DIŞ POLİTİKAMIZIN İSTİKAMETİ

A -
A +
DIŞ POLİTİKAMIZIN İSTİKAMETİ Türk dış politikası hakkında dönemsel olarak gündeme getirilen bir iddia Türkiye'nin Batı'dan uzaklaştığı ve Doğu'ya yöneldiğidir. Ne zaman Rusya'ya, Orta Doğu ya da Afrika ülkelerinden birine üst düzey bir ziyaret yapılsa, yahut bu ülkelerden bir konuk ağırlansa derhal o malum tantana başlar: "Türkiye AB'den vazgeçti", "Kendisine yeni alternatifler arıyor", "Yakında İran'a döneceğiz". Bu sözleri söyleyenler üç kısımdır. Birincisi, siyasi muhalefettir. Hangi hükümet döneminde olursa olsun, dış politika gibi teknik ve kendine özgü bir yapısı olan bir alanda derinlemesine kafa yorup fikir üretmek yerine siyasi parti liderlerinin çoğunun yaptığı şey sloganlara sığınmaktır. Bu sloganlardan duymaya en fazla alıştığımız ise Türkiye'nin Batı'dan saptığıdır. İDEOLOJİNİN ESİRLERİ İkinci kısım, Soğuk Savaş döneminde eğitim almış, ideolojilerin esiri olmuş, meslek hayatının bir bölümünü bu dönemde sürdürmüş, Soğuk Savaş'ın sona ermesinin üzerinden neredeyse 20 yıl geçmiş olmasına rağmen dünyayı hâlâ Doğu-Batı ekseninde analiz etme alışkanlıklarından kurtulamamış akademisyenler ve emekli bürokratlardır. İdeolojiler bu kişilerin zihin dünyasına öylesine hakim olmuştur ki, artık kendileri için saplantı haline gelen basmakalıp dar çerçevelerin dışında bir dünyanın varlığını tahayyül etmeyi dahi istemezler. Yenilik ve değişimin adı bile onları ürkütür. Ezberledikleri ve tek doğru kabul ettikleri modası geçmiş analiz yöntemlerini, her dönemi izaha muktedir sihirli reçetelermiş gibi kullanmaya devam ederler. Bunların bariz bir yanılgısı, dünyadaki her ülke veya bölgeyi etiketleme alışkanlığıdır: "Orta Doğu bataklıktır", "Afrika geri kalmış kabileler kıtasıdır", "Rusya tehdittir", "Orta Asya Rusya'nın uydusudur", "ABD dosttur", "İsrail vazgeçilmezdir" vs. GÖREVLİ 'UZMANLAR' Üçüncü kısım, Türkiye'nin dış politikada bağımlılıktan kurtulup, kendi ulusal çıkarları doğrultusunda adımlar atmasından çok da hoşnut olmayan, Türkiye'nin bölgesel bir güç olma çabalarını kendileri için büyük bir tehdit olarak algılayan diğer devletlerdir. Genellikle ABD ve Avrupa ülkelerindeki düşünce kuruluşlarında (think tank) yüksek maaşlarla istihdam edilen Türkiye kökenli "uzmanlar" üzerinden Türkiye'nin bölgesinde etkin olmak için yaptığı açılımları büyük hatalar olarak lanse ederler. Bu düşünce kuruluşlarının Türkiye kökenli "uzmanlarını" yaşadıkları ülkelerde kimse tanımaz, kimse dikkate almaz. Zaten maksat ABD veya Avrupa kamuoylarını Türkiye hakkında bilgilendirmek değildir. Bu "uzmanlar" Türkiye'deki kamuoyunu etkilemek ve onun üzerinden Türk dış politikasının oluşumunu yönlendirmek için çalıştırılırlar. İşin ilginci, yaşadıkları ülkede kimsenin ciddiye almadığı bu kişiler, Türkiye'de bazı çevrelerce el üstünde tutulur. Hiçbir akademik derinliği olmayan görüşleri, yukarıda bahsettiğim ilk iki kısım tarafından