Dış politikada en çok sorulan 5 soru

A -
A +

Diplomatik Muhakeme sayfasını takip eden okuyucularımız, elektronik posta yoluyla çok sayıda soru yöneltiyor. Bugün, en çok merak edilen konuları beş başlık altında toplayarak cevaplandırmaya çalışacağım. Okuyucularımız daha çok güncel uluslararası ve bölgesel gelişmelere ilgi duyuyor. Böyle olunca da, Suriye, İran, Kıbrıs ve İsrail'le ilgili sorular yoğunluk kazanıyor. Dış politikada en çok sorulan 5 soru
1- Esad rejimi devrilir mi? Suriye üzerindeki uluslararası baskı giderek artıyor. Arap Birliği'nin Suriye'nin üyeliğini askıya alması, Beşar Esad'ın en çok güvendiği Arap dünyası içinde de yalnızlaştırıldığının önemli bir göstergesi. Fakat Suriye'ye yönelik sonuç getirici tedbirlerin alınabilmesi için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin de devreye girmesi icap ediyor. Bugün itibariyle, Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin engellemeleri sebebiyle, Güvenlik Konseyi'nden sert bir yaptırım paketi geçirilebilmiş değil. Ayrıca Libya'dan farklı olarak, Esad'ı devirmek için bir araya gelmiş, organize ve dikkate değer büyüklükte bir silahlı direniş gücünün de Suriye'de var olmadığını görüyoruz. Yine Libya'dan farklı olarak, herhangi bir büyük devletin, Esad'ı devirmek için yürütülecek bir askerî operasyona öncülük etme niyetini henüz ortaya koymadığı da ortada. Suriye muhalefetinin dış desteğe bel bağlaması yersiz. Eğer sonuç alıcı adımlar atacaklarsa, bunu Suriyelilerin kendileri yapacak. Bu durumda da, güvenlik güçlerinin kontrolünü elinde bulunduran Esad ailesi daha çok kan dökecek. Kendi halkına zulmeden bir rejimin uzun süre ayakta kalması elbette mümkün değil. Ama Esad'ın devrilmesinden sonra yerine kimlerin geçeceği sorusu da belirsizliğini koruyor. Dahası, Esad ailesinin üyeleri ülke dışına kaçsalar bile, bu defa Suriye'de farklı mezhepler arasında uzun süreli bir iç çatışmanın yaşanması ihtimalini de göz ardı edemeyiz. 2- Türkiye Suriye'ye askerî harekât düzenler mi? Bu sorunun cevabı çok net bir "hayır"dır. Esad Rejimi, doğrudan Türkiye'yi hedef alan bir saldırı gerçekleştirmezse -ki böyle bir hazırlıkları olduğunu doğrulayan hiçbir delil yok- Türkiye'nin Suriye'ye müdahale etmesi söz konusu olamaz. Bunun iki sebebi var. Birincisi; anayasamıza göre ancak Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın meşru saydığı hallerde bir savaş durumu söz konusu olabilir. Bu ise, Türkiye'ye yapılacak bir silahlı saldırıya karşılık vermek, yani "nefsi müdafaa" ve BM Güvenlik Konseyi'nin aldığı "kuvvet kullanma" kararlarının uygulanmasıyla sınırlıdır. Bu iki durum haricinde, 1999'da NATO'nun Kosova Harekâtı'nda olduğu gibi, insanî müdahale kapsamında bir operasyon gerçekleştirilebilmesi ise içlerinde çok sayıda büyük gücün yer aldığı bir koalisyonla mümkün olabilir. İkincisi; Türkiye'nin hassas ekonomik dengeleri, bir savaşı kaldırabilecek durumda değildir. Dolayısıyla, kimse Türkiye'nin Suriye'ye saldırmasını beklemesin. Diğer yandan, Esad Rejimi'nin PKK militanlarına yeniden destek vermeye başladıklarına ilişkin, istihbarat kaynaklarınca doğrulanmamış haberlerin sayısında, önümüzdeki günlerde bir artış olacağı ve bu yolla birilerinin Türkiye'yi Suriye'ye karşı harekete geçirmek için çaba göstereceği ihtimali yüksektir. 3- İsrail İran'ı vurur mu? Bu soruyu cevaplamak çok zor. Daha önce bölgemizde Irak ve Suriye'nin nükleer kapasite elde etmesine izin vermeyen; 1981'de Irak'ın, 2007'de ise Suriye'nin nükleer tesislerini ani hava saldırılarıyla yok eden İsrail'in İran karşısında da benzeri bir tutum içine girmesi her zaman ihtimal dâhilindedir. Zira nükleer silaha sahip olmuş ve nükleer başlıkları fırlatma kapasitesine sahip İran'ın, İsrail'in güvenliği için hayatî bir tehdit oluşturduğu algısı bütün İsrail hükümetlerince paylaşılmaktadır. Fakat diğer yandan, böyle bir saldırı karşısında İran'ın, daha önce Irak ve Suriye'nin yaptığı gibi hareketsiz kalmayacağı, elindeki orta menzilli füzeleri ateşleyebileceği ve özellikle Hizbullah üzerindeki etkisini kullanarak, Lübnan üzerinden İsrail'e cevap verebileceği de hesaplanıyor. Ayrıca, Irak ve Suriye'ninkilere oranla daha iyi gizlenmiş ve daha iyi korunan İran'ın nükleer tesislerine ABD'nin yardımı olmadan İsrail'in tek başına yapacağı bir taarruzun başarılı olma şansı da askerî uzmanlar arasında tartışma konusu. Dolayısıyla, İsrail'in tek başına veya ABD ile birlikte böyle bir saldırı yapması mümkündür. Fakat bu saldırının bölgede meydana getireceği büyük deprem de göz ardı edilemez. Son olarak, Suudi Arabistan'ın İran'a karşı silahlandığını, dolayısıyla İran'a bir İsrail saldırısı olmasa bile, orta vadede Basra Körfezi'nde Suudi-İran çatışmasının çıkma ihtimalinin de yüksek olduğunu unutmamalıyız. 4- Malatya'ya yerleştirilecek radar, İran'a karşı kullanılır mı? NATO'nun Füze Kalkanı çerçevesinde Türkiye'nin Malatya'ya yerleştirmeyi kabul ettiği radar, bir saldırı değil savunma aracıdır. NATO'nun Lizbon Zirvesi'nde alınan kararlarda isim zikredilmemiş olsa da, eğer İran'dan bir füze saldırısı söz konusu olursa, bu radarın kullanılmayacağını düşünmek gülünçtür. Asıl sorulması gereken şudur: Eğer İsrail İran'a saldırır ve İran bu saldırıya füzelerle karşılık verirse, NATO'nun Füze Kalkanı, İsrail için devreye girer mi? Bu sorunun cevabı "evet"tir. Her ne kadar İsrail NATO üyesi değilse de, Malatya radarı ve Akdeniz'e konuşlu ABD'nin Aegis sınıfı seyyar radar gemisi yoluyla elde edilecek veriler, en azından ABD tarafından, İsrail'e yönelik bir İran füze saldırısının bertaraf edilmesi için kullanılacaktır. Malatya radarının yönetimi Türkiye'nin elinde değil, NATO Komuta Kontrol sistemindedir. Radar bir kere çalışmaya başladıktan sonra Türkiye, "bu radar benim; istediğim zaman açar, istediğim zaman kapatırım" deme hakkına sahip değildir. Obama, Netanyahu için "yalancı" demiş olsa da, İsrail'in güvenliğinin sağlanması, bütün ABD Hükümetlerinin Orta Doğu'daki en öncelikli politikalarından biridir. 5- Güney Kıbrıs'ın doğalgaz çıkartması engellenebilir mi? Rumların, Doğu Akdeniz'de doğalgaz arama ve çıkartma faaliyetleri, imza atmış oldukları BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'ne göre yasaldır. Rum Yönetimi, son derece akılcı hamlelerle son 10 yıl içinde, Sözleşme'de öngörülen hukuki adımları teker teker atmış, sondaj yapacağı alanla ilgili diğer devletlerle de, Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma anlaşmalarını büyük ölçüde tamamlamıştır. Üstelik 300 milyar metreküp olduğu hesap edilen doğalgaz rezervleri, ABD, Fransa, İtalya ve Rusya gibi devletlerin de iştahını kabartmaktadır. Türkiye, Rum Yönetimi'nin doğalgazı KKTC ile paylaşması gerektiğini ileri sürmekte haklıdır. Türk ve Rum taraflar arasında sürdürülen barış görüşmelerinde elbette bu konu da ele alınacaktır. Fakat anlamakta zorlandığım husus, Türkiye'nin neden hâlâ Akdeniz'de Münhasır Ekonomik Bölge ilan ederek, Rumlardan çok daha yoğun bir arama ve sondaj faaliyetine girişmediğidir. KKTC ile bir süre önce New York'ta imzalanan Kıta Sahanlığı Paylaşım Antlaşması bile, hâlâ TBMM tarafından onaylanmadığı için, yürürlüğe girmemiştir. Ankara'nın yapması gereken, başarı şansı çok düşük olan, "AB üyesi Rumların doğalgaz çıkarmasını engellemeye" çalışmakla vaktini harcamak yerine, Doğu Akdeniz'deki bu muazzam pastadan en büyük dilimi nasıl alırımın hesabını yapmak ve sonuç alıcı adımlar atmak olmalıdır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.