STRATEJİK İTTİFAK DEĞİL, İŞ BİRLİĞİ

A -
A +
STRATEJİK İTTİFAK DEĞİL, İŞ BİRLİĞİ İki ülke arasında Stratejik İttifaktan söz edilebilmesi için en az dört unsurun varlığı gerekir; İleri teknoloji transferi, Serbest Ticaret Anlaşması, komuoyu birlikteliği ve gelişmelere karşı ortak bakış açısı... Bu dört unsurun da Türk-Amerikan ilişkilerinde var olduğundan söz edemeyiz. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın Türkiye ziyareti Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğinin ne yönde gelişeceği konusunu bir kez daha gündeme getirdi. Önce dört maddelik bir durum tespiti yaparak başlayalım: 1-Türk-Amerikan ilişkileri, yaklaşık yarım yüzyıl devam eden Soğuk Savaş esnasında oluşan askerî iş birliği temelli stratejik alışkanlıktan hâlâ kurtulamamıştır. Bilhassa Türkiye'nin Turgut Özal döneminden itibaren askerî boyutun yanına güçlü bir ekonomik-ticari boyut ekleme girişimleri maalesef ABD tarafında olumlu karşılık bulamamıştır. 2-Soğuk Savaş sırasında olduğu gibi, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra da ABD'nin bölgesel hedefleri gözönüne alındığında Türkiye "vazgeçilmesi çok zor" bir ülkedir. 3-Gerek askerî bağımlılık, gerek ekonomik zorunluluklar sebebiyle ABD de Türkiye için "vazgeçilmesi çok zor" bir ülkedir. 4-Türkiye ile ABD arasında ne eskiden ne de bugün bir Stratejik İttifak ilişkisi vardır. Var olan ilişki, bölgesel konularda yakın iş birliğini amaçlayan Stratejik Ortaklıktır. ASIL DOST İNGİLTERE VE İSRAİL Şimdi sonuncusundan başlayarak bu durum tespiti üzerinden tahlilimizi yapalım... Evet, Türkiye ile ABD arasında bir Stratejik İttifak yoktur. Çünkü iki ülke arasında Stratejik İttifaktan söz edilebilmesi için en az dört unsurun varlığı gerekir. Her şeyden önce, bu iki ülke arasında, hiçbir üçüncü ülkeyle olmayan derecede yüksek bir askerî iş birliği olması gerekir. Söz konusu iş birliği ileri teknoloji transferini de ihtiva etmelidir. İkincisi, bu iki ülke arasında, yine hiçbir üçüncü ülkeyle olmayan derecede yüksek bir ekonomik iş birliği olmalıdır. Bu bağlamda en önemli konu, iki ülke arasında Serbest Ticaret Anlaşması Alanı'nın tesis edilebilmesidir. Üçüncüsü, her iki ülke kamuoylarının birbirlerine karşı olumsuz hissiyat beslememeleri, yasama organlarının birbirlerini hedef alan kararlar çıkarma peşinde koşmamaları gerekir. Son olarak, her iki ülkenin küresel ve bölgesel gelişmeler karşısında birbirleriyle çok büyük ölçüde örtüşen bakış açılarına sahip olmaları gerekir. Bu dört unsurun da Türk-Amerikan ilişkilerinde var olduğundan söz edemeyiz. ABD'nin gerçek anlamda sadece iki Stratejik Müttefiki vardır: İngiltere ve İsrail. Gelelim karşılıklı olarak bu iki ülkenin birbirlerinden vazgeçmelerinin neden çok zor olduğuna. ABD açısından bunun en önemli sebebi, Soğuk Savaş sonrasında küresel hegemonya tesis etmeye çalışırken güçlü bölgesel ortaklara duyduğu ihtiyacın devam etmesidir. Ünlü Amerikalı tarihçi Paul Kennedy, 1990'ların başında Foreign Affairs'te yazdığı "Pivot Devletler" makalesinde, Türkiye'yi de Balkanlar, Kafkasya-Orta Asya ve Orta Doğu'daki Amerikan çıkarlarının sağlanmasında mutlaka iş birliği yapılması gereken bir "pivot" ülke olarak saymıştı. Bazı Amerikalı yazarlar bu kavramı, "eksen ülke" olarak kullandılar. Bazıları ise "taşeron ülke" tabirini tercih ettiler. Kullanılan tabir ne olursa olsun, bütün ekonomik ve askerî gücüne rağmen, tek başına küresel siyaset izlemekte zorlanan ABD'nin gerçekten de son 20 yıldır bölgesel güç merkezleriyle yakın iş birliğini geliştirme çabasında olduğu açıktır. Türkiye de bunlardan biridir. TÜRKİYE'NİN KÜRESEL STRATEJİSİ Türkiye içinse, lafı hiç