Orta Doğu'da güvenlik

A -
A +

Bir hafta içinde güvenlik konularında iki önemli akademik toplantı gerçekleşti. İlki 19. Antalya Uluslararası Güvenlik Konferansı'ydı. Türk Atlantik Konseyi tarafından düzenlenen ve açılışını Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Naci Koru'nun yaptığı toplantıya NATO ülkeleri ve Rusya'dan çok sayıda üst düzey dışişleri ve güvenlik yetkilisi katıldı. İkinci toplantı ise Uluslararası İlişkiler Konseyi'nin Ilgaz'da düzenlediği 7. Güvenlik Akademisi'ydi. Bu toplantıya da güvenlik konularında çalışan çok sayıda akademisyen ve diplomat katıldı. Her iki toplantının ortak konularından biri Orta Doğu'nun geleceğiydi. Tüm katılımcılar Orta Doğu'daki güvenlik risklerinin Arap Baharı sürecinde, daha önceki dönemlerden farklı ve ne yöne doğru gelişeceğinin tahmini zor bir yapıya büründüğü konusunda hemfikir kaldılar. Bölgenin mevcut durumuna ve geleceğine dair yedi temel analizi aşağıda sunuyorum. Birincisi, Arap Baharı'nın geleceği konusu. Şimdilik bu rüzgârın etkisini daha az hissediyor gibi gözüken Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin orta vadede Arap Baharı'nın etkisini hissetmeleri kaçınılmazdır. Orta Doğu monarşilerinin güncel siyaseti, değişim dalgasının kendilerine ulaşmasını mümkün olduğunca geciktirmek hedefine kilitlenmiştir. Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler, Mısır, Tunus, Libya ve Suriye diktatörlerini sevmediklerinden değil, bu ülkelerdeki dönüşümün tamamen denetimden çıkmasını engellemek için gelişmelere müdahil olmaktadırlar. İkincisi, Orta Doğu'daki ittifak ve iş birliği yapılarıyla ilgili. Bölgede, uzun soluklu değil, gündelik gelişmelere göre, nerdeyse "anlık" olarak nitelendirilebilecek dayanışmalar yaşanmaktadır. Şimdilik, Kuzey Afrika ve Suriye konusunda aynı hareket tarzını benimsemiş gibi gözüken Türkiye, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin önümüzdeki dönemde bu söz konusu birlikteliklerini sürdürebilmeleri daha da zorlaşacaktır. Türkiye, bölgede demokratik kurumların yerleşmesini ve seçim yoluyla gelen ılımlı İslami unsurları desteklerken, Suudi Arabistan "demokrasi" kavramına mesafeli durmakta ve Türkiye'nin aksine Vehhabi düşünceye yakın Selefi unsurlara destek vermektedir. Bu durum en net şekilde Mısır ve Tunus'ta su yüzüne çıkmaktadır. Üçüncüsü, İran'ın bölge gelişmelerine yaklaşımıyla ilgili. İran hem Irak'taki siyasi bunalımdan hem de Suriye iç savaşından büyük ölçüde yararlanmaya çalışmakta, mezhep ayrışmasının körüklenmesiyle belirginleşen "Şii Ekseni" kurma hedefine doğru ilerlemektedir. Bu durum kendi anti-tezini meydana getirmekte ve Sünnilerin de, Şiilerden ayrışması sonucunu vermektedir. Bu ise mezhep temelli ve bugünkünden daha derin bölgesel gerilimlerin temelini atmaktadır. Dördüncüsü, İsrail'in durumuyla ilgili. İsrail, Arap Baharı'nı hem endişe hem de memnuniyetle takip etmektedir. İsrail'i endişelendiren, Arap ülkelerinde kendi varlığına karşı grupların iktidara gelmesidir. Fakat İsrail, Orta Doğu ülkelerinin kendi iç sorunlarına odaklanmalarından ve bilhassa İran ile Suudi Arabistan arasındaki gerginlikten memnundur. Bu iki ülke arasındaki bir çatışmanın İsrail'in güvenliği açısından çok büyük kazançlar sağlayacağını düşünmektedir. Beşincisi küresel aktörlerin durumu. Orta Doğu'da yaşananları bu üç büyük devletin bölge politikalarından ve aralarındaki küresel rekabetten bağımsız yorumlamak mümkün değildir. Küresel liderlik yarışının Orta Doğu'ya tabii yansıması, bugünkünden çok daha karmaşık ve uzun sürecek çok-taraflı çatışma şeklinde olabilir. Bölge ülkelerinin aşırı silahlanmaları, caydırıcılıktan ziyade, savaşa hazırlık olarak da değerlendirilebilir. Şüphesiz, bölgedeki muhtemel bir silahlı çatışma, büyük güçlerin bölgesel vekilleri arasında olacaktır. Altıncısı Suriye'nin geleceği konusu. Esad sonrası Suriye'de huzurun temin edilebilmesi ve geçiş döneminin sağlıklı işleyebilmesi ancak BM odaklı bir uluslararası denetim mekanizmasıyla mümkün olabilir. Tarafların silahlardan arındırılmalarını da kapsayacak böyle bir dış denetim söz konusu olmazsa, şimdikine benzer katliamlar, farklı kesimleri hedef alarak, Esad sonrasında da sürebilir. Yedincisi Irak'ın toprak bütünlüğü konusu. Bu ülkenin siyasi olarak bölünmesini engellemek giderek daha müşkül bir hal almaktadır. Bölge ülkelerinin tasvibini almadan bir Kürt devletinin kurulması, Türkiye, İran ve Irak'ın müdahil olabileceği bir çatışmayı beraberinde getirebilir. Bu süreçten en fazla zarar göreceklerin başında Irak Türkmenleri gelmektedir. Güvenlik uzmanlarının Orta Doğu'ya dair görüşleri böyle. Özetle Orta Doğu Türk Dış Politikasının öncelikli konusu olmaya uzun müddet daha devam edecek.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.