dillere dolanır. Bu üç kısma mensup zevatın başlarını kumdan çıkarmadıkları için anlamadıkları ya da maksatlarının gereği olarak anlamak istemedikleri şey Türkiye gibi bir ülkenin, hele dünyanın iktisadi ve siyasi yapısının baştan aşağıya yeniden şekillenmekte olduğu bir dönemde tek yönlü bir dış politika izlemesinin mümkün olmadığıdır. KÖPRÜ DEĞİL ANA TERMİNAL Türkiye tek başına ne bir Batı, ne de bir Doğu ülkesidir. Tek başına ne Avrupalı, ne de Asyalıdır. Dünyada çok az ülkeye nasip olan bir özellik Türk dış politikasının oluşturulup, yürütülmesinde namütenahi bir çeşitlilik imkanı sunmaktadır: Türkiye hem Avrupa, hem Asya, hem Karadeniz, hem Akdeniz, hem Balkan, hem Orta Doğu ülkesidir. Türkiye, Doğu ile Batı arasında, kimliksiz, kişiliksiz, sadece üzerinden geçenlere hizmet sunan bir köprü değildir. Bu köprü metaforu bizatihi Türk dış politikasını alternatifsizlik batağına sokmak için geliştirilmiş ve maalesef geniş siyasi ve bürokratik kesimlerce benimsenmiştir. Türkiye, çevresindeki tüm bölgeleri birbirine bağlayan ana terminaldir. Bu terminalden her yere gidilir, bu terminale her yerden gelinir. Gerek coğrafi konumu gerek imparatorluk bakiyesi sebebiyle, bünyesinde, etrafındaki bölgelerden özellikler taşıyan Türkiye, bu niteliğiyle yukarıda saydığım tüm bölgelerin uluslararası ilişkilerinin müşterek vazgeçilmez ögesidir. AB BİR ARAÇTIR Türkiye'nin Tanzimat'tan -hatta Lale Devri'nden- beri yüzünü Batı'ya çevirdiği doğrudur. Ama yanlış olan Batı'yı nihai amaç olarak görmektir. Halbuki, Türk dış politikasının nihai amacı Türkiye'nin muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmasını sağlayacak yolları açmaktır. Bu hedefe ulaşmak için Türkiye'yi yönetenlerin her türlü aracı kullanmasından daha tabii ne olabilir? Bu çerçevede AB üyeliği de bir araçtır, Ekonomik İşbirliği Örgütü kapsamında geliştirilen ilişkiler de. Karadeniz Ekonomik İşbirliği de bir araçtır, Afrika ve Orta Doğu açılımları da. Bunların hiçbiri, birbirine alternatif değildir. Türkiye, AB yolu tıkandığı için Orta Asya'ya, ya da ABD ile ilişkileri gerginleştiği için Rusya'ya dönmez. Hepsiyle ayrı ayrı, zenginleştirilmiş, çok yönlü ilişkiler kurması tüm bu alanlarda Türkiye'nin daha etkin olması sonucunu verir. Bu, bir yerdeki başarının, diğer yerleri de etkilediği bütüncül bir süreçtir. Türkiye'nin Orta Doğu'daki prestiji AB üyelik süreci sayesinde artmış ama diğer taraftan Orta Doğu'da etkinlik kazanması da AB ülkeleri nezdindeki dikkate alınırlığını yükseltmiştir. Türk dış politikasının istikameti ne Doğu'dur, ne de Batı. İstikamet muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak, Türk insanına daha huzurlu, daha müreffeh bir gelecek inşa etmektir. Ülkeyi bu istikamette salimen ilerletecek her türlü aracı en etkili biçimde kullanmak da tüm hükümetlerin sadece görevi değil ama aynı zamanda mecburiyetidir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.