uzatmadan söyleyelim, küresel liderle yakın ilişki içinde olmak ulusal çıkarları sağlamanın bir aracı olarak görülmektedir. Bu noktada göze çarpan bir sorun, küresel bir güç olan ABD ile bölgesel bir güç olan Türkiye arasında iş birliğinden söz edildiğinde her nedense ABD'nin genellikle "talep eden", Türkiye'nin ise mütemadiyen bu talebi karşılamak için "pazarlık yapmaya çalışan" ülkeler olma hüviyeti taşıdıklarıdır. İncirlik Üssü'nün Orta Doğu gelişmelerinde kullanılmasından, 1 Mart Tezkeresi sürecine, ABD savaş gemilerinin Boğazları geçerek Karadeniz'e açılmaları yönündeki isteklere kadar yakın tarihin pek çok konusunu şöyle bir hatırlarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Tabiatı icabı bu eşitler arası bir ilişki değildir ve maalesef Türkiye'nin ABD'den taleplerinin karşılanma oranı çok da parlak değildir. Son 20 yıla şöyle bir bakınız: Ermeni tasarıları konusu olduğu yerde duruyor. Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması çerçevesinde savunma sanayi iş birliği yerinde sayıyor, biten F-16 projesi yenilenmedi. Clinton döneminde açılacağı sözü verilen Nitelikli Sanayi Bölgeleri (QIZ) konusunda en ufak bir ilerleme yok. Yıllarca "ticaret kotaları kaldırılsın" dedik durduk; 2005'te ABD tüm ülkelere uyguladığı kotaları kaldırınca, bu kez ucuz Çin ürünleri Türk tekstilini ABD pazarından neredeyse sildi. Yakın tarihte açıklanan "Stratejik Ortak Vizyon Belgesi" ise masa üstünde öyle duruyor. Terörle mücadelede anlık istihbarat paylaşımı her nedense genellikle Türkiye talep ettiğinde değil, ABD istediğinde yapılıyor. ŞARTLAR ZORLUYOR Bütün bunlara rağmen mevcut uluslararası dinamikler ABD'yi Türkiye'yle yeni iş birliklerine zorluyor. Bu dinamiklerin başında ise Rusya Federasyonu'nun durumu geliyor. Küresel ekonomik krizin en sert şekilde vurduğu ülkelerden biri olmasına rağmen, Rusya'nın NATO'ya alternatif bir savunma paktını Orta Asya ülkelerini de içerecek şekilde kurması ABD'yi endişelendiriyor. Rusya'nın alternatif planlarla Nabucco projesini devreden çıkarıp AB ülkelerini enerji bakımından kendisine daha fazla bağlaması Washington'da dikkatle takip ediliyor. Çek Cumhuriyeti ve Polonya'ya ABD füzelerinin konuşlandırılması planıyla birlikte ABD-Rusya ilişkileri iyice gergin-leşiyor. Eğer Ankara tarafından iyi değerlen-dirilirse, bütün bunlar aslında Türkiye'nin ABD ile çok boyutlu stratejik ilişkilerini güçlendirmesi için önemli bir fırsat sunuyor. Diğer taraftan, Başkan Obama'nın Irak'tan çekilme takvimini açıklaması da benzer bir fırsat olarak görülebilir. ABD'nin Irak'tan, bu ülkede zorlukla tesis ettiği kısmi siyasî istikrar bozulmadan kazasız-belasız çekilebilmesinin tek yolu Türkiye ile iş birliğinden geçiyor. Bunun kokusunu alan Barzani'nin son günlerde PKK'ya karşı "sert" bir tutum takınması herhalde boşuna değil. İÇİ BOŞ SÖYLEM Son olarak, ABD ile İran arasında bir diyalog başlayacaksa, kuşkusuz bu süreç Türkiye'nin de katkısıyla daha sağlıklı şekilde yürüyebilir. Hillary Clinton böyle bir ortamda, belki de ileriki bir tarihte Obama'nın resmî ziyaretine hazırlık mahiyetinde, Türkiye'yi ziyaret ediyor. Ankara'dan beklenen her iki ülkenin de çıkarına olan konularda yoğun iş birliği kanallarının açılmasını zorlamak ama bunu yaparken de Ermeni tezinin Obama yönetimi tarafından desteklenmesi halinde bu iş birlik-lerinin asla beklenen düzeyde gerçekleşe-meyeceği mesajını vermektir. Ayakları yere basan bir dış siyasette, "stratejik ittifak" gibi içi boş söylemlerin yeri olmamalıdır. Biz önce mevcudu muhafaza edip, yeni fırsatlarla geliştirelim. Bu bize yeter.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.