiyeti kaybetmemekti. Yarım yüzyıl boyunca NATO'yu son derece müessir bir araç olarak bu alanda kullanmıştı. Soğuk Savaş sonrası dönemde kabuğuna çekilmeyeceğine, bilakis, rakipsiz kaldığı küresel güç mücadelesinde tek başına hegemonyasını ilan edeceğine göre, NATO gibi güçlü bir siyaset aracını neden kaybedecekti ki? Nitekim uluslararası gelişmeler tam da ABD'nin istediği bir ortamı var etti. Kafkaslar ve Balkanlarda yaşanan etnik ve dinsel çatışmalar, terörizmin çehre ve yöntem değiştirmesi, kitle imha silahlarının hızla yayılmaya başlaması, örgütlü suç şebekelerinin eylemlerini mahalle seviyesinden kıta seviyesine taşımaları vb. gelişmelerin peş peşe gelişi ABD'nin yönlendirmesiyle NATO'nun da dönüşümünü hızlandırdı. 1991'deki stratejik konsept belgesini, 1999'da İttifak'ın 50. yılında -ve devletler hukuku açısından tartışmalı Kosova Harekâtının hemen ardından- ilan edilen Yeni Stratejik Konsept izledi. NATO artık kendisini sadece üyelerini açık bir silahlı tecavüze karşı koruyan bir savunma ittifakı olarak tanımlamıyor, transatlantik alanın güvenlik ve istikrarının sigortası olarak konumlandırıyordu. YENİDEN YAPILANDIRILDI Şüphesiz yeni tehditlerle mücadele yeni yöntemler gerektiriyordu. NATO komutanlıkları baştan aşağıya yeniden yapılandırıldı, acil müdahale güçleri kuruldu, Rusya Federasyonu, BM, AGİT ve AB ile yeni iş birliği mekanizmaları oluşturuldu. 1999 ve 2004'te eski doğu bloku ülkelerini bünyesine katan NATO üye sayısını 26'ya çıkardı. Nisan 2009'da yapılacak Strasburg/Kehl zirvesiyle bu sayı 28'e çıkacak. Ayrıca NATO, Bosna, Kosova, Makedonya, Afganistan ve Darfur'da operasyonlar düzenledi. Akdeniz'de terörizme karşı Aktif Girişim harekâtını yürüttü; korsanlıkla mücadele için Aden Körfezine ve Somali açıklarına savaş gemileri gönderdi. Bütün bu gelişmeler yaşanırken NATO çevrelerinde şu haklı sorular sorulmaya başladı: NATO'nun görev alanı Avrupa ve Atlantik coğrafyası ise, Afganistan'da, Sudan'da, Somali'de ne işimiz var? 1949'da imzalandıktan sonra -Türkiye ve Yunanistan'ın katılımı sırasında yapılan küçük eklemeler hariç- hiç değiştirilmeyen Kuzey Atlantik Antlaşması, İttifak'ın bugünkü faaliyetlerine ne ölçüde hukuksal bir zemin sunuyor? Bu antlaşmanın değiştirilmesinin zamanı gelmedi mi? Acaba NATO, yeni katılımlar ve yeni bir sorumluluk tarifiyle, küresel bir güvenlik örgütüne mi dönüştürülmeli? Yukarıdakiler ve benzeri sorular 30-31 Ocak 2009 tarihlerinde, Türk-Atlantik Konseyi tarafından düzenlenen ve çok sayıda yerli ve yabancı üst düzey yetkilinin katıldığı 17. Antalya Güvenlik ve İşbirliği Konferansı'nda da soruldu. Katılımcıların birleştiği nokta, NATO'nun dönüşümünü henüz tamamlamadığı yönündeydi. Dönüşümün ancak yeni dönemin tehditlerinin tabiatı tam olarak ortaya çıktığında ve mevcut sis perdesi aralandığında tamamlanabileceği ifade edildi. Hâlbuki dönüşümün bir türlü tamamlanamamasının ve NATO'nun 1999 Stratejik Konseptinden sonra nisan ayında yeni bir stratejik konsepti daha yürürlüğe sokmaya hazırlanmasının en önemli sebebi, NATO ülkelerinin Berlin Duvarı'nın yıkılışından 20 yıl sonra bile hâlâ bu örgütün geleceğine ilişkin net bir karara ulaşamamış olmaları. Evet tüm üyeler İttifak'ın devamından yana. Ama Afganistan'da ne kadar kalınacağını, Irak silahlı kuvvetlerinin ne kadar süre daha eğitileceğini, Rusya'nın Gürcistan ve Ukrayna'nın NATO üyeliklerini engelleyici tutumunun nasıl aşılacağını sormaya görün. 27 üyeden 27 farklı ses çıkıyor. Muhtemelen Barack Obama NATO'nun 60. yıl zirvesinde İttifak'ın geleceğine damgasını vuracak önemli bir açılım başlatarak, İttifak'ın küresel güvenlik örgütü olması yönündeki beklentileri güçlendirecek. Aksi takdirde, 20 yıldır kendisini yeni döneme uydurmaya çalışan NATO pusulasını kaybetmiş gemi gibi, bir o yana, bir bu yana operasyonlar düzenlemeye ve gerçek hedeflerinden uzaklaşmaya devam edecek. Bilmediklerimiz NATO Stratejileri NATO kurulduğu andan itibaren savunma politikalarını "NATO Stratejisi" adı verilen başlıklar altında toplamıştır. Bazı araştırmacılar tarafından Soğuk Savaş'ın başlangıç nedeni olarak da kabul edilen Kuzey Atlantik Örgütü, 1952'de Lizbon'da "Sınırlı Savaş" yaklaşımını benimseyerek Sovyetler Birliği karşısında hızla asker sayısının artırılması ve askeri sayısal dengenin sağlanmasını hedeflemekteydi. Ancak çok fazla asker beslemenin maliyeti ve Sovyetlerin hızla atom silahları kapasitesini geliştirmesiyle 22 Kasım 1954'te Sovyetler Birliği'ne nükleer silahlarla karşılık verilmesini öngören "Kitlesel Karşılık Stratejisi" benimsendi. SSCB'nin etkin nükleer silahlar ve füzeler geliştirmesi ve nükleer bir savaşın tüm taraflar açısından yıkıcı olacağı gerçeği tehlikesi karşısında "Esnek Karşılık Stratejisi" geliştirildi ve bir saldırı karşısında denetimli bir tırmanma politikası izlenmesi öngörüldü. Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından NATO'nun varlığı tartışıldığı bir dönemde Ekim 1991'de "Yeni Stratejik Konsept" kabul edildi. Buna göre Örgütün tek varoluş nedeninin toplu savunma olmadığı, üye ülkeleri etkileyen her türlü krizin yönetimiyle de ilgilendiği belirtiliyordu. 1999 "Yeni Stratejik Konsept"i ile de üye ülkeleri tehdit eden etnik ve dinsel, bölgesel çatışmalar, terörizm, insan hakları ihlalleri gibi konular NATO'nun yeni görev alanı olarak belirlendi. NATO (Kuzey Atlantik Örgütü) Kronolojisi için tıklayın
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.