ABD, Filistin çıkmazında nasıl etkili oldu

A -
A +

Geçen hafta BM Genel Kurulu'nda alınan karardan sonra 29 Kasım artık Filistin tarihi için iki önemli dönüm noktası anlamına geliyor. İlki, 29 Kasım 1948'dir. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Filistin'i manda idaresi altına alan Britanya, 1947'de Filistin konusunu Birleşmiş Milletler'e (BM) taşıdı. BM üyeleri Filistin'in geleceği konusunda iki ayrı plan geliştirdi. Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu ülkelerin desteklediği plana göre Filistin'de bir Arap devleti kurulacak, bu bölgeye Britanya mandası döneminde yerleştirilen Yahudilere ise genişletilmiş azınlık hakları verilecekti. Bu plana karşılık olarak, BM üyelerinin çoğunluğu Filistin'in Araplarla Yahudiler arasında taksim edilmesini öngören bir başka planı desteklediler. BM Genel Kurulu'nun 29 Kasım 1948'de aldığı 181 sayılı kararla Filistin topraklarında bir Arap ve bir Yahudi devleti kurulması kararlaştırıldı. Plana göre, Filistin sekiz parçaya ayrılacak, bunların üçü Araplara, üçü Yahudilere verilecek, Yahudi bölgesine dahil olan Yafa kentinde küçük bir Arap kantonu kurulacaktı. Sekizinci parça olan Kudüs ise BM Vesayet Konseyi'nin yönetimine sokulacaktı. Yani Kudüs, ne Arap ne de Yahudi devletine ait olacak, üç büyük din için de kutsal olan bu mekanda uluslararası bir yönetim oluşturulacaktı. Britanya'nın Filistin'de manda yönetimini sona erdirdiği 14 Mayıs 1948'de Yahudiler, İsrail adıyla bir devlet kurduklarını ilan ettiler. BM'nin taksim planını kabul etmeyen Araplar ise İsrail'in bağımsızlık ilanına karşı çıkarak silaha sarıldılar. 1948'de başlayan ilk Arap-İsrail savaşından bu yana geçen 64 yıl boyunca taraflar defalarca savaştılar. Araplar savaşların hiçbirini kazanamadı. 1948'de İsrail'i resmen tanıyan ilk devlet olan ABD, 1967 ve 1973 savaşlarında İsrail'e destek oldu. ABD 1979'da Camp David'de Mısır'ın İsrail'le barışmasını sağlayarak, Arap blokunun parçalanmasına yol açtı. İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgal etmesine ses çıkarmadı. 1987'de başlayan İntifada sırasında ABD, İsrail'e karşı oluşan uluslararası kamuoyunun bir parçası olmadı. 1991'de Madrid'de düzenlenen Orta Doğu Barış Konferansı'nda, ABD'den aldığı güvenceler karşılığında masaya oturmayı kabul eden İsrail, yine ABD'nin "İsrail'in istemediği hiçbir karar alınmayacak" şeklindeki ABD garantisine güvenerek 1993'te Filistinlilerle Oslo Anlaşması'nı (Washington İlkeler Bildirgesi) imzaladı. 1994'te Ürdün'le barışan İsrail, 1997'den itibaren Oslo Anlaşması'nı ihlal etmeye başlayınca, bu anlaşmanın mimarı olan ABD yönetimi İsrail'e sert bir tepki göstermekten kaçındı. 2000'de başlayan 2. İntifada sırasında Filistin şehirlerini abluka altına alan ve binlerce Filistinliyi öldüren İsrail ordusunun "meşru müdafaa hakkını" kullandığını söylemekten çekinmeyen ABD, Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat'ın karargahının haftalarca abluka altına alınmasına da göz yumdu. İsrail'in Filistin kentlerini açık hava hapishanelerine dönüştürdüğü güvenlik duvarı inşaatının uluslararası hukuka aykırı olduğuna dair Uluslararası Adalet Divanı görüşüne rağmen, BM Güvenlik Konseyi'nin İsrail'e karşı yaptırım uygulamasını ABD engelledi. ABD'nin "tasvibiyle" 2006'da yapılan Filistin Parlamentosu seçimlerini Hamas kazanınca, ortaya çıkan sonucu tanımadığını ve Hamas'ı asla muhatap kabul etmeyeceğini açıklayan ABD, El Fetih ve HAMAS arasında bir iç savaş çıkmasına zemin hazırladı. Aynı yıl İsrail'in Lübnan'a saldırısının BM'de kınanmasını yine ABD engelledi. Tıpkı 2008-2009 kışında İsrail'in Gazze operasyonu sırasında yol açtığı büyük tahribat sebebiyle ve Mayıs 2010'da Mavi Marmara gemisine yaptığı ve 9 Türk vatandaşını öldürdüğü saldırı sebebiyle BM'de kınanmasını engellediği; 2012'deki Gazze saldırısını da "meşru müdafaa" olarak nitelendirdiği gibi. 29 Kasım 2012'de Filistin, BM Genel Kurulu'nda "üye olmayan gözlemci devlet" statüsüyle tanındı. Halbuki ABD, Güvenlik Konseyi'nde karar alınmasını engellememiş olsaydı, 181 sayılı karardan 65 yıl sonra Filistin'in BM'ye üye olduğu da kabul edilebilirdi. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın Filistin'in gözlemciliğini bile sindiremeyerek, alınan kararı "barışın önünde engel teşkil eden talihsiz bir gelişme" olarak tanımlaması 1948'den bu yana ABD'nin İsrail yanlısı tutumunda en küçük bir değişme olmadığını gözler önüne serdi. Yukarıdaki bütün bilgiler ışığında kabul etmeliyiz ki, ABD "adil" ve "tarafsız" olabilseydi, Filistin'e barış çoktan gelirdi. ABD, İsrail, Kanada ve Çek Cumhuriyeti'nin yanı sıra bu oylama olmasaydı belki isimlerini bile duymayacağımız(!) Marshall Adaları, Palau, Nauru, Mikronezya ve Panama'nın karşı oylarına rağmen 138 ülkenin ezici oyuyla küresel vicdanın devlet olarak tanıdığı Filistin'in en kısa sürede huzura kavuşmasını diliyorum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.