Biz üye olmadan AB dağılırsa!..

A -
A +

DERİN GÜVEN BUNALIMI YAŞANIYOR Avrupa Birliği'nde bu defa yaşanan krizin, hiç olmadığı kadar derin bir güven bunalımına yol açtığını ve fırtınalı dönemi atlatabilse bile, siyasal bütünleşme hedefine ulaşmasının uzak bir hayal olduğunu söylemek herhalde abartı değildir. HİÇ TAVİZ VERMEDEN YOLA DEVAM... Türkiye için asıl tehlike; "AB dağılıyor. O zaman, yeni adımlar atmaya gerek yok" diyenler olabilir. Kriz ne kadar derin olursa olsun, Türkiye'nin faydasına olan reformlar, hiç taviz verilmeden gerçekleştirilmeye devam edilmelidir. AB'nin dağılmasının doğurabileceği ekonomik ve siyasi yansımalar göz önüne alındığında, bu dağılmanın en fazla etkileyeceği ülkeler arasında Türkiye'nin de olacağını unutmamak gerekir. Geçen hafta yapılan Avrupa Birliği (AB) Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'ne, Almanya ve Fransa tarafından getirilen yeni bir AB antlaşması yapılması teklifi, İngiltere'nin muhalefetiyle karşılaştı. AB'nin geçmişine bakılırsa, bu İngiltere'nin ilk "oyunbozanlığı" değildi. 1973'te, o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (AET) üye oldukları andan itibaren Adalılar, kıta Avrupasındaki ortaklarının savunduğu birçok teze karşı çıkmalarıyla zaten yeterince ün kazanmıştı. Üye olur olmaz, önce AET'nin bütçe modelinin değiştirilmesi için çaba gösteren ve bunda da muvaffak olan İngilizler, Birlik'in ekonomik bütünleşmenin en son aşaması olarak belirlediği parasal birliğe geçişinde problem çıkarmış ve Euro alanının dışında kalmışlardı. Keza, AB ülkelerine tek bir vizeyle girilmesini sağlayan ve AB üyelerinin birbirleriyle olan sınırlarında gümrük ve pasaport kontrollerini kaldıran Schengen Antlaşması hükümlerinin kendi topraklarında uygulanmasını da istememişlerdi. YENİ BİR KRİZ Mİ DOĞUYOR? İngiltere Başbakanı David Cameron'un, öncülüğünü Angela Merkel ve Nicolas Sarkozy'nin yaptığı AB'nin yenilenmesi girişimine karşı çıkacağı tahmin ediliyordu. Öyle de oldu. Fakat çoğu AB uzmanına göre sürpriz olmayan bu engelleme, Birlik içinde bugünkünden çok daha tahripkâr olabilecek yeni bir krizin habercisi olabilir. Sadece altı yıl önce bir Anayasa hazırlayarak, neredeyse federal yapıda bir Avrupa Birleşik Devletleri kurmanın eşiğine gelen AB'nin, devletleşmek şöyle dursun, bugünkü ekonomik bütünleşme seviyesini muhafaza etmekte bile zorlanabileceği değerlendirilebilir. Üye ülkelerin adalet, içişleri, dışişleri ve güvenlik politikalarında uluslarüstü (supranasyonel) yaklaşımlar karşısında isteksiz kaldıkları ortadayken, bu defa da ekonomi politikalarının yeniden millileştirilmesi ihtimali, Maastricht Antlaşması'yla kurulan düzenin çatırdamaya yüz tuttuğunu ileri sürenlerin sayısında artışa yol açıyor. Bir adım ileri giderek, fütürist çıkarımlarda bulunan "uluslararası ilişkiler kahinleri", 2020 gibi çok erken bir tarihe kadar AB'nin dağılabileceğini iddia ediyorlar. DAĞILACAĞINI SÖYLEMEK 'KEHANET' OLUR! Daha önce yaşadığı benzeri bunalımları, bazen son anda bulduğu çarelerle aşmayı başarıp, bugüne kadar ayakta kalabilen AB'nin kısa süre içinde dağılacağını söylemek gerçekten de "kehanet" olur. Ama bu defa yaşanan krizin, üyeler arasında evvelce hiç olmadığı kadar derin bir güven bunalımına yol açtığını ve içinden geçilen fırtınalı dönemi atlatabilse bile, AB'nin siyasal bütünleşme hedefine ulaşmasının bundan böyle çok uzak bir hayal olduğunu söylemek herhalde abartı değildir. Şüphesiz AB'nin krizi, üye ülkeler kadar aday ülkeleri de yakından ilgilendirmektedir. Bu bağlamda, 2005'te müzakerelere başlayan Türkiye de, AB gelişmelerini yakından takip etmekte, ortaya çıkabilecek olumsuz sonuçlardan en az biçimde etkilenmek için gerekli tedbirleri almaktadır. TÜRKİYE'DE KAMUOYU DESTEĞİ AZALIYOR Kamuoyunda AB'ye olan desteğin giderek azaldığı günümüzde, halkımızın büyük bölümünün AB üyelerinin birbirleriyle anlaşmazlığa düştüklerinden ve Birlik'in dağılabileceğinden bahseden haberleri memnuniyetle ve zevkle takip ettikleri açıktır. Hatta ekonomik kriz AB üyelerini vurdukça, "beter olsunlar" diye beddua edenlerimiz dahi vardır. Yarım yüzyılı aşan bir süredir Türkiye'yi kapıda bekleten -kimse kusura bakmasın- "küresel siyasette zerre kadar hükmü olmayan, kıytırık" bazı ülkeleri üye olarak alırken, bölgesinin olduğu kadar dünyanın da önemli siyasi ve ekonomik güçleri arasına giren Türkiye'ye, hak etmediği bir muameleyi reva gören AB'nin paramparça olmasını arzu edenlerimiz çoktur. Ama AB'nin dağılmasının doğurabileceği ekonomik ve siyasi yansımalar göz önüne alındığında, bu dağılmanın en fazla etkileyeceği ülkeler arasında Türkiye'nin de olacağını unutmamak gerekir. İHRACATIN YÜZDE 53'Ü AVRUPA BİRLİĞİ'NE Ekonomi Bakanlığı verilerine göre Türkiye'nin 2011 yılının ilk 10 ayındaki toplam ihracatının 53 milyar dolar tutarındaki %46.9'u AB ülkelerine olmuştur. Söz konusu dönemde Almanya, Türkiye'nin ihracatında 11.6 milyar dolarla ilk sırada gelmektedir. Almanya'yı, 6.8 ve 6.7 milyar dolarlık ihracat yaptığımız İtalya ve İngiltere izlemektedir. İthalat oranı açısından da, 27 üyeli AB 76.3 milyar dolarlık hacim ve %38 ile ilk sırada gelmektedir. Almanya'dan ithalatımız 20 milyar doların üzerindedir. Bunun önemli bir bölümü, yatırım ve ihracata yönelik ara mal ithalatıdır. Sadece bu rakamlara bakıldığında bile AB üyelerinin ekonomilerinin kötüleşmesinin, üretimlerinde ve alım güçlerinde meydana gelebilecek sert düşüşün Türk ekonomisini de sarsacağı açıktır. Çünkü Türkiye'nin AB ülkelerine ihracatında meydana gelebilecek düşüşü ikame edebileceği bir başka yer bulunmamaktadır. Ne yeni açılmakta olduğumuz Afrika ülkeleri ne de hızla küresel ekonominin yeni lokomotifi olan uzak Asya bölgesi bugün için Türkiye'nin dış ticaret yapısında, AB'ye alternatif olabilir. Diğer taraftan, AB'nin kriz yaşaması ve siyasal bütünleşme hedefinden uzaklaşması, Türkiye'de gerçekleştirilmeye çalışılan siyasal reformlara da olumsuz etkide bulunacaktır. 1999'da AB'ye aday ilan edildikten sonra ivme kazanan insan hakları, demokratikleşme, hukukun üstünlüğü gibi alanlardaki reform çabalarının ana dinamiğinin AB'ye tam üyelik beklentisi olduğu unutulmamalıdır. Bazılarınca iddia edildiğinin aksine, AB'ye tam üyelik hedefi olmasaydı, Türkiye'nin geçirdiği siyasal dönüşümün yarısı bile gerçekleştirilemezdi. AB hedefi, hem siyasal iktidarları reform konusunda kamçıladı hem toplumsal desteği artırdı hem de bu reformlara ayak direyen statükocu kesimin direncini düşürdü. AB'nin dağılacağı algısının Türkiye'de yaygınlaşması, zaten dağılacak olan bir Birlik'e girmek için neden reform yapıldığı sorusunu akıllara getirecek ve aslında üyelik için değil, Türkiye'deki herkesin daha çağdaş ve müreffeh bir ülkede yaşamaları için zaten yapılması gereken pek çok girişim törpülenebilecektir. 'REFORM YAPMAYALIM' DİYENLER ÇIKABİLİR Türkiye için asıl tehlike de budur. "AB dağılıyor. Dağılmaktan kurtulsalar bile bizi üye almayacaklar. O zaman, siyasal alanda yeni adımlar atmaya gerek yok. Yeni bir Anayasa'ya da gerek yok" diyenlerin sayısında önümüzdeki aylarda önemli artışlar yaşanması muhtemeldir. AB'nin krizi, bir süredir etkinliklerini kaybeden statükocu kesimlerin, rövanş arzusuyla sahneye tekrar dönmelerine yol açabilecektir. Bu tehlikeden kurtulmanın yolu, AB'nin yaşadığı kriz ne kadar derin olursa olsun, öncelikli olarak Türkiye'nin faydasına olan reformların, hiç taviz verilmeden gerçekleştirilmeye devam edilmesidir. Bu çerçevede AB Genel Sekreterliği tarafından 2010'da titizlikle hazırlanan "2010-2011 Eylem Planı"nın bir an önce güncellenmesi, o planda yer almasına rağmen henüz ulaşılmayan hedeflerin yeniden takvimlendirilmesi ve bu defa plandaki önceliklerin öngörülen zamanlarda gerçekleştirilmesinin takipçisi olunması gerekmektedir